Tefekkürden Dökülen Yağmurlar; Yazı Eylemi

“…

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden

aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan

sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları

bir harfin başlattığı yangın ile söndür

beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım

öyle mahzun

ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.

İ.Ö

Yazmak için real ve tahayyül dünyasında sefere çıkmak her zaman kâfi gelir mi? Yazmak için rüyâ yahut kâbus mu görmeli, yoksa yola çıkmak yeterli mi?

Rüyâ penceresinden hayata ve zamana tutunan şairlere; varoluşsal çizgilerde yürüyenlere mi sormalı işin aslını? Belki de sadece yürümeli yahut bir şehre mi girmeli? Çoğaltabileceğimiz bu tarz soruların farklı cevapları elbette olacaktır. Ancak bir soru işareti oluşturma adına böyle bir methal yapmış olduk.

Yazı, tefekkürden dökülen rahmet yağmurlarıdır. Bazen de çile ve ızdırabın acı tadıdır.   

“Bir varmış, bir yokmuş…” ile başlayan gizemli maceralar, bize her zaman efsunlu dünyaların kapılarını aralamıştır. Kelimelerin gücünü keşfedince yalnızlığın aynasından kişi kendini seyretmeye başlar. Kâğıda uzanan eller mürekkep damlalarına dokununca, tahayyülümüz özgür atlar misali kaotik bir dansa bürünmektedir. Yazmak bir eylemden çok daha fazlasıdır. Sanki içerden bir yerlerden seslerin dışa vurumu, sihirli bir anahtar ile kapıları açıp sürüklüyor yakaladıklarını yüz üstü. Kaldırımlar çare, liman oluyor eli kalem tutanlara…

Anne karnında başlayan tekme atmalar, emekleyerek kurulan sözcükler pek parlak değildir. İlk anlamlı söz belki su (âb-ı hayât) olmuştur ya da anne yahut baba, meçhuldür.

Gelişi güzel söylenen sözcüklerdir. Pek özenle seçilmiş kelimeler olmazlar. Sadırdan satıra geçen her sözcük, iç âlemin akisleridir. Başlangıçların her zaman komplike/karmaşık olduğu; duyguların, düşüncelerin klavye üzerinde şekil aldığı anlar, sonrasında rötuş bekler. Lâkin vakit ayırdıkça, bu kaotik raksın bir armoniye evrildiğini sezince tutkuya dönüştüğünü anlarız. Dizelerin bir bütün hâlinde cümlelere merhaba diyerek, düşüncelerin düzen içinde bir ezgi hâlini aldığını görürüz.

Yazma eylemi sadece bir düşünce aktarımı olmakla kalmayıp çok daha ötesine yürüyerek, hatta koşar adımlarla hareket hâlinde olan hayallerin peşinden giderek, onları yakalama telâşı içerisinde zamanı geçirmektedir.

Yetişilenler ise yazıya dönüşmektedir.

Sözcüklerle çizimler yapıyoruz. Bazen de kelimelere dökülmemiş resimler. Yeni karakterler oluşturuyoruz. Öykü ve roman kahramanları kurguluyoruz. Yaşamı daha derin, çok boyutlu, duygusal, dokunaklı anlarla kalıcı kılma niyetiyle kalem kâğıt kardeşliği kuruyoruz. Bazen bir şiir, bazen bir manzum hikâyeyle zamanı aşma girişimi yahut ülkeler arası bir seyyah misali dolaşan bir gezgine dönüşüyoruz. Böylece çeşitli evrenlere seyahat ediyoruz. Her paragraf, her pasaj yeni bir keşif anı, mana ve maneviyat yüklü sanat eserleri gibi ilgilisini cezbeder.

Yunus el verir;

“Ne Hak buyruğun tutarsın ne kul sözün işitirsin
Hiç bilmezsin mana nedir, ne dilde çağırmak gerek”

Bu çığlık sadece yazının kendi gücüyle sınırlı kalmayarak, ötelere geçerek kelimelerin imlediği yeni anlamlar âlemine davet olarak kendini gösterir. Aşkın/doğaötesi bir zamana yürüyüşü başlar ve uzakların unutulmaya yüz tutmuş şarkıları kulaklara yeniden çalınır. Yazı eylemi, samimi çağrıların ifadesi olarak bazen ete kemiğe bürünür.

Yazmak, mütenakız hâlleri, sevinçlerin ve çatışmaların dili olarak da görünür. Aynı zamanda düşünce ve duygusal renkliliği aksettiren bir vasıta oluverir. Öykü ve romanla dile getiremediklerimiz şiir olur. Yazmak, bir yolculuk hâlini temsil ediyorsa eğer kütüphaneler ve sayfalar arasında kaybolmayı becerebiliyor olmanız gerekir. Kelimelerin büyülü raksıyla eğlenmeyi öğrenmiş yahut bu güzergâhta olmanız gerekir. Hakikat sevdalısı kalemler böyle doğuyordur. Namık Kemal’in buyurduğu üzere: “Bârika-i Hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.” Fikirlerin çarpışmasıyla doğacak olan hakikatler. Bu hakikat ani, beklenmedik uyanışlarla dolu bir serüvene çağrışımlar olarak davetkâr bir duruş içerisinde bekler yolcularını.

Şairin dediği gibi “bir harf büyüyor gırtlağımda” yeni maceraların başlangıcını simgeleyen duruşuyla. Tefekkür bir cümlenin doğuşunu; her pasaj bir öğrenme uğraşının ayak izini taşımakla yükümlü olarak mürekkep dağıtmaya başlar. 

Velhasılıkelam; Bu faaliyet sadece bir yazı eylemi değildir. Aynı zamanda bir öğrenme, yeni keşifler ve ifadeler dünyasının ağdalı bir anlatma ve iletişim kurma biçimidir.

Kelimelerin cazibesini sezen dimağlar sözle değil, yazıyla meşgul olmayı eylemektedir. Düşüncelerini kâğıda dökmekle uğraş içinde olan kalabalık yalnızlar, her yer de tek başına dolaşırlar. Yazı eylemi, yazar için aynı zamanda kendi iç dünyasını paylaşırken ve yansıtırken yeni anlamlar kazanmasını sağlamaktadır.

Yazı eylemi, tefekkürün, hislerin ve tahayyüllerin akisleridir. Kâğıda dökülen her kelime aynı zamanda bir benlik inşasını şekillendirmektedir. Özetle; Yazmak, tefekkürden dökülen satırların efsunlu bir imtizacın raksıdır. Şimdilik, Yahya Kemal’in Endülüs’te Raks adlı eseriyle iktifa edelim.

“Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı

Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı

…”

Read Previous

Avrupalı diplomatlar Kosova Cumhurbaşkanı Osmani’ye kutlama ziyaretinde bulundu

Read Next

Yunanistanlı orkestra şefi Nikos Haliassas Türkiye’de sanatseverlerle buluşmaktan memnun