Priştine’de dün akşam, Yunus Emre’nin Divanı’nın Arnavutçası’nın tanıtımı yapıldı. Bu eser, doğru düşünce ve yaşamın, insan sevgisi ve adaletin yanında olanlar ve olmak isteyenler için Arnavuça dilinde önemli bir ışık.
İbrahim Arslan / Priştine
Böyle anlamlı bir tanıtım programında bulunmak benim için, yaşamımda kurduğum hayaller açