Bir yandan Balkanlar diğer yandan Milli Mücadele, böyle bir dönemde yetişen şairin yazacağı her şiir elbette ki konusu vatan üzerine olacaktır. Şahsen yazdığm ilk şiir ne zamandı diye sorduklarında verdiğim cevap Yugoslavya’nın dağılması başladığında yaşım on iki olduğunda Ah Bosna diye yazdığım ve Birlik gazetesinde yayımlanan şiirimdir diyorum. Hâlâ korurum o şiirleri. Savaşın şiire olan etkisi çok başka. Gönül isterdi ki konu savaş olmasın ama barışı ve bağımsızlığı isteyenlerin kalemi de bazen ister istemez ona yöneliyor.
Nasıl bir şair Akif? Şairin şiir yazması için bir şiarı var, o şiarın içinde de şuur var. Böyle bir şair Akif, şiir neşretmek için şiarı (tutulacak yol, ülkü, ilke) şuurlu (bilinç) bir şair. Nitekim İstikâl Marşı’nı da yazmak böyle bir şaire nasib oldu.
1921 yılında Maarif Vekaleti tarafından milli marş yarışması düzenlendi. Yarışmaya yüzlerce şiir katıldı. Ama Mehmet Akif yoktu çünkü milletin başarılarının parayla övülemeyeceğine inanıyordu. Ki kendisi de bu ödülün ücretini almamıştır.
Mehmet Akif’in yarışmaya katılmaması başta Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey olmak üzere birçok kişinin dikkatini çekti. Zaten yazılan 724 şiirin hiçbirinde milli marş olabilecek potansiyel görülmemişti. Bunun üzerine 5 Şubat 1921 tarihinde Hamdullah Suphi Bey Mehmet Akif’e bir davet mektubu yazdı. Bu durum Mehmet Akif’in kararının değişmesine ve Taceddin Dergahındaki odasına çekilip marşı yazmaya başlamasına vesile oldu. Mecliste onaylandı, Mustafa Kemal Atatürk mecliste odasına ayrılıp şiiri okuyunca ona hayran kalmış. Böylesi hiç yazılmadı demiştir. Öyle ki İstiklâl Marşı mecliste ayakta dinlenilmiş ve 12 Mart 1921 yılında Birinci Türkiye Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir.
İstiklal Marşı Türkiye Cumhuriyetı’nin ilk marşı ve Akif’in dediği gibi Allah bir daha bu millette İstiklal Marşı yazdırmasın. Çünkü Akif kocaman bir coğrafyanın evlâdı olarak doğmuş, toprak değil vatan kaybedilen yerlerden Çanakkale gibi bir savaşın da şahidi olup bu milli mücadelenin içinde kalemi ile mücadele etmiş.
Bu konuyu yazarken birçok ülkenin marşlarına baktım, Akif’in İstiklal Marşı sadece marş değil aslında, diğerleri evet marş ama bunda şiarı milli şuur ile bezenmiş bir şiir var.
İstiklâl Marşı bir ülkenin duruşunu, tavrını, askerini, istiklâlini özgürlüğünü bayrağını kelimeler ile hem titretir hem de onu giydirir. Kolunu, kanadını, ruhunu, bakışını.. Bu nedenle de bu şiir aslında hangi coğrafyada yaşarsan da sana da bir ilham verir. Sınırların ötesindedir, sınırlardan geniştir. Balkanlar’da yaşayan biri de İstiklâl Marşı’nı okuyunca içinde yaşadığı topraklara olan bakış açısı değişiyor. Dediğim gibi Akif İstiklâl Marşı’na sınırlar koymamış, bu da içindeki vatan hasretliğini dışarda kalanlara da mesajlar vermek isteyişindendir belki de. Şehirler birbirinden ayrılırken hepsini o şiirinin içinde birleştirir. İstiklâl Marşı’nın içinde on kıta vardır ve bu on kıta birbiri ile konuşuyormuş hissi uyandırdı bende. Sanki iki farklı “ben” var, tek değil biri vatan biri millet. İlk kıtada vatan milletine seslenir, keza biz dışarda kalanlara da vatanın verdiği bir mesaj vardır. İkincisinde millet vatana seslenir, bu hepimizden bir sesleniştir adeta, nerede yaşarsak yaşayalım hangi sınır ayırsa da bizi farketmez.
