Ziyaretler ve Hatıralar

Ziyaretler güzeldir, önemlidir, her ziyaretin bir bereketi vardır mutlaka. Hele ülkeler arası olunca bu ziyaretler farklı anlamlar da kazanıyor. 2000’li yılların başında, akademisyenlerin konferanslara katılımları, şairlerin şiir okumaları, siyasilerin diplomatik görüşmeleri oluyordu. Şair şiirini kürsüde okusaydı ve geri dönseydi belki pek bir anlamı kalmazdı, akademisyen sandalyesinden konuşsaydı sadece, siyasiler masa başında görüşseydi sadece, bir bereketi de olmazdı, bizlerin de belki hiç haberi olmazdı bu ziyaretlerden. Haberlerden izler sadece bir haber olarak kalırdı. Bizim yüzümüzü güldüren, bu ziyaretlerin “kardeş, akraba ziyareti” olmaya başlamasıydı. Bizler “abisinin gurbetten dönmesini bekleyen” küçük kardeş gibi görün ya da ne bileyim, yeniden tanıştığınız bir akrabanız gibi, yeter ki sizler güçlü olun istiyoruz. Bize deyin ki “şunu yapın”, yaparız. Deyin ki “bunu yapmayın”, yapmayız. Sevgimizi saygımızdan üstün tutarız, sevdiğimiz için saygı duyarız, “sevdiğim istedi diye” der başımızın üstünde tutarız. Bizlere vatandan kim geldiyse koşulsuz şartsız bağrımıza basarız.

Onlar da bizi sevdi, inanın hangi ideolojiden olursa olsun sevdi. Bir kesim, bunca zorluğa rağmen milli ve manevi değerlerimizi koruduğumuz için sevdi, Türkçeyi yaşatmaya çalıştığımız ve dilimizi koruduğumuz için sevdi. Bir kesim, Atatürk’ün baba ocağı Kocacık köyündeki eve sahip çıktığımız için sevdi. Bir kesim, ne güzel diğer milletlerle eşit hak ve özgürlük istiyorsunuz deyip sevdi. Birileri, ecdat yadigârı olan camilerimize dört elle sarıldığımız için sevdi, dinimizi koruduğumuz ve yaşatmaya çalıştığımız için sevdi. Bizler hepsiydik, çünkü Osmanlı topraklarında yaşamak hepsi olmak demekti.

Ana vatandansa gelen, biz de sevdik, görüşü ne olursa olsun bir şekilde ortak bir nokta bulduk. Art niyetli olanlar olmadı mı? Oldu elbette, bizler bunu fark etmedik mi, fark ettik. Her şeye rağmen bu topraklarda bir avuç kadar kalışımız aklımıza gelen ilk şeydi. Bölünmeyeceğiz içimizde, “ötekileşmeyeceğiz” dedik devam ettik yolumuza.

Ama bir grup vardı ki bizleri hiç sevmedi. Onlar da anavatandan gelmişti oysa. “Siz çok şey biliyorsunuz” dediler, “Bizi de zorluyorsunuz” dediler. Biz dinimizi biliyorduk, bize onu birileri öğretmeye kalktığında gereği yok diyorduk, dilimizi de biliyorduk, gerekirse aramızda toplanır ilmi toplantılar yapar kendi içimizden yine doğardık. FETÖ, 1996 yılında buralara gelmişti, gazeteleri vardı, okullar açtı. Evet, 2016 yılının 15 Temmuz’unda vatanlarını satmaya kalkışan hainler buralarda da dolanıyordu.

2001 yılında bizler Türkçe bir dergi için yola çıktık, zorluğunu da kolaylığını da bilmiyorduk. Basın yayınla ilgilenen tüm kurumları ziyaret edelim dedik, ziyaretler önemli sonuçta. Kararımızı herkese bildirelim, akıl danışalım istedik. O zamanlar çıkmaya devam eden Birlik gazetesini ziyaret ettik, oradaki yazarlar şairler çok sevindi bu habere, sizlere ve gençlere ihtiyacımız var, her türlü yanınızdayız dediler. Bazı dernekleri ziyaret ettik, Adeksam, Ensar, Yeni Yol gibi hâlâ faaliyet gösteren güzide derneklerin önde gelenlerine danıştık, konuştuk. FETÖ’nün yayın organı olan Zaman Gazetesi de buradaydı, onları da ziyaret ettik, yıl 2002. Biz niyetimizi bildirdik ama hiçbir zaman unutamayacağım bir cümle sarf etti o dönemki genel yayın yönetmeni; duygusal insanlar cümlelerin aurasından da farklı cümleler çıkarır, ses tonu, söyleme şekli, göz teması önemlidir. İçten pazarlıklı, kancaları çıktı çıkacak, hafif kibirli biçimde “Siz dergiyi boş verin, nasıl olsa birkaç sayı çıkar sonra da batarsınız, burada yazacak gazete varken hele, gelin burada yazın” dedi. Mesajı almıştık, teşekkür edip çıktık.

