İran’ın Orta Doğu’da devlet dışı aktörleri kullanma politikası İran devrimine kadar geri gitmektedir. Hatta daha da öncesinde, Kum şehri merkezli mollaların, Bahreyn’den Lübnan’a kadar, Orta Doğu’nun çeşitli ülkelerinde ortak ağ sahibi oldukları Şii din görevlileri üzerinden yakın temasta oldukları çevreler ve gruplar hep mevcuttu. İran’da mollaların iktidara gelmesiyle birlikte, Kum şehriyle bağlantılı olan bu gruplar aktif hale gelmiş, direk rejim tarafından kontrol edilmeye başlanmış ve devletten destek görmeye başlamışlardır.
Tahran’dan sağlanan propaganda ve askeri lojistik destekle adeta canlanarak ve etkinleşerek bölge ülkelerinin siyasetinde önemli güç unsurları haline gelmişlerdir. Özetle mollalar, bağlantılı oldukları diğer ülkelerdeki paydaşlarını siyasal anlamda uyandırarak mobilize etmeye, böylece hedef ülkelerin iç işlerini yönlendirmeye başlamışlardır. Bu devlet dışı aktörler, 1979 sonrası süreçte mezhepsel dayanışma üzerinden rejimin ihracı politikasına katkıda bulunmaları için aktif hale getirilmiş ve endoktrinasyona tabi tutulmuşlardır. Özellikle İran-Irak savaşının yaşandığı sekiz yıllık dönemde (1980-1988) Bahreyn’den Lübnan’a, Kuveyt’ten Irak’a kadar pek çok ülkede İran destekli terör gruplarının saldırıları, bombalamaları, uçak kaçırma ve suikast eylemleri görülmüştür.
İran’ın en önemli devlet dışı aktörü Lübnan’daki Hizbullah örgütüdür. Hizbullah bir anlamda İran’ın ilk göz ağrısıdır; diğer örgütler için de adeta örnek konumdadır. Ülkedeki (Lübnan) Şii kesimi politize eden Hizbullah, İran’ın çıkarları için Lübnan’da devlet içinde devlet olmuş; kuruluş amacını “İsrail’e karşı direniş cephesi” olarak belirtse de, Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte, Esed rejiminin muhafızlığını üstlenmiş ve Suriye muhalefetini de en önemli tehdit/hedef olarak görmüştür. Hizbullah Suriye muhalefetiyle girdiği savaş üzerinden, bir anlamda dolaylı olarak neredeyse dokuz yıldır Türkiye’yi de hedef almakta. Irak’taki Şii gençliği de Haşdi Şabi, Ketaib Hizbullah, Bedir Örgütü, Asaib ehl el Hak gibi Irak merkezli örgütlerin içinde radikalleştirip bu militanları Suriye’de Esed rejiminin saflarında savaştırmakta. Hizbullah, bahse konu devlet dışı terör örgütleri vasıtasıyla, Suriye’de kalıcı olmayı da hedeflemektedir. Bu politikanın ilk örneği daha önce Lübnan’da uygulanmış ve İran açısından epey başarılı olmuştur. Hizbullah’ın bu başarısı bugün Suriye’de, Irak’ta ve Yemen’de pratiğe dökülmeye ve İran’ın bu ülkelerdeki kalıcı nüfuzu paramiliter aktörler aracılığıyla yerleştirilmeye çalışılmaktadır.
İran’ın devlet dışı aktörlerden ve yabancı terörist savaşçılardan yararlanması artık bir devlet politikası haline gelmiştir ve İran elindeki her imkânı da bu amaca hizmet etmesi için kullanmaktan geri durmamıştır. İran otoriterleri İran’a göçmen olarak gelen Afgan ve Pakistanlı Şii kökenli göçmenlerden ve ucuz işgücünden yararlanıp bunlardan Fatimiyyun (Afganlardan) ve Zeynebiyyun (Pakistanlılardan) tugayları adını verdikleri paramiliter örgütler kurarak Suriye’deki muhalefete karşı savaştırmaktalar. Özetle İran, kendisine sığınan ucuz iş gücü ve göçmenlerden dahi yabancı terörist savaşçı meydana getirecek ölçüde gözünü karartmıştır.
