2003’teki Selanik zirvesinde Batı Balkanlar’a yönelik ilk kez tam üyelik perspektifi sunan AB, aldığı çelişkili kararlarla bölgenin karşı karşıya kaldığı birçok sorunun daha da ağırlaşmasına sebep oluyor.
Avrupa Birliği (AB) 1950’li yıllardan bu yana devam eden uzun bir bütünleşme hikâyesi yazıyor. Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasından bu yana geçen 30 yıllık sürede Birlik hem kendi içinde reformlar yaparak “derinleşme” yönünde adımlar attı hem de yeni devletlerin katılımıyla genişleyerek -İngiltere hariç- 27 üyeli bir yapı haline geldi.
Günümüzde, Birliğin yaşadığı başta Brexit, göç ve 2008 yılında başlayan ekonomik kriz konuları olmak üzere karşılaştığı çeşitli ekonomik ve toplumsal sorunlar derinleşme ve genişleme süreçlerinin daha dikkatli değerlendirilmesini zorunlu kılıyor. Bu bağlamda AB’nin son genişleme alanı olarak Batı Balkanlar’da takınacağı tutum, Birliğin geleceği açısından kayda değer bir önem arz ediyor. Hâlihazırda Batı Balkanlar’da yer alan ülkelerden Sırbistan ve Karadağ ile müzakereler yürütülürken, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya için müzakerelerin tarihi konusunda -daha önce müzakerelerin başlaması için tavsiye kararı alınabileceği yönündeki AB açıklamasına rağmen- sorunlar yaşanıyor. Bosna Hersek ve Kosova ise AB tarafından potansiyel üye olarak değerlendirilmekte. Ancak İspanya’nın Kosova’yı tanımaması, Batı Balkanlar’daki devletler arasında mevcut sınır ve toprak anlaşmazlıkları gibi faktörler göz önüne alındığında, bu ülkelerin AB ile ilişkilerinin yönü, sadece AB’nin geleceği için değil, AB ve Balkanlar’ın güvenliği açısından da hayati derecede bir unsur teşkil edecektir. Zira Batı Balkanlar’daki olası bir istikrarsızlık durumunda 1990’lı yıllarda yaşanan kaotik siyasi ortama dönmek işten bile değil.
Fransa’nın Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın üyelik müzakerelerinin başlamasına yönelik vetosu, Batı Balkanlar’da istikrar arayışı çerçevesinde değerlendirildiğinde, AB’nin güvenilirliğini ve inandırıcılığını sarsan bir gelişme olarak öne çıkıyor.
Geçtiğimiz günlerde Fransa’nın Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın üyelik müzakerelerinin başlamasına yönelik vetosu, Batı Balkanların istikrar kazanması çerçevesinde değerlendirildiğinde, AB’nin güvenilirliğini ve inandırıcılığını sarsan bir gelişme olarak öne çıkıyor. Veto, görünüşte Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’ya karşı yapılmış olsa bile gerçekte, halen müzakerelerin yürütüldüğü Sırbistan, Karadağ ve potansiyel üyeler olarak ifade edilen Bosna Hersek ve Kosova için de olumsuz bir mesaj verilmiş oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 7 Kasım’da The Economist dergisine verdiği mülakatta NATO’nun “beyin ölümünün gerçekleştiğini”, Avrupa’nın dünyada stratejik bir güç olarak hareket etmeye başlaması gerektiğini ve daha da ileri giderek Bosna Hersek’in “saatli bir bomba” olduğunu söylemesi, Batı Balkan ülkeleri arasında hayal kırıklığını artıran bir etken oldu. Bu bağlamda Bosna Hersek, AB’nin, çoğunluğu Müslüman olan ülkeleri tam üye yapmak istemediğini ileri sürüyor. Arnavutluk ve Karadağ’ın NATO üyesi olduğu, Kuzey Makedonya’nın da üye olmaya çalıştığı bölge için, Macron’un NATO üyelerinin birbirini koruyup koruyamayacağının sorgulanmasına varan bu ifadeleri, Batı Balkan devletlerinin hem AB üyeliği hem de NATO üyeliği açısından olumsuz bir yaklaşımın göstergesi.
