Büyük İpek Yolu’nda yerleşen Özbekistan’ın kadim şehri Hive’ye yolumuz düşerse, oraları anlatmak bize farzdır.
Her insanın bazen tebdil-i diyar etmesi ruhuna ve bedenine iyi gelir. Bizler 2020 ve 2021 yılları arasında bunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. Dünya bir salgın ile mücadele ederken, “evde hayat var” slogan ile hepimiz dört duvarın arasına hapsolduk. O zaman diliminde aslında dışardaki hayat ile evdeki hayatı kıyaslamaya çalıştık. Bazı şehirleri hayalimizde gezebildik sadece. Devam eden bu salgın ile aslında belki de ona alıştık, hayat bir yandan devam etmeliydi.
Dünyada pek çok kültür var, farklı dinler, diller, toplumlar, milletler, insan tüm bu kültürleri tanımak için başta kendi kültürünü tanımalı. Kendini tanıdıktan sonra hiç sorun yok, istediğin yerlere git, istediğin kadar farklı kültürlerin içinde bulun kendinden hiçbirşey kaybetmez tam aksine farklı kültürleri bile daha iyi tanımana yardımcı olur bu. Biz bizi ne kadar tanıyoruz? Her insan başta bunu kendine sormalı. Kendim, özüm, kimliğim nedir, soyum nedir…
Bizler Balkanlar’da o kadar farklı kültürlerin içinde yaşıyoruz ki bazen haliyle kültürler birbirinden etkileniyor. Bu karışıklığın içinde de bir Balkan Kültürü dediğimiz ortak bir hamur mevcut. Beş asırlık Osmanlı Devleti hakimiyeti içinde olduğumuz için bu ortak kültürün içinde Türk kültürü kendini yoğun bir şekilde göteriyor. Yemek içmek, düğün-dernek, kıyafet, müzik, sanat herşeyi etkiliyor.
Türkoloji bölümünde öğrenciyken bir ders konumuz Türk soyuydu, adı, dili, kökeni vs…Okurken insan bazı şeyleri tam anlamıyla idrak edemiyor, bu nedenle her ne zamanki yolum Türki Cumhuriyetlerinden birine düşse ayrı bir heyecan kaplar yüreğimi. Kitaplardan bir sayfayı okur gibi şehri gezmeye çalışırım. Bu yıl sabrettik ama buna değdi. 2020 Türk Dünyası Başkenti seçilen Hive şehrinin ipek yoluna bir şiir sofrası serilmişti. Türk Dünyası Şairler Buluşması, TÜRKSOY, TİKA ve Harezm Valiliği iş birliğinde Özbekistan‘ın Harezm ve Hive şehirlerinde düzenlendi. Şiir bazen birçok kapıyı açar insana. Bu gibi şiir ve şair buluşmaları aslında sadece şiir okumak için değildir, zaten şiirler kitaplarda yayınlanır, internet ağlarından da dünyaya yayılır. Burada mesele çok farklı, bu yıl aynı zamanda Yunus Emre’nin vefatının 700. yılı, ona ithafen yapılan bu faaliyet aslında bizi şairin cümleleriyle birleştirdi, “gelin tanış olalım” bu tanışma, buluşma bir su damlası gibi halkalar yayacaktı etrafına. Türki Cumhuriyetlerinden, Türkiye’den katılan şairler kervanında ben de vardım. Balkanlar’ı temsilen, vatan toprağından kopmuş şehirlerin dostluğunu taşımam gerekiyordu, farklı bir sorumluluk katıyor elbette ki bu. Ama insan nasıl ki akrabalarını ziyaret ederken heyecanlanır, özellikle yıllarca görmediklerini, öyle bir heyecan ve mutluluk vardı kalbimde. Bazen bazı duygular tazeyken yazılır belki, yazı olur, ancak bu duygular demlendikten sonra yazılınca o şiir olur.