Suriye’de Hizbullah militanlarından sonra ikinci büyük yabancı savaşçı güç olan Fatimiyyun birliklerinde 10 bin ila 12 bin arası Hazara kökenli Afgan bulunuyor. Amacını Hz. Ali’nin kızı Zeynep bint Ali’nin türbesini muhafaza etmek olarak tanımlayan Zeynebiyyun Tugayı da 2 bin kişilik Pakistan kökenli yabancı terörist savaşçıdan oluşuyor ve Suriye’deki savaşta İran tarafından kullanılıyor. Her iki terörist örgüt de 2019 yılında ABD Hazine Bakanlığı tarafından terör örgütleri listesine alınmıştır. İlginç bir şekilde bu örgütlere, İslam tarihinde çok önemli bir yeri olan Ehl-i Beyt’e mensup fertlerin isimleri verilmektedir. Afganlardan oluşturulan örgüte Hz. Fatıma’nın isminden, Pakistanlılara Hz. Ali’nin kızı Zeynep’ten mülhem isimler verilirken; yine Hz. Hüseyin’in kızı Rukiye’nin ve Hz. Ali’nin Ümmü’l-Benîn’den olan oğlu Ebu Fadl Abbas’ın isimleri de diğer paramiliter gruplara verilerek Seyyide Rukiye ve Ebu Fadl Abbas Tugayları oluşmuştur.
Bu tugaylar Suriye’deki varlıklarını Şam’da bulunan Seyyide Zeynep türbesini korumak şeklinde tanımlıyorlar. Türbenin kutsallığıyla Şam’ın müdafaasını birbirine eşitleyerek Esed rejiminin korunmasını kutsal bir amaca hizmet olarak gösteriyorlar. İran bu şekilde, başka ülkelerin vatandaşlarını da Suriye’deki savaşın bir parçası haline getirerek, bu insanları kutsal bir amaç için mücadele ettiklerine inandırıyor. Geçtiğimiz günlerde, Afganistan parlamentosunda milletvekili olan Belkıs Ruşen, Afganistan’da Tacik ve Hazara liderlerin Kasım Süleymani’nin ölümü nedeniyle İran’a başsağlığı mesajları yayınlamalarına karşı çıkarak Süleymani’nin 5 bin 500 Afgan gencinin Suriye’de ölmesinin sorumlusu ve Afganistan’da en çok cinayet işleyen kişi olduğunu iddia etti. Ruşen ayrıca İran’ın, Afgan göçmenlerin inançlarını kötüye kullanarak bir lokma ekmek için Suriye’ye savaşa gönderdiğini de ifade etti. Öte yandan Tahran yönetimi, Afganistanlı ve Pakistanlı bu yabancı milislere ve ailelerine daimî oturum veya vatandaşlık vereceği taahhüdünde bulunarak, bunu İran meclisine yasa tasarısı olarak da sunmuş durumda. Bu tasarıya göre, Suriye’de savaşan ve ölen milislerin ailelerine vatandaşlık verilecek ve ölenlerin naaşları da İranlı şehitlerin mezarlıklarına defnedilecektir. Bu konuda dini lider Hamaney de kanun tasarısının takipçisi olduğunu birkaç kez dile getirdi.
İran destekli terör grupları, özellikle Obama’nın başkanlığı döneminde, İran ile ABD’nin işbirliği çerçevesinde, DEAŞ’a karşı mücadeleyi sebep olarak göstererek, Suriye’den Irak’a, Yemen’den Lübnan’a kadar her yerde hâkimiyetlerini pekiştirmişlerdir. Bugün Yemen’deki Ensarullah bile Hizbullah’tan eğitim alıyor, silahlarını İran veriyor ve Hizbullah’la aynı sloganları kullanıyor. Bölgenin Obama ve Demokratlar döneminde tam anlamıyla İran’a bırakılması, bugün bir anlamda ABD’nin Suriye’deki çıkarlarına füze olarak geri dönmekte.
Geçtiğimiz ay öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin adının İdlib’deki muhaliflere rejim tarafından atılan roketlere yazılması ve sanki onun intikamını alıyormuşçasına bir mesaj verildiğinin gösterilmesi, Esed rejimi saflarındaki İran destekli terör gruplarının ne kadar etkin ve güçlü olduklarını gözler önüne seriyor. İdlib’deki muhalifleri terörist olarak niteleyen güçler ve odaklar, Suriye’de çoğunluğu temsil eden muhalifleri acımasızca katleden bu paramiliter çeteler hakkında ağızlarını dahi açmıyorlar. Bu durum akla, Türk askerlerine ateş açabilme cüretini gösteren rejim güçlerinin içinde bu türden İran destekli terör gruplarının olup olmadığı sorusunu da getiriyor. İran’ın Kudüs Gücü birliklerinin veya bahse konu paramiliter gruplarının Suriye’deki rejimin ordusunun içindeki güçlerinin ne düzeyde olduğu ve rejim ordusunu ne ölçüde yönlendirdikleri de bilinmeye muhtaç meselelerdir.