Balkan ülkelerinde hayal kırıklığı
Macron’un vetosu uluslararası medyada siyasi liderler, analistler ve gazeteciler tarafından sert bir şekilde eleştirilirken, Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev, ülkesinin “tarihi bir hatanın kurbanı” olduğunu, hayal kırıklığı ve kızgınlık içinde olduklarını ifade etti. Konuyla ilgili uzmanlar, AB’nin daha önce yaptığı kendi açıklamasını yalanlayan bu tutumunun Batı Balkanlar’da demokrasi ve hukukun üstünlüğünü zayıflatacak bir ortam doğuracağını, siyasi ortamın istikrarsızlaşacağını, ayrıca bu ülkelerin, bölgede gittikçe güçlenen Rusya ve Çin eksenine doğru kayma gösterebileceğini belirtiyorlar. Nitekim bu veto Kuzey Makedonya’da 12 Nisan 2020’de erken seçime gidilmesi kararıyla neticelendi. Uluslararası medyada çıkan haber ve analizlerde AB’nin müzakereler hakkındaki kararının daha şimdiden ilgili devletlerde sıkıntılara yol açtığı, Yunanistan’da Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrası yaşananların Kuzey Makedonya’da da tekrar edebileceği, erken seçim sonrası Zaev ve yönetiminin iktidardan gidebileceği yorumları yapılıyor, bunun da ülkede yeni siyasi sorunlar oluşturabileceğine dikkat çekiliyor.
Arnavutluk’ta ise Başbakan Edi Rama vetonun AB’nin kendi iç meselelerinden kaynaklandığını ifade ederken, başta Cumhurbaşkanı İlir Meta olmak üzere diğer siyasi liderler AB tarafının verdiği sözleri tutmamasından duyulan büyük hayal kırıklığını dile getiriyor, ülkenin siyasi ve ekonomik durumunun bu karardan olumsuz etkileneceğini vurguluyorlar. Arnavutluk Dışişleri Bakan Vekili Gent Cakaj AB’nin müzakereleri başlatmama kararına ilişkin olarak sadece Fransa’yı değil Almanya Başbakanı Angela Merkel’in tutumunu da eleştiriyor, müzakerelerin başlaması için daha nelerin gerektiğini Merkel’in söylememesinin bir eksiklik olduğunu savunuyor. Bu noktada Fransa ve Almanya arasında AB içinde liderlikte yaşanan örtülü çekişmenin, üye devletlerin Batı Balkanlara yönelik farklı ve çeşitli tutumlarına etki ettiğini söylemek yanlış olmayacak. Batı Balkanlarda en etkili AB üyesinin Almanya olduğu düşünülürse, Almanya’da Merkel sonrası siyasi kompozisyona ilişkin çok kesin öngörülerin olmaması (22 Kasım 2019 tarihinde yapılacak Hıristiyan Demokrat Parti [CDU] Kongresi’nde Merkel’in yerine kimin geçeceği kararlaştırılacak) bölgeyle ilgili AB tutumunu biraz daha belirsiz hale getirmekte.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Batı Balkan ülkelerinin Birliğe aidiyetini kabul ediyor ve bölgenin geleceğinin AB’de olduğunu açıkça söylüyor olsa da, bu devletlerin AB’ye üye olabilmesi için özellikle göçle ve yolsuzlukla ilgili problemlerin çözülmesi gerektiğini vurguluyor. Fransa’nın Hollanda ile birlikte, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile üyelik müzakerelerinin başlama konusunda acele edilmemesi yönünde Brüksel’e yaptığı baskılar, bu devletlere yönelik üye devletlerin politikalarını da etkiliyor, neticede bölgeye yapılacak yatırım ve yardımlarda sorunlar yaşanıyor. Esasen Birliğin genişlemesi konusunda genel olarak şüpheci bir yaklaşıma sahip olan Fransa geçen yıl Sofya’da yapılan Batı Balkanlar Zirvesi’nde çok hızlı bir genişlemenin Birliğe zarar verdiğini, öncelikle AB’nin kendi içindeki reformlara odaklanması gerektiğini savunmuştu. “Halkalar Avrupa’sına” inanan Macron, Lizbon’da yapılan AB Zirvesinde üyeliğe yönelik üç potansiyel halkaya işaret etmişti. İlk halkada çok derin mali, sosyal ve ekonomik birliğe sahip bir çekirdek; ikinci halkada güçlü bir tek pazar oluşturan çekirdek; üçüncü ve son halkada ise değerler ve ekonomik özgürlük birliğinden oluşan çekirdek bulunuyor. Bu görüşe göre Batı Balkan ülkeleri AB’ye aşamalı olarak entegre olmalı ve ilerleme kaydettikçe en içteki halkaya doğru yollarına devam etmeli.
AB’nin çelişkili kararları
AB’nin Balkan ülkelerinin üyelik perspektifiyle ilgili çelişki tutumu, tam üyeliği belirsiz bir geleceğe ertelerken paradoksal biçimde Batı Balkanları tam üyelik kriterlerini sağlamaktan uzaklaştırıyor.
2003 yılında Selanik’te yapılan AB Zirvesi’nde Batı Balkanlar’a yönelik ilk kez tam üyelik perspektifi sunan AB, 2025 yılına kadar bu altı ülkeyi tam üye yapmayı hedefliyor. Ancak AB kendi sunduğu bu perspektife rağmen aldığı çelişkili kararlarla bölgenin karşı karşıya kaldığı birçok sorunun daha da ağırlaşmasına sebep oluyor. Sırbistan ve Kosova, Kuzey Makedonya ve Yunanistan arasındaki ikili anlaşmazlıklar, bölge ülkelerindeki yüksek işsizlik oranları, göç, etnik milliyetçilik gibi ekonomik ve toplumsal sorunlar Batı Balkanların geleceğini ciddi biçimde tehdit ediyor. AB’nin bölgeye yönelik çelişkili açıklamaları ve çoğunlukla bu ülkelerin yerine getirmesi gereken şartlara dair beklentileri tam üyeliği havuçtan çok sopaya dönüştürüyor, aslında hiç gelmeyecek belirsiz bir geleceğe erteliyor. Dolayısıyla AB’nin bu ikircikli tutumu paradoksal bir biçimde Batı Balkanülkelerini tam üyelik kriterlerini sağlamaktan uzaklaştırıyor.
Batı Balkan ülkelerinin ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak içinde bulundukları zor koşullar dikkate alındığında AB’ye tam üyelik hayallerini daha ne kadar devam ettirebilecekleri, doğal olarak Rusya, Çin, Körfez ülkeleri gibi bölgedeki diğer aktörlerin politikalarına da bağlı olacak. Konuyla ilgili uzmanların analizlerinde, AB’nin Batı Balkanlar’ın tam üyeliğiyle ilgili verdiği sözleri tutmamasının bu ülkelerde meydana getirdiği hayal kırıklığının negatif sonuçlar doğuracağı ve AB’nin beklentisinin aksine, istikrarlı ve güvenli bir ortama yol açmayacağına işaret edilmekte.
AB liderleri birkaç hafta sonra, aralık ayında düzenlenecek zirvede genişleme konusunu yeniden ele alacaklar. Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın beklediği olumlu haberlerin çıkması, AB’nin bu ülkelerin tam üyeliklerini mümkün olduğunca ileri bir tarihe yönlendirme politikası göz önüne alındığında çok zor görünüyor. Bir süre sonra görevi bitecek olan AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in de söylediği gibi AB’nin saygı görmesi için, elbette verdiği sözleri tutması gerekiyor. Ancak bölgenin bütünü açısından AB’ye saygı duyulmasından daha önemlisi, Avrupa’da kalıcı bir barış ve istikrarın sağlanabilmesi için AB’nin kendi sorumluluklarını yerine getirmesi ve yapıcı politikalar üretmesidir. Aksi takdirde, söz konusu altı ülkeye vaat edilen tam üyelik perspektifiyle birlikte, Balkanlar’da istikrarlı bir ortamın sağlanması da hayal olacaktır.
[Dr. Nurgül Bekar Kastamonu Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
AA