Birkaç genciz, yolda yürüyoruz, yanımızdaki okutman hocamız Türkiye’den diye bir şey diyemiyoruz, moralimiz düşük… Hocamız avuçlarını sıktı ve “hiç dert etmeyin, ben değil biz merkezli düşünün, bu dergi bu topraklar için önemli, adamın ne söylediğine de bakmayın, yolunuza bakın” dedi. O günden sonra dergi olarak ne zaman bir sıkıntı yaşasak “iki sayı çıktılar battılar” cümlesi azim verdi. O zamandan beri, kancalarını attıkları gençlerin yanımızda durmalarına izin vermediler, sonuçta okul vardı ellerinde, ama öğrenciler de onlara bağlı değildi. Açıktan cemaatçilik yapamıyorlardı, yoksa diğer milletlerden olanlar o okullarda okumazdı. Bizler de gençlerimizin yaralanabileceği mekânlar kurarak onların ellerinden uzak tutmaya çalıştık. Çok şükür ta o dönemden beri de aramızda bir sınır vardı hep, çok şükür ki sevmemişler bizi. Hainler gözlerinden belli eder kendilerini. Tuzaklarına düşmedik ama bizler tökezlersek en çok onlar seviniyordu. Şimdi düşünüyorum da o dönemlerde başımıza gelen felaketler, bazı yaşanan sıkıntılar, nedenlerini çözemediğimiz iftiralar, durdurulan projelerimiz, dergimizin uğradığı zararların müsebbibi kimdi acaba?

Belki de çoğu hatıra ama olayların içinde olduğum için bir yere not düşmek adına birkaç yaşanan olayı anlatmak istiyorum. Köprü Dergisinin ilk sayısı çıktı, o dönem Anadolu Kalkınma Vakfı vardı, desteklemişti, basım masrafları gibi sorunlar vardı çünkü. İkinci sayısını hazırlarken, bir anda bir sorun çıktı “Derginizde Türkiyeli kimse yazmayacak yoksa desteklemeyiz” denildi. Zaten derginin amacı buradaki genç kalemleri teşvik etmekti, buralı yazarlar yazıyordu. Kaldı ki Yugoslavya döneminde buradaki dergilerin çoğu devlet kontrollüydü, insanımız da yazarımız da şartlardan ve baskılardan bıkmıştı. Biz de gençtik, kontrollü yazacaksak varsın desteklemeyin dedik, biz başımızın çaresine bakacaktık. İkinci sayımızda ilk derdimiz ve ambargomuzla tanışmıştık. Derginin basım masrafını Üsküp’te Makedonca çıkan Fokus dergisi sahibi Sayın Güner İsmail üstlenmişti. Ama baskıya gitmeden önce derginin film şeridini çıkarmamız gerekiyordu, o da çok cüzi bir masraftı ama öğrenciysen durum değişiyor. Onu atlattık bir şekilde, dergi çıkmaya devam etti. MATÜSİTEB kuruldu, bizim de dernek olmamız gerekiyordu, derneğimizi kurduk, daha da büyüdük. Derneğin mekânı yoktu. Harçlıkları toplayan gençlerimiz vardı, Üsküplü âlimlerin kitaplarını okumak, tarihini öğrenmek ve dışardan gelen cemaatlerden uzak durmak için kendi yağlarında kavrulan gençlerimiz. Derneğin ilk mekânının altı aylık kirasını toplamıştık, bir de kütüphanemiz olmuştu. Biz bir adım atınca Allah bize yardım ediyor, önümüz açılıyordu.

Sonra TİKA geldi buralara, derneğimizin ilk teknik donanımı ve sekiz bilgisayarımız oldu. Dönemin TİKA başkanı, Makedonya bir yana bu gençler bir yana demişti bir görüşmemizde. Her şey yolundayken bir gece tüm bilgisayarların kasaları çalındı. Sabah mekânın kırılmış kapısı ve kütüphanede sadece birkaç kasasız ekran ile karşılaşmanın verdiği acıyı anlatamam. En çok üzüldüğümüz ise dergi için bilgisayarlara yüklediğimiz yazılar ve 2006 yılında o dönemin Başbakanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Üsküp ziyaretinden olan fotoğrafların da kaybolmasıydı. Bu olay da zaten bu ziyaretten hemen sonra olmuştu. Derneğimizin başkanını bir kenarda oturmuş, gözleri kan kırmızı olmuş gördüm. Zaman geçtikçe, tekrar bir şey oluyor, bir projemiz engelleniyordu. Makedonya’nın Makedonca çıkan gazetelerinden birinde bir haber yayımlanıyor, en tehlikeli dernekler arasında ismimiz geçiyordu. Birileri farklı bir iftira atıyor, dedikodu, yıpratma gibi olaylar geçiyordu başımızdan. Ama elhamdülillah, bu topraklarda sağlam ve helal süt emmiş gençlerimiz her seferinde dört elle sarılabiliyor.

Bizler gideriz, fakat hatıralarımız kalır…

Read Previous

Makedonya’da 2 milyondan fazla kişi yaşıyor

Read Next

Üsküplü vatandaştan operatöre yeni yıl cevabı

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *