Anlaşılan o ki çocuklar için hayat zaten bir savaşa dönüşmüş. Temmuz ayına girdiğimiz günden beri kaybolan çocuk haberleri ve bulunan ölü çocuklar ile ilgili haberleri okuyunca başta bir insan olarak sonra da bir anne olarak yüreğime bir ağırlık çöktü. Genelde tüm anne babalar evlatların yüzüne bakınca bütün insanlık adına utandı. İki kızım var, Allah onları ve tüm çocukları iyi insanlarla karşılaştırsın, biri dokuz yaşını daha doldurmadı diğeri de dört yaşında. Ölü bulunan çocuklar kızlarımla yaşıt sayılırlar, insan ister istemez yaşanan olaylarla ilgili empati kuruyor ve onların yanında bu konuyu çok fazla dillendiremiyor, utanıyor, televizyonda haber kanallarını açmaktan çekiniyor. Sonra da “biz onları nasıl koruyacağız?” sorusu aklını kurcalıyor.
Küçük bir çocuğa bu gibi haberleri izletmenin onun iç dünyasını ne hale getirebilir diye düşündük mü hiç? İnsanlara güveni olmayan, etrafındaki insanları düşmanıymış gibi görmeye başlayan, konuşmaktan çekinen, soru sormayan, arabada cam kenarından diğer arabaları izlerken yüzüne gülücük atanlara kaşlarını çatacağı, okula gidip gelirken paranoyaklaşacaklarını, haliyle bunun ilerde bir hastalığa dönüşeceğini hiç düşündük mü? Sadece çocuklar mı, ebeveyinler de aynı zamanda koruma amaçlı onlara baskı kuracağını, aşırı kontrol etmeye çalışırken onları ezebileceği gibi sorular ve sorunlar ile uğraştım bir hafta boyunca. İnsanız sonuçta, saksıdaki bir çiçeğin bile solduğunu görünce her gün su vermeye çalışırız ve aslında onu çürütürüz. İşte bütün bunlar bu aralar herkesin gündemi. Allah hiç kimseyi evlat acısı ile sınamasın, böylesi ile sınamasın inşallah. Demem o ki, bizleri de buradan kahreden küçük Eylül ve Leyla’nın yaşadıkları son olsun, bu konuda da devletin gereğini yapacağına inanıyorum.
Temmuz ayı ve çocuklar deyince Bosna savaşı sırasında yaşanan Srebrenitsa katliamını hatırlıyoruz yine. Savaş sırasında Bosnalı bir çocuğun annesine sorduğu soru ise yürek yakıyor “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?” O çocuklar ki öleceğini ve öldürüleceğini kabullenmiş, ama canı acımasın diye “küçük kurşunlar” ile biraz da olsa kendini avutuyor. Böylesine masum çocuklara kıyanlar hangi akla hizmet ediyor anlamış değilim. Bir kısım çocuklar ölümleri vahşice olmuş ama ülkeleri savaşta değil, diğer çocuklar savaşın ortasında doğmuş ve daha hayatı öğrenmeden katledilmişler.
Bir de Temmuz ayının ortasında, ayın on beşinde, hayatlarının da on beşinde vatan için şehid olanlar var. Bana bu ayın başı hepsini hatırlattı işte. Hepsi de cennette yeniden kardeş olacaklar. Bizlere de bu dünyayı yaşanılabilir bir hale nasıl dönüşürebiliriz diye kafa yormak kalıyor. Geleceğin birer yetişkin adayı olan çocuklarımızı yetiştirirken nelere dikkat edeceğimizi, nasıl koruyacağımızı bilemez vaziyetteyiz. İyiliği öğretirken herkese iyilik yapmanın onlara zarar verebileceğini nasıl anlatabiliriz? İnsanlar ile iletişim kurmalarını öğretirken herkesle konuşmamalarını nasıl öğreteceğiz?
Bosna’da savaş başladığında tüm Balkan ülkelerinde aslında huzur yoktu, her ülke farklı sıkıntılar ile, Yugoslavya’nın dağılmasından sonra oluşan çatlaklar ile uğraşıyordu. Evet ben de o zaman çocuktum, Yugoslavya diye bir ülkede yaşıyordum. Ancak büyükler savaşmaya karar vermişlerdi. Bizde henüz bir savaş yoktu, ama aynı ülkeyi paylaştığımız Bosna’dan her gün kara haberler geliyordu, oradan uzaklaşan anne ve çocuklar Üsküp’e geliyordu. Dertlerini ve yaşadıklarını anlatıyorlardı, biz de çocuk aklımızla anlamaya çalışıyorduk. En çok da “Bize sıra ne zaman gelecek?” sorusunu soruyorduk. Okulda öğretmenlerimiz “şiir yazın” dediğinde konusu hep savaştı, resim dersinde “barışı” hayal edip çizmeye çalışıyorduk. Coğrafya dersinde öğretmen neyi anlatması gerektiğini bilmiyordu, “Ayrı mıydık şimdi?” ama kitaplar başka türlü söylüyordu. “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu bile bazen umutsuzluk veriyordu, “büyürsem eğer ve bir savaş olmaz ise…” ile başlıyordu tüm cevaplar.
Savaştan kaçanların hikâylerini dinlerken, hiçbiri bize anlatılan masallara benzemiyordu. Annelerin gözü önünde katledilen çocuklardan konuştuklarında annemizin eteklerine sıkı sıkı sarılıyorduk. Hayat bir savaştı aslında. O zaman Birlik gazetesi çıkıyordu burada, çocuk sayfası vardı. Ben onbir yaşındayken birkaç şiir yazmıştım, geçenlerde o gazetenin sayfalarından kestiğim şiirleri buldum. Birinin başlığı “Neden Baba?” diğeri “Ah Bosna”. İlkinde sorular sormuşum, o sorular şiir olmuş, bu savaşın nedenini anlamaya çalışmışım. En çok da dikkatimi çeken “bütün dünya haber aldı, Bosna’nın her yanı yandı” cümlesiydi. Birleşmiş Milletler, dağılan ve parçalanan bir ülkede sadece birer seyirciydi. Herkes olup bitenden haberciydi ama kimse bir şey yapamıyordu. Bunun nedenini kimbilir kaç kez sormuşumdur kendime o zaman.
Srebretnitsa katliamının ardından tam 23 yıl geçti ve her yıl olduğu gibi gömülmeyi bekleyen bedenler için yine taze mezarlar açılıyor. Dünya bu soykırıma yine sessiz. Bir ülke savaştan sonra toparlanır, yine güçlü olur ama“kurt kışı geçirir de yediği ayazı unutmazmış”. Bizler unutmadık, kimse de unutmasın. O psikoloji ile büyümüş olanlar bugün bunun yan etkilerini yaşıyor zaten. Suriye’de yaşanan savaştan kaçanlar, Balkanlar’dan da geçip Avrupa’ya giderken, sınır kapılarında yaşadıklarını görünce biz yirmi yıl öncesine ışın hızıyla geçiş yapabiliyoruz. Geçen yıllarda Ramazan ayında iftarlık ve giyim malzemesi taşırken o sınır kapılarına, Üsküplü bir bayan arkadaşım polisle burun buruna geldi. Bir anne ve kızını sınırda ayırmışlar, bizim arkadaş sinir krizi yaşadı, görevli polisin yakasına yapışıp “Kızı annesinin yanına götürün” derken kendisinin düşeceği durumu bir an bile düşünmedi. Çok şükür onlar kavuştu, bizim arkadaş da rahatladı.
Bu gibi olaylara şahit olunca ellerde bir titreme, uykularda kâbuslar ve tüm günü içe kapanık geçiren birer insan olduk. Sırf bu yüzden bile bazen “Türkiye tek umudumuz” diyoruz. Bunun nedeni sadece sevgi değil, yaşanmışlıklar ve bu topraklara vefalı olan tek Türkiye’nin olmasıdır. Bütün şer odaklı güçler birleşip size bir operasyon yapmaya kalkışıyorsa bilin ki doğru yoldasınız. Biz çektik siz çekmeyin. Bu coğrafyada yenemedikleri tek ülke var çünkü. Biz savaşta mıyız diye sorarsanız, yok değiliz, ama ellerimiz ve kollarımız bağlı, bölündük ve yönetiliyoruz işte.
Şimdi daha güçlüsünüz, bunu da ispat ettiniz, biliyoruz ki yine rahat durmayacaklar, ama biz size inanıyoruz, bir beklentimiz de yok, sadece orada bir yerde güçlü bir ülke var demek bile bize yetiyor. Bu tüm Türkler için ve tüm ümmet için yeterli bir sebep. Rahatlamak yok, çocukların güvenli yaşayacağı bir ülke olana kadar çalışmak var. Tedbiri elden bırakmak yok. Hak gelir batıl zail olur…