Üsküp’ten yola koyulduğumda ilk durak İstanbul olacaktı. Bizi ilk karşılayan şehir, elini öptürür gibi sanki izin alıp uçacaktık sonra. İstanbul bu sonuçta, kendine has apayrı güzelliği ve tairhi geçmişi var… İstanbul’da farklı şairler ile buluşup ikinci durak Özbekistan Taşkent, herkes birbirine bakıyor, arada tanıdıklar da var, üçüncü durak Ürgenç, sabahın erken saatleri, gözümüzden uyku akıyor, ama her anı yakalamaya çalışan bir avcı gibi bakışlarımız etrafı süzüyor. Ürgençte bir ses, borudan gelen bir ses gibi ve defler eşlik ediyor, Karnay’dan yani çıkan bir ses ve defler ile hoşgeldiniz karşılaması tüm yorgunluğumuzu alıyor. Hemen yanında çörek ikramı. Otele doğru yolculukta şehri incelemeye koyuluyor insan. Hive şehri sanki bir tepsinin üzerinde kurulmuş, güneşin doğuşu da batışı da ayan beyan, öyle dağlarda gizlenmiyor hiç. Sarımsı bir renk var, çölün etkisinden olacak, toprağın kendine has bir rengi var, evler de yapılar da neredeyse aynı renkte. Ama benim gözüm turkuaz renkleri arıyor. Otelde dinlendikten sonra ilk ziyaretlere başladık, Agahi yaratıcı okul ziyaretimizde öğrencilerin sıcakkanlılığı, sevimliliği inanılmazdı. Sanata, edebiyata ilme verdikleri değer gözlerinden okunuyordu. Ardından Hive gezisi ile o muhteşem “açık müze” şehrine dokunmayı başardık. Hive’nin mimarinin en etkileyici bölümü içinde tek bir yeni yapının yer almadığı “İçan Kale” oluşturuyor. Eski şehrin her sokağında, her ufukta, mavi, turkuaz ve yeşil tonlarında çinilerle bezenmiş koni şeklinde minareler yer alıyor, iki katlı medreseler yanısıra, dönemin Han’ının yazlık ve kışlık sarayı, binlerce kişinin aynı anda namaz kılabildiği cami ile çok sayıda toprak rengi yapıya rastlamak mümkün. Hive’de en dikkat çeken unsur ise şehrin tamamen yatay mimariyle inşa edilmiş olması, dedim ya sanki bir sarımsı tepsinin üzerine kurulmuş. Şehirdeki “İçan Kale” açık hava müzesinin Özbekistan’ın en eski müzelerinden biriymiş, İçan Kale’de 54 tarihi mimari yapı, 360 ev mevcut ve kalede 2 bin 600 kişi yaşamakta. Kalede, Harezm’in 3 bin yıllık tarihinin maddi ve manevi kültürünü yansıtan yaklaşık 40 bin nadir yapı bulunmaktaymış.
Bütün bu güzellikleri yaşayarak görmenin verdiği keyif ile rüyamıza dalıp uyandığımız zaman yine uzun ama bir o kadar da güzel bir gün bizi bekliyordu. Şehrin içinde birçok müzeyi gezip tarihi ve ilmi konularda bilgiler edinirken bizleri misafir eden Hive Belediyesi yetkilileri de bu ziyaretler boyunca bizi yalnız bırakmadı. Harezm Mamun Akademisi ve Cumhurbaşkanlığı okul ziyaretimizde ise tarihte olduğu gibi bu bölgenin ilimde ne kadar duyarlı olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Okul baştan sonra en yeni teknoloji ile bezenmiş, Sınıflar okyanus sisteminde, cam mekânlar ile hem öğretmenin ders anlatış şekli hem de öğrencilerin disiplini ilk gözüme ilişen oldu. Laboratuarlar, fen bilimleri, kütüphane, müzik ve sanat sınıfları insanı hayran bırakacak şekilde donatılmıştı.
Ardından Ürgenç Devlet Üniversitesi’nde “Türk Dünyası Şairleri” buluşması programına iştirak ettik, salon baştan sona şiirseverler ile dopdoluydu. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye, Başkurdistan, Saha (Yakutya)’dan gelen şairler yanısıra Kuzey (Şimali) Makedonya’dan benim de olmam ayrı bir gurur verdi. Kozhogeldi Kuluev ekibimizin başındaydı, her tür sorunu anında çözüyordu. Ekber Yolchuev, Taleh Mansurov (Azerbaycan), Sayat Kamshyger, Deuletbek Baitursynuly (Kazakistan), Ayşe Paslanmaz, Kenan Çarboğa (Türkiye ), Ilgız Ishbulatov (Başkurdistan) , Maria Reshetnikova (Yakutya-Saha ) yanısıra Tahir Kahharov ve Gayret Majıd Özbekistanlı şairler de ev sahipliği yaptı. Özellikle Özbekistan Hivalı Şaire Gevher Hanımın misafirperverliği ve samimiyeti takdire değerdi. Asel ve Reykhan isminde iki pırıl pırıl genç kız da bizlere hem tercümanlık hem de rehberlik yaptı. Orada organizasyonda elinden geleni yapanlara sonsuz teşekkürlerimi sunarım hem belediye ve valilik temsilcileri hem de ulaşımda bizim için elinden geleni yapan Halilcan’a rahmet, rahmet…
Tabi ki başta TÜRKSOY’un başında bulunan Dusen Kasseinov’a, TÜRKSOY’un Balkanlar temsilcisi bizim Makedonyalı Fatih Ali’ye ne kadar teşekkür etsek azdır.
Türk Dünyası Şairler Buluşmasından sonra Ürgenç şehrini gezip oradaki sanat müzelerini ziyaret etmeye devam ettik, Komilcan Ataniyazov Evi-Müzesi ve Sanat Merkezinde yine görkemli bir karşılama, geleneksel halk oyunları ve mûsiki dinletisi ile Özbekistan sanatını daha iyi anlayabildik. Son günde ise, Ulli Havli Kompleksinde güzel bir buluşma, Özbek-Türkmen Dostluk evinde yine şiir ile bir buluşma, Ceyhun Nehri’nin enginliğinde kısa bir mola, Harezm Bölgesi müzikal Tiyatrosu ile tarihe geçmiş şahsiyetlerin sergisi ve canladırması ile son derece keyifli ve bir o kadar da dolu dolu bir zaman dilimi geçirdik.
Hive bizleri inanılmaz bir şekilde etkiledi, şehrin mimarisi zaten baştan sona bir masal gibi. İnsanların samimiyeti ve misafirperverliği Türk soyuna yakışan bir nitelikte. En yakınların gelmiş gibi en güzel sofralar kurulmuş bu kardeşliğe. İnsan kendini orada asla yalnız hissetmiyor, özellikle bizim gibi bir zamanlar vatan toprakları içinde yaşamış ama son yüzyılda o bayraktan ayrı kalmış olanları etkilememesi mümkün değil, orada kendini bir dağ gibi hissediyorsun. Ne olursa olsun asla sırtın yere gelmez, onu hissediyorsun. Savaşçı bir ruhu olan soyumuzun sanat ve ilimde de ne kadar zengin olduğunu görüyorsun. Dilimizin, Türkçemizin zenginliği, renkleri, müziğimizin ahengi hepsi öyle bir güzel harmanlanmış ki, koskoca bir birlik içinde aslında dünyada ne kadar güçlü bir milliyete sahip olduğumuzun göstergesi gibi.
Son akşam Harezm Valiliğin akşam yemeği ile toplantımız son bulsa da, o akşam yine her ülkenin geleneksel dans ve müzik gösterileri yanında bir anda Makedonya Halk oyununu da gördüğüm an inanılmaz duygulandım. Bir şekilde ülkemizin o topraklarda temsil etmenin gururu diğer yandan gösterdikleri incelik ve değer çok hoştu.
Velhasılı kelam, biz bir oldukça öyle güzel oluyoruz ki, bizler buluşunca gölgemiz dünyaya öyle bir yansıyor ki, oradan bizim şirin şehrimiz Üsküp’e dönünce kendimi o kadar güçlü hissetim ki, bütün bu buluşmaların aslında bir maksadı da o, tanışmak, omuz olmak, kardeş kazanmak ve yeniden güçlü olmak. Tüm bu gezi boyunca zaten Yunus Emre’nin vefatının 700. yılı münasebeti ile yapıldı, kulaklarımızda da “gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” mısraları çınladı…