Suriye’de İran destekli gruplara baktığımızda, Lübnan Hizbullahı, Suriye Hizbullahı, Bedir Tugayları, Fatimiyyun Tugayı, Zeynebiyyun Tugayı, Ammar bin Yasir Tugayı, İmam Hasan Tugayı, Seyyide Rukiye Tugayı, Irak Hizbullahı, Seyyid eş-Şüheda Tugayları, Şehit Muhammed Bakır es-Sadr Tugayı, Asaib ehl el Hak örgütü, el Hamad Tugayı, Seddu Şuheda Taburları, Hizbullah Nuceba Hareketi, el Vaat es-Sadık Birliği, Esedullah Galip Tugayı, Ensarü’l-Akide Birlikleri, Haddamü’l Akile, el Hüseyin Tugayı, Nafiz Esadullah Birlikleri, Ketaib İmam Ali, Ebu Fazıl Taburu, Ceyş eş-Şa’bi, Ebu Fadl Abbas Tugayı, Kuvvet er-Rida, el Galibiyyun, Zülfikar Tugayı, Kuteyb Seyyit Şüheda gibi yirmiden fazla paramiliter grup olduğunu görürüz. Bunların hemen hemen hepsinin flama ve bayrakları birbirlerine benzerdir ve genellikle Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine mensup bir zatın ismini taşıdıkları görülür. İddialara göre, 150-200 bin milis 500 dolar ve civarı maaşlar karşılığında, İran’ın desteği altında, bölgede savaşmaktadır. Bu miktar Afgan Hazara ve Pakistanlı gruplarda daha da düşmektedir. Bu grupların Suriye içinde nerelere konuşlandığına baktığımızda, İmam Muhammed Bakır es-Sadr Tugayının orta ve doğu Suriye’de, Ebu Fadl Abbas Tugayının Şam’da, Suriye Hizbullah’ının da Halep ve İdlib başta olmak üzere kuzeybatı Suriye’de aktif olduğunu görüyoruz.
ABD Hazine Bakanlığı’nın değerlendirmelerine göre, İran’ın Hizbullah’a yıllık maddi yardımı 700 milyon doları bulmakta. Bunu diğer örgütlere de genişlettiğimizde miktar daha da katlanmaktadır. İran bu paramiliter örgütleri destekleyip Orta Doğu’da aşırı harcamalar yaparken, diğer yandan kendi halkının ihtiyaçlarını karşılayamamakta, ekonomisi gittikçe kötüleşmekte, teröre verdiği destekten dolayı son dönemde iyice ağırlaşan ambargo şartları İran halkının sokaklara dökülmesine ve rejimi hedef almasına neden olmaktadır. İran’ın Orta Doğu’nun çeşitli ülkelerinden toplayarak endoktrine ve mobilize ettiği bu milis güçlerini finanse etme politikası, içerdeki rejimi bölgeye yayma stratejisi ve Arap dünyasında kendi aleyhine bu faaliyetlerinden dolayı doğurduğu orantısız öfke, hiç beklenmedik bir şekilde rejimin içerden çöküşüne neden olabilecek hatalardır. Bölgede radikalleşmeyi sürekli körükleyen, başka ülkelerin iç işlerine müdahale eden, terör eylemlerini finanse eden bir İran hem bölge ülkeleri hem de Batı bloğu tarafından daha fazla izolasyonla karşı karşıya kalacaktır. Ayrıca Türkiye ile örtülü bir savaşı Suriye üzerinden sürdürmeye devam etmeleri, Türk askerine ve Türkiye tarafından desteklenen muhaliflere imzalı roketler fırlatmaları, Türkiye’nin nasıl bir örtülü tehditle karşı karşıya olduğunu da göstermektedir.
[Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Dr. Selim Öztürk selefilik, vehhabilik, terör örgütleri, Ortadoğu’daki devlet dışı silahlı aktörler ve Taliban konuları üzerinde çalışmaktadır]