İsterseniz İstikâl Marşı’nın içinde geçen bu millet ile vatanın muhabbetini bende uyandırdığı o hissi beraber çözmeye çalışalım:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Baştaki kelimeye dikkat Korkma! Vatandan milletine bir sesleniş var. Muhabbet buradan başlıyor. Nerede olursan ol Korkma. Sen bir ocaksan da dışarda kalan Korkma, sınırlar ayırsa da Korkma… Sen de bir ocak tüterse Korkma, son bir ocakta duman tütse yine de kurtuluş var diyor. O ocak evdir, insandır, annedir, kardeştir bu insanlar da milletin yıldızıdır, yıldızlar hep vardır değil mi, görünmese de orda olduklarını biliriz. Emin bir şekilde bir topluma Korkma diyor vatan. Korkmayan insan cesareti her zaman sonuna kadar mücadele eder. Bizim yörük köylerinde tüten ocaklar bir anda umudun oluverir. İlk şifresi korkmamaktır, çaresi vardır her şeyin, ikinci kıtada ise milletin cevabı geliyor:
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl
“Nazlı hilâl” burada bayraktır, bayrak ise vatan, vatanına sesleniyor millet, vatanın kendi milletine asla yüz çevirmemesi gerektiğini söylüyor, arada sırada bizim yüzümüze de gül, bizi unutma, bir ülke içinde yaşayan halkın da hakkını hukukunu koruması gerektiğini söylüyor. İlk kıtada vatan milletine korkma diyor, biz burdayız son ocağa kadar, ikinci de millet vatanına sen de bana sahip çık diyor, yüzünü benden çevirme diyor, muhabbetimiz hep devam etsin seninle, nerede olursan ol şiddetlenme yüzümüze gül diyor, ardından hemen üçüncü kıtada cevap geliyor,
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Vatan kendi ezelinden bahsediyor, bunu da hepimize hatırlatıyor, büyüklüğünü özgürlüğünü, sınırların genişliğini anlatıyor. Umut veriyor milletine, milletin özgürlüğü ve bağımsızlığını zincirlere bağlı kalmadan yaşaması gerektiğini. Dışardan gelecek her zincir beni bağlamaz diyor, ki bu gerçekten çok önemli bir nokta. Bizler Balkanlar’da yaşayanlar ne yazık ki bazen bu zincirleri çok iyi görebiliyoruz ama işte çözemediğimiz anlar oluyor. Geleceği gören şair bunun farkında. Kükremiş sel gibi, bendini çiğneyip aşabileceğinden bahsediyor. O yırtılan dağlar ise engindir, geniştir, dışarda kalanlara da içinde yaşayanlara da umut veriyor. Ben burdayım diyor müthiş bir haykırışla hem de…
Buna karşılık milletinden cevap geliyor,
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Garb yani batının ufukları çelikten duvarsa, batıda kalan sınırlar eski bir vatan aslında, hatta Akif’in Balkan ve baba hasretliği var içinde, işte o sınırlar içinde yaşayan milletin göğsünde iman dolu serhad yani sınır boylarım var diyor, burada da millet vatana korkma diyor, bu iman ve inanç olduktan sonra medeniyetler tek değildir, yani batı medeniyeti tek değildir, öyle güzel medeniyetim var ki ona sahip çıkmak benim ilk vazifem. Vatana olan seslenişte, özünü unutma, kendi kimliğini de dışardan gelenlere anlatacak güzel bir medeniyetin var senin de diyor. Burada millet hem vatanın sınırları içinde yaşayanlara hem de vatana hem de dışarda kalanlara çok güzel bir mesajı var, o tek dişi kalmış canavara karşılık kendi medeniyetimi daima savunacağım diyor.
Hemen ardından vatanın cevabı geliyor,
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Buradaki Arkadaş kimdir, dost demiyor arkadaş diyor. Kelime köküne baktığımızda “arka” ve “daş” var. Arkamı kollayan kişi yani. Bizi yurtlarımızın en arkalarında kim korur? Asker korur elbet sınırlarımızı. Burada vatan askerine ve onu koruyan erlerine seslenir. Sen sınırlarda bu vatanı koru der, hayasız bir akın vardır çünkü, hayası olmayan düşmandan beni sen koruyacaksın der, kolum kanadım olacaksın, ancak öyle doğacaktır yeniden hakkın, çünkü istiklâl çok yakındır artık. Ama buradaki yarın belki yarından da yakın derken sınırların ötesine de bir umut ve sesleniş var. Askerden sonra vatan yeniden milletine seslenir,
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Burada yine muhteşem dizeler vardır, vatandan millete bir nasihat vardır. Askerine seslendikten sonra milletine de şehitleri hatırlatır. Öyle bir toprağım var ki senin bastığın yerlerde ne şehitler verildi sen de bunu bir düşün der, seni kimse satin almasına izin verme der çünkü benim toprağımı cennet yapan şey uğruna verilmiş savaşlardır, uğruna kan dökülmüş topraklar aslında o kadar geniştir ki, vatan sınırları olan değil burada Rumeli de geride kalan bir vatan olarak düşünürsek, o topraklar üzerinde yaşayanları geçmişlerini unutmamaları gerektiğini söyler, ardından milletin vatanına cevabı gelir,
