Balkanlar Araştırmacısı Erdem Eren’in “Batı Balkanlar Perspektifinde Türkiye-Sırbistan İlişkilerinin Stratejik Önemi” başlıklı analizini ilginize sunuyoruz.
- Türkiye’nin Balkanlar Yaklaşımının Kodları ve Batı Balkanlar
Türkiye’de Balkanların çoğunlukla manevi kodlar üzerinden kamuoyunda ve literatürde tarif edildiği görülmektedir. Yaklaşık 550 yıl süren Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki hâkimiyeti, ister istemez günümüze bazı miraslar bırakmıştır. Bunların başında maddi ve manevi miras gelmektedir. Maddi mirasın en önemlisi Osmanlı’dan geriye kalan tarihi eserlerdir. Manevi miras ise Türklerin Balkanları yönetmiş olmasının gururu, Balkan toplumlarının Osmanlı geçmişine yönelik hafızası ve günümüzde bölge genelinde yaşamını sürdüren Müslüman ve Türk nüfustur.
Batı Balkanlar olarak ifade edilen Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya ve Sırbistan gibi ülkeler de diğer Balkan ülkeleri gibi yüzlerce yıl Türk hâkimiyeti altında yaşamış olup, bu ülkelerde de çok sayıda Osmanlı eseri ile Müslüman ve Türk nüfus varlığını korumaktadır. Bu maddi ve manevi miras elbette bölgeyi Türkiye için önemli kılmaktadır. Ancak manevi kodların yanında bölge maddi ya da stratejik kodlar bakımından da oldukça önemlidir. Bu kodları; ekonomi, güvenlik vb. şeklinde saymak mümkündür.
İlk olarak Türkiye’nin bölgeyle olan dış ticaret hacmi yaklaşık 25 Milyar Dolar olup, bunun yaklaşık 6 Milyar Doları Batı Balkanlardaki ülkelerledir. Türkiye Batı Balkanlardaki ülkelere yaklaşık 3,5 Milyar Dolarlık mal ve hizmet ihraç etmektedir. Batı Balkan ülkelerinin toplam dış ticaret hacminin yaklaşık 130 Milyar Dolar, ithalatlarının yaklaşık 70 Milyar Dolar olduğunu düşündüğümüzde Türkiye için büyük bir pazar fırsatı da bulunmaktadır. Bunun yanında başta Sırbistan olmak üzere bölge ülkelerinde Türkiye’nin önemli yatırımları bulunmaktadır. Belgrad-Saraybosna Otoyol Projesi, bölge ülkelerinde özellikle özel sektör destekli alt ve üst yapı projeleri Türkiye’nin bölgeye ekonomik olarak ne derece önem verdiğinin göstergelerindendir. Genel olarak bakıldığında bölge genç nüfusu ve gelişmeye açık olmasından dolayı Türkiye için önemli bir yatırım sahasıdır.
İkinci olarak Batı Balkanların nüfusu yaklaşık 20 Milyon olup, bunun da yaklaşık 7-8 Milyonluk kısmını Müslümanlar oluşturmaktadır. Özellikle Kosova ve Kuzey Makedonya’da da yaklaşık 150 Binin üzerinde bir Türk toplumu mevcuttur. Bölgede yaşanan başta Bosna ve Kosova Savaşları ile Kuzey Makedonya’daki etnik çatışmalar göstermiştir ki Türkiye ister dolaylı ister doğrudan bu süreçlerin hep bir tarafı olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bölgede bir Türk devleti olmadığı için her şey den önce Türkiye Cumhuriyeti bölgedeki Türk azınlıkların hamisi durumundadır. Müslüman toplumlarla da doğal olarak kardeştir. Bölgedeki krizler ve kaos ortamı Türkiye’yi de doğrudan etkilemekte ve süreçlerin içine çekmektedir. Güvenlik açısından bölgede oluşacak zafiyetler, Türkiye’yi de diplomatik, askeri, ekonomik, toplumsal vb. açılardan olumsuz etkilemektedir. Bu nedenlerle Türkiye bölge politikasını her şeyden önce bölge ülkelerinin refahının artması ve barış ile istikrarının sürmesi üzerinden inşa etmiştir.
2. Türkiye – Sırbistan İlişkilerinin Seyri ve Analizler
Türkiye tarihsel olarak Balkanlarda baş gösteren krizlerde etnik ya da dini temelli tutumdan daha ziyade uluslararası hukuka ve insan haklarına uygun bir tutum sergilemeye gayret göstermiştir. Bölgede yaşayan Müslüman ve Türk toplum ile Türkiye arasında köklü bağlar bulunsa da Türkiye bölgede geri kalan Ortodoks, Katolik ya da Slav, Yunan gibi toplumlara karşıt bir politika izlememektedir. Kosova’nın bağımsızlığı sürecinde Türkiye Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ile ortak bir tutum sergilemiştir.
Bölge özelinde değerlendirilirse Sırbistan Türkiye’nin Balkanlar politikası içerisinde merkezi bir yer tutmaktadır. Bu hem Sırbistan’ın potansiyeli hem de Türkiye’nin Balkanlardaki politikasının dengesi açısından oldukça önemlidir. Bugün Sırbistan bölgede Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyeti, Kosova, Karadağ ve Kuzey Makedonya’da Sırp diasporası açısından önemli bir nüfusu etkileme kabiliyetine sahiptir. Ayrıca Sırbistan Rusya Federasyonu’nun Balkanlardaki enerji-ekonomi politikaları ile kimlik politikaları açısından da merkez ülkedir. Enerjinin bölgede ve Avrupa Birliği’ne dağıtımında Sırbistan başat rol oynamaktadır. Bunlar Sırbistan’ın en önemli potansiyelleri arasında sayılabilir.
İkincisi bölgede Sırbistan ile Arnavut ve Boşnak toplum arasında önemli gerilimler söz konusudur. Özellikle Kosova ve Bosna Krizlerinin yeniden alevlenmesi ya da sıcak çatışmaya dönmesi Türkiye’nin ve bölgede yaşayan Müslüman ile Türk toplumu ile azınlığının çıkarlarına ve refahına aykırı gelişmeler olacaktır. Ayrıca bölge barışı ve istikrarı da tehlikeye girecektir. Bu nedenle Türkiye Sırbistan ile iyi ilişkiler geliştirerek; Sırbistan/Bosna-Hersek, Sırbistan/Arnavutluk-Kosova gibi ikili/üçlü ilişkilerde barışı ve istikrarı dengeli şekilde geliştirmeye gayret göstermektedir.
AB’nin Batı Balkanların üyeliği noktasında geç davranması ve Rusya ile Çin’in başta Sırbistan olmak üzere bölgede artan faaliyetleri Türkiye’nin de Sırbistan ve bölge ile olan ilişkilerini kuvvetlendirmesi noktasında heveslendirmekte ve mecbur bırakmaktadır. Ancak Türkiye’nin dış politikada bu ülkeleri ya da AB ve ABD gibi aktörleri de rakip olarak görmesi mümkün değildir ve böyle bir eğilimi ya da yaklaşımı da bulunmamaktadır. Türkiye her şeyden önce ikili ve bölgesel işbirliğini geliştirmeyi öncelemektedir.
Türkiye Balkanlara ve özelinde Sırbistan’a yönelik dış politikasında kendisini bir alternatif olarak önermemektedir. Türkiye geleneksel olarak Batı ittifakının bir üyesi olarak Balkanların ve Sırbistan’ın NATO ve AB’ye üyelik süreçlerini desteklemektedir. Bu ülkelerin Rusya, Çin gibi ülkelerle geliştirdiği ilişkilere ise karşı çıkmamaktadır.
Türkiye’nin son yıllarda Sırbistan’da gerçekleştirdiği doğrudan yatırımlar 1 Milyar Doların üzerinde seyredecektir. Mevcut dış ticaret hacmi de yaklaşık 1,5 Milyar Dolar olup, 5 Milyar Doları hedefi bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından konmuştur. Bunun yanında Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksander Vucic ile Erdoğan arasında güçlü ilişkiler mevcuttur. Vucic’in ve partisinin Sırbistan’daki güçlü pozisyonu iki ülke ilişkilerinin geleceği noktasında istikrarı vaat etmektedir.
Gerçekçi bir bakış açısıyla analiz edildiğinde Sırbistan’ın Rusya Federasyonu ile çok güçlü ilişkileri mevcuttur. “Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri ne derece iyi olursa, Türkiye’nin Sırbistan ile olan ilişkileri de o derece iyi olacaktır“ çıkarımını yapmak doğru olacaktır. Rusya ve Çin son yıllarda Sırbistan’da uyguladıkları “akıllı güç“ politikaları ile enerji ve ekonomi sektörlerinde ciddi yatırımlar yapmıştır. Türkiye’nin bu iki ülkenin ekonomik gücü ile tek başına başa çıkması ve Sırbistan’daki etki ve gücünü bu ülkelerle eş değerde arttırması mümkün değildir.
Türkiye’nin Sırbistan ile geliştirdiği ilişkiler Türkiye kamuoyunda ve Balkanlarda özellikle Arnavut ve Boşnak diasporası tarafından sıkça eleştirilmektedir. Ancak bu eleştiriler Türkiye-Arnavutluk, Türkiye-Bosna-Hersek gibi ikili ilişkilere olumsuz bir şekilde yansımamaktadır. Sırbistan’ın dış politikadaki en büyük problemi ise Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler değil Batı cephesinin Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinden dolayı Sırbistan’a karşı nasıl cephe alacaklarına ilişkindir.
Türkiye’nin NATO üyesi olması ve Bosna ile Kosova Savaşlarında özellikle Sırp kuvvetlerine yönelik gerçekleştirdiği operasyonlar ikili ilişkilerde önemli problemlere neden olmuştur. Ancak gelinen süreçte Sırbistan’da NATO’ya aday bir ülkedir. Ayrıca Sırbistan ile NATO arasında süren ilişkilerde yapılan antlaşmalarla NATO Sırbistan topraklarında asker bulundurma hakkına da sahiptir. Sırbistan’ın NATO’ya yönelik sürdürdüğü bu entegrasyon politikaları Türkiye-Sırbistan ilişkilerine de olumlu yönde katkı sağlayacaktır.
3. Türkiye’nin Sırbistan’a Yönelik Dış Politikasında Amaçlar, Beklentiler ve Öneriler
Türkiye’nin Balkanlar politikasının geleneksel anlamda önemli saç ayakları bulunmaktadır. Türkiye Balkan ülkelerinin ve Sırbistan’ın NATO ve AB üyeliğini desteklemektedir ve üyeliğini beklemektedir. Bunun yanında Sırbistan’da özellikle Sancak bölgesinde önemli bir Boşnak azınlık bulunmaktadır. Türkiye Sırbistan’daki tüm Müslüman ve az sayıdaki Türk azınlığın barış ve refah içinde yaşamasını arzulamaktadır. Bunun yanında daha önce bahsedildiği üzere Türkiye Sırbistan’da ekonomik yatırımlarını ve Sırbistan ile olan dış ticaret hacmini arttırmak istemektedir. Sırbistan’ın da ekonomik anlamda Türkiye’ye önemli fırsatlar sunması beklenmektedir. Ek olarak Balkanlarda neredeyse tüm ülkelerde olduğu gibi Sırbistan’da milliyetçilik oldukça kuvvetlidir. Milliyetçiliğin iç siyasette azınlıklara ve dış siyasette “düşman“ olarak görülen devletlerle ilişkilerde baskı aracı olarak kullanılmaması gerekmektedir.
Türkiye son yıllarda Balkanlarda “yumuşak güç“ politikalarına ve kamu diplomasisi yaklaşımına büyük ağırlık vermiş, kamu diplomasisi kuruluşları ile Sırbistan başta olmak üzere Balkan ülkelerinde önemli uygulamalara imza atmıştır. Türkiye’nin Sırbistan’da bu doğrultuda etkili olduğunu ve güçlü olduğunu söylemek mümkündür. İkinci olarak Türkiye ile Sırbistan arasındaki ekonomik ilişkilerde Türkiye’nin güçlü bir aktör olarak nitelendirilmesini sağlamaktadır. Bu noktada Türkiye Rusya ve AB sonrasında Sırbistan’da üçüncü güçlü aktör olarak nitelendirilebilir. Üçüncü olarak Cumhurbaşkanları düzeyindeki ilişkiler ve karşılıklı güven de Türkiye’nin önemli bir gücü olarak kabul edilebilir.
Türkiye’nin güçlü olarak görüldüğü alanlar aynı zamanda zayıf yanları olarak da analiz edilebilir. İlk olarak Türkiye kısa ve orta vadede Sırbistan ile güçlü ilişkilere sahip olsa da bunu uzun vadeye taşıyabilmek için dış politikada bir sistematiğin inşa edilmesi gerekmektedir. Türkiye Sırbistan ilişkilerini uzun vadeli bir ölçekle analiz ederek bir stratejik plan hazırlamalıdır. Bu doğrultuda Sırbistan’a yönelik yumuşak güçten, akıllı güç stratejilerine ve uygulamalarına geçilmelidir. Bu doğrultuda Sırbistan’a yönelik doğru ekonomik yatırım modelleri, dış ticaret stratejileri, kültürel politikalar, kamuoyu çalışmaları, değişim programları vb. stratejiler geliştirilmelidir. Son olarak ise Cumhurbaşkanları düzeyindeki iyi ilişkiler tabana indirgenmelidir. Cumhurbaşkanlarının olası değişimleri ikili ilişkileri sekteye uğratabilir. Bu nedenle iki toplum arasındaki; siyasal partiler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, medya mensupları vb. arasındaki bağlar ve iletişim kuvvetlendirilmelidir.
Sırbistan Balkanlardaki diğer ülkeler gibi genç nüfusa sahip, Avrupa pazarına yakın, gelişmekte olan bir ekonomiye sahip bir ülkedir. Türkiye bu fırsatları Sırbistan’da uygulayacağı doğru ekonomik politika ve uygulamalarla değerlendirmelidir. Ayrıca Sırbistan siyasetinin çokta heterojen olmayan yapısı Sırbistan iç ve dış siyasetinin seyrini okumak açısından bir fırsat sunmaktadır. Türkiye Sırbistan’da baskın siyasi grubu temsil eden Cumhurbaşkanı Vucic ile güçlü ilişkilere sahiptir ve bu ilişkiler Türkiye’ye kısa ve orta vadede avantaj sağlamaktadır. Ek olarak Sırbistan’da Türk dış politikasına yönelik en önemli tehdit ise Sırbistan’daki güçlü milliyetçi akımların dış politikaya etkisi ile Sırbistan’daki mevcut Cumhurbaşkanı Vucic sonrası ikili ilişkilerin seyridir. Bölgede doğacak etnik ve dini temelli krizler iki ülke arasındaki ilişkileri de sekteye uğratacaktır.
4. Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye’nin Sırbistan’daki dış politikası ve Sırbistan’ın dış politikası iki ayrı değerlendirilmesi gereken başlıktır. İlk olarak Türkiye daha önce de ifade edildiği üzere hem Balkanlarda hem de Sırbistan’da etnik ve dini temelli bir dış politika yaklaşımı benimsememektedir. Türkiye’nin en büyük amacı bölgede süren barış, refah ve istikrarın korunmasıdır. Türkiye bu nedenle etnik ve dini temelli kriz ve çatışmaların yeniden yaşanmasını istememektedir. Bu nedenle bölgedeki tüm merkezi aktörlerle ikili ilişkilerini yumuşak güç ve siyasi-ekonomik ilişkilerle geliştirmeye uğraş vermektedir. Bu noktada Türkiye’nin Sırbistan’a yönelik dış politikasında akıllı güç konsepti ile hareket etmesi elzemdir. Bu doğrultuda Sırbistan’ın siyasi, toplumsal, ekonomik, kültürel vb. alt ve üst yapı kodları doğru analiz edilmelidir. Bu analiz neticesinde uzun vadeli stratejik planlamalar oluşturulmalıdır. Ayrıca kişiler arası ve kurumlar arası ilişkilerden daha ziyade sistem odaklı ilişkilere ağırlık verilmelidir.
Sırbistan hali hazırda bir yandan AB ve NATO ile ilişkilerini geliştirmeye uğraş verirken diğer yandan kimlik açısından Slav ve Ortodoksluk bağıyla iyi ilişkilere sahip olduğu Rusya ile ilişkilerini dengelemeye ve geliştirmeye çalışmaktadır. Ek olarak Çin bölgede olduğu gibi Sırbistan’da da siyasi ve ekonomik düzlemde etkisini arttırmaya çalışmaktadır. Türkiye de Sırbistan’ın dış politikasında denge güttüğü aktörlerden biridir.
