BIG Genel Başkan Yardımcısı İsmet Mısırlıoğlu, bu haftaki yazısında Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılması konusunu değerlendirdi.
Almanya medyası bildim bileli Türkiye’yle uğraşır.
Bunu sadece Erdoğan dönemine bağlamak yanlış olur. Fakat son yıllarda doruk noktasına ulaştığını söyleyebiliriz. Eleştirinin ve saldırganlığın dozajının ciddi şekilde arttığına şahit oluyoruz.
Çiller, Özal ve Mesut Yılmaz’ın başbakanlıklarında da Almanya, Türkiye’ye saldırmaktan hiç geri durmadı.
O zamanlardan akıllarda kalan en büyük tartışma konusu Özal’ın Almanya’dan satın aldığı tankları PKK’ya karşı kullanmasıydı. Helmut Kohl hükümeti, Doğu Almanya ordusu NVA depolarından kalan tank artıklarını Türkiye’ye satmış, bunları Güney Doğu’da kullanamazsınız sözleriyle bir saçmalığa imza atmıştı.
Dün Danıştay kararıyla Ayasofya’nın müzeden tekrar camiye çevrilme kararı, Alman medyasında büyük yankı uyandırmadı.
Çok tuhaf bir durum.
Siyasiler de susmayı tercih etti.
Almanyalı Türkler açısından da bu sessizlik hiç de alışılmış bir durum değil.
Yukarıdan birileri sanki düğmeye bastı ve Almanya kolektif olarak paradigma değişikliğine gitti.
SAĞ GÖSTERİP SOL VURDU
Almanya bir şeyi çok iyi başardı.
Propaganda tekniklerini muazzam kullandı.
Kendi iç sorunlarını kamuoyundan saklamanın üstesinden geldi.
11 Eylül süreciyle Batılı ülkelerde pazarlanan İslam düşmanlığı kampanyasını fırsat bilerek kanuni değişikliklere gitti ve Müslümanların dini hayatını daha da zorlaştırdı. Şu ana kadar resmen kabul edilmeyen İslam dinini temsil eden cami derneklerinin elini kolunu bağladı.
Otto Schily’nin Anti Terör Yasaları bazı şeyleri hatırlatacaktır.
Sistem, Gezi olaylarıyla birlikte Cem Özdemir gibi politikacıları kobay olarak kullanarak İslam düşmanlığının yanısıra Türkiye düşmanlığının toplumda daha yoğun karşılık bulmasını sağladı.
O zamanlar Almanya’da denetim altında tuttuğu FETÖ’çü grupların yine aynı yıl içinde mevcut hükümete karşı (2013) 17/25 Aralık’ta operasyon çekmesini keyifle seyretti.
2016 yılına geldiğimizde 43 gün içinde iki olaya şahit olacaktık.
Almanya kendi ülkesinde yaşayan Türklere ve anavatanlarına karşı büyük bir hamle gerçekleştirdi. Tarihler 2 Haziran’ı gösteriyordu.
Alman Federal Meclisi 1915 olaylarını bahane ederek Türkiye’yi Ermenilere karşı soykırım yapmakla suçladı.
Cem Özdemir’in hazırladığı ve sunduğu yasa önerisi bir karşı oyla mecliste kabul edildi. “Türk” kökenli milletvekillerinin hiçbiri bu yasa tasarısına hayır deme cesaretini gösteremedi. Yapamazlardı da. Çünkü onlar bu görev için seçilmiş özel ‘vekiller’di.
Bundan tam 6 hafta sonra ise 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyet’in en kanlı darbe girişimi gerçekleşti.
Her şey yolunda giderken Türk halkı bir anda tüm şer planlarını bozmasını bildi.
NEDEN GÜNDEM DEĞİŞTİRİLİYOR?
Almanya’nın ekonomik parametreleri iyi sayılır.
Korona dönemini saymazsak işsizlik en düşük rakamlarda.
Hükümetin üstesinden gelemediği büyük bir konu var. O da ırkçılık.
Günden güne de artıyor.
Federal ve eyalet meclislerinde güçlü siyasi temsilcileri var. Diğer partiler ırkçı AfD partisinden oy devşirmek için kimlik siyaseti yapıyor. Bu yönteme sol partiler de başvuruyor. Kimlik siyasetinin yapıldığı çalışmalarda doğal olarak ırkçı partiler oyunu artırıyor.
Bu o kadar aptalca bir strateji ki, ırkçı bir partinin Yeşiller partisinden oy afırmak için çevre ve doğa konularını seçim malzemesi yapmasına benziyor.
ALMANYA ASIL TEHLİKEYİ GÖRDÜ MÜ?
Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın bu hafta yayımlanan raporunda aşırı sağın işlediği suçlarda yüzde 10 artış var. Sayı 22 bin 300’e çıktı.
Akıllarda kalan üç saldırı:
2 Haziran 2019’da Kassel valisi Walter Lübcke cinayeti.
9 Ekim 2019 tarihinde sinagog ve Türk büfesine düzenlenen saldırı. İki kişi öldürüldü.
20 Şubat 2020’te toplu katliamı andıran Hanau baskını. Burada dördü Türk 9 kişi hayatını kaybetti.
Bu ve benzeri olaylar 22 bin rakamına kadar çoğaltılabilir. Bunlar sadece resmi kayıtlara girenler. Irkçı olarak görülmeyen yine binlerce saldırı var.
Resmi makamlar bu rakamları soğukkanlılıkla sanki hiç bir şey olmamış gibi bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaşıyor.
Okuyucu bu sıkıcı rakamlara tabi ki bakmıyor. Buna karşılık manşetlerde mülteciler ve göçmenlerle ilgili olumsuz haberleri hafızalarına kazıtıyor.
AYASOFYA NEDEN AJİTE EDİLMEDİ
Federal hükümet ve dış politika konularında tek ağız konuşan medya şunu anlamış gibi görünüyor.
Türkiye’nin üzerine gidildikçe daha bağımsız ve güçlü oluyor. İstediğini her yerde yapma gücüne kavuşuyor. Örnek olarak Türkiye’nin Suriye ve Libya politikaları, Akdeniz’de yürütülen çalışmalar gösteriliyor.
Gazeteler Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için elinde fazla kozunun kalmadığını yazıyor.
Almanya Libya konusunda Türkiye’nin yanında yer almaya çalışıyor.
Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın Almanya’nın bu konudaki tutumunu iyi bulduğunu söylüyor.
Almanya’da çıkan gazetelere bugün bir göz atınca Ayasofya hakkında yazılanların ajans haberi olmaktan öteye gitmediğini görüyoruz.
Bu esnada ne kadar da Atatürk’ü severlermiş onu da okumuş olduk.
Frankfurter Algemeine Zeitung (FAZ)’un konuyla ilgili düşüncesine başvurduğu İstanbul milletvekili Mustafa Yeneroğlu, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya’yı açmakla dikkatleri ekonomik krizden uzak tutmak istediğini belirtmiş. İkinci Fatih Sultan Mehmet olmaya çalıştığını söylemiş. Sanarsın ki, Yeneroğlu Milli Görüş hareketine hiç girmemiş, Erbakan hocanın sohbetinde bulunmamış.
Tagesspiegel masa gazeteciliği sanmasınlar diye internet üzerinden yaptığı araştırmada Ayasofya müzesine girişlerin 100 TL (13 Euro) olduğunu ortaya çıkartmış. 24 Temmuz’tan itibaren ücretsiz olarak ziyaret edilebileceğini belirtmeyi de ihmal etmemiş.
Timeturk