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Elbette ki canım fedadır sana, toprağın nasıl bir kanla kazanıldığını bilirim, dokunsam şehitlere dokunmuş olurum farkındayım. Yakın zamanda zaten bir Çanakkale savaşı yaşanmıştır, orada yatanlar her yerdendir, Üsküp’tür, Kosova’dır, İşkodra’dır, Kudüs, Halep, Prizren, Sarabosna, Kerkük’tür vs… Bu savaş ki tek vucut olmuş bir ümmet vardır en son hep birlikte omuzladığımız bir savaştır. Bu topraklar da farkındadır ve millet cuda olmayayım vatanımdan der. Ayrı kalmayayım der, bu da ayrı bir mesajdır. Ayrı kalanlara işte burada ince bir mesaj vardır. Vatan çok geniş bir alandır, hepimiz son kalemize canımız feda der, yeter ki artık bölünmüşlük olmasın der. Travmalar atlatılmamıştır daha tazedir çünkü. Bundan sonra vatanın bir duası vardır,
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
Vatan kendi ruhundan bahseder, Allah’a dua eder, benim mabetlerim der, ezanlar dinin temelidir, yurdumun üstünde bunları susturma, burada vatan bir dua eder adeta, bundan çıkaracak mesajlar aslında öyle çok ki, bu mabet yerleri her yerdedir, o ezanlar o ufuklarda dinmedikçe hep bir umut vardır. Bir el ona değerse vatan üzülür, o yerlerdeki tüm bu tarihi eserler zaten bize kale olmadı mı yüzyıllarca, Rumeli de bunun hep farkındaydı zaten. Bunu korumak için bir asırdır canla başla mücadele etti… Bu duaya karşılık millet de vatana karşlık kendi duasını eder…
O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, ,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
Dünyevi şuurdan çıkıp tüm imanıyla secde ederim ben de diyor, taşlarımla birlikte der, tüm bedenimle ve yaralarım kanlar içinde de olsa sevinçten kan dökse de gözüm ölsem de yerden çıkar bedenim göyüzüne değer başım der millet. Bir kurtuluşu ifade eder aslında. Ölüm mutlak, sonsuz dünyaya göç ederken bir şehid de olsa yüzü güler yara bere içinde de olsa. Yerdeki na’şım yükseklere fışkırır der, yukardaki “enginlere sığmam taşarım” diyen vatana bu sefer milletin o ruha bürünmüş hâli vardır. Burda millet ölsem de senin kurtuluşuna mutlu olacağım der. O duaya karşılık milletin duası da tabi muhteşemdir.
Son kıtada da Vatan ve millet mısra mısra birbirine söz verir, zaten bu son kıta beş mısralıktır,
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
O zaman vatan müjdeler milletine istiklâli, bayrağını göklere yükseltir, şanlı hilâl artık dalgalanır, bir savaştan çıkmış gibi ayaklanır,
Millet de, dökülen kanı, canı herşeyi helâl eder vatana
Vatan, artık ebediyen sana ırkıma milletime yokoluş, çöküş yok der, ebediyen payidar ol der,
Millet de hakkındır Hür yaşatırsan bayrağımı hürriyet de senin der.
O zaman milletimin de hakkıdır istiklâl der…
İşte İstiklâl Marşı da adeta birbrine kenetlenmiş vatan ve milletin konuşması gibidir, birlik olunca hep beraber kurtuluşa erer ikisi de. Önce bir mücadele ile başlar en son da el ele verir bayrağı yükseklerde dalgalandırır.
Işte böyle bir şair Akif, şiarı vatan, şuuru millet, şiirinde de hem millet olur hem vatan. Buradaki “Ben” bazen vatandır bazen millettir.
Işte İstikâl Marşı aslında özellikle Balkan ülkelerinde de tüm dillerine çevirisi yapılsa hatta örnek olarak herkese okutulsa bundan alacağımız mesajlar çok yerinde olur. Bugün biri bunu tüm idraki ile okuduğunda aslında nasıl davranması gerektiğini nasıl savunması gerektiğini bilir. Gençlere öyle bir şey emanet bırakır ki, bunu okuyan zaten bugünü de okuyabilir. Bir kere yazılmış ama her döneme ilaç olmuş. Aradan yüz yıl da geçse bugünkü şartlara da baktığımızda vatanı her tür oyunun içine çekmeye çalışanları gördüğümüzde bu şiir en güzel cevaptır. Bunu okumak değil, yaşamak ve yaşatmak gerek. Son zamanlarda Türkiye’nin güçlü duruşunun arkasında böyle bir İstiklâl marşı var. Korkmuyor, milletine çatmıyor, zincirlere bağlı kalmak istemiyor, batı medeniyetine kanmıyor, askerini savunmasını geliştiriyor, toprağının altındaki değerleri biliyor, vatana feda kefenimle gezerim diyor, ezanıyla imanıyla varım diyor, başım yukarda boynumu eğmem diyor, o zaman hürriyet hakkımdır diyor, hak ve adaleti istiyor…
İstiklâl Marşı’nın mesajlarını kendine şiar edinen bir vatan ilelebet payidar olur…
Bir ülkenin marşı kendi kimliğidir, İstiklâl Marşı ise Türkiye Cumhuriyeti’nin ta kendisidir. Günümüzde P.R (public relations) dedikleri şey halkla ilişkiler aslında, Türkiye Cumhuriyeti’nin P.R’ını en iyi şekilde yapan ise İstiklâl Marşıdır.