Türkiye Sırbistan’ın ve Sırp toplumunun Slav ve Ortodoks kimliğine saygı duymakta, Sırbistan’ın son yıllarda Sancak bölgesindeki Boşnak ve Müslüman topluma gösterdiği hoşgörü politikalarından dolayı memnun olmaktadır. Ayrıca Sırbistan’ın Arnavutlar ve Boşnaklarla geliştirdiği iyi ilişkiler ve Türkiye ile kurduğu diyalog platformları önemli görülmektedir. Genel olarak bakıldığında Türkiye’nin Balkanlarda tartışılan “Büyük Sırbistan“, “Büyük Arnavutluk“ vb. söylem ve harita tartışmalarına mesafesi resmi olarak eşittir. TürkiyeBalkanlardaki sınır değişikliklerine şu aşamada karşı gelmektedir.
Sırbistan’ın dış politikası incelendiğinde Kosova’nın bağımsızlığının bütünüyle reddedildiği, Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyeti’nin bağımsızlık yaklaşımının ise desteklendiği görülmektedir. Sırbistan, Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrılan Slovenya-Hırvatistan gibi ülkelerle günümüze kadar gelinen süreçte daha az sorun yaşarken ya da Sırbistan bu ülkelere karşı daha yumuşak politikalar izlerken Kosova ve Bosna-Hersek politikalarında sert tutumlar sergilemesi tutarlı ya da dürüst bir politika olarak görülmemektedir. Bu yaklaşımlar Sırbistan’da Arnavut ve Boşnaklara karşı hala etnik ve dini temelli milliyetçi ve düşmanvari politikaların mevcut olduğunu göstermektedir. Bu politikaların bölge barışı ve refahı ile istikrarı için herhangi bir yararı olmayacaktır.
Balkanlarda milliyetçi duygularla hareket etmek ve kaosa neden olabilecek tutumlar sergilemek, bunun yanında “büyük“ sınırlar hayal etmek antitezlerini beraberinde getirecektir. “Büyük Arnavutluk“ hedefi “Büyük Sırbistan’ı“, “Büyük Sırbistan“ hedefi “Büyük Bosna-Hersek’i“ tartışmaya açacaktır. Bu nokta başta Sırbistan olmak üzere Balkan ülkeleri diyaloğa ve özellikle de siyasal, ekonomik, kültürel ve benzeri işbirliklerine daha çok açık olmalıdır. Türkiye’de Sırbistan ve bölge ülkelerinin kapısına her zaman barış ve refah için gitmektedir, yeni işbirliği alanları da bu minvalde tahsis edilmelidir.
Bölgede yaşanan krizlerin derinleşmeden ve de sıcak çatışmaya dönmeden müzakere edilmesi, çözüm ve tartışma platformlarının oluşturulması, işbirliğinin bölgesel düzeyde ekonomik, kültürel, hukuki vb. sektör ile alanlarda tahsis edilmesi adına bölgesel bir işbirliği platformunun varlığına da ihtiyaç duyulmaktadır. BM, AB, NATO, Açık Balkan Girişimi ya çok kapsayıcı ya da dar örgütlerdir. Ayrıca bu örgütler bölge dışı aktörlerin bölgenin iç dinamiklerine müdahale etmesine yol açmaktadır. Bölgenin sorunlarının bölgesel bir örgüt çatısı altında istişare edilmesi ve diyaloğun hep açık olması bölgedeki barış ve refahın geleceği için oldukça önemlidir.
Bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi adına “Balkan İşbirliği Örgütü“ ya da benzeri adlarla bir ulus üstü mekanizmanın inşa edilmesi her şeyden önce devletlerin diplomasi kanallarını sürekli açık tutacak bir mecra imkânı sağlayacaktır. Bu Örgütün öncüsü Türkiye olmalı; Sırbistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek gibi devletlerin yanı sıra tüm Balkan ülkelerinin üyelikleri yolunda adımlar atılmalıdır. Türkiye geçmişten beri süre gelen bölge politikasıyla ve bölgenin tarihsel ve coğrafi olarak parçası olmasıyla bu Örgütün kurulumunda ikna edici ve kabul edilebilir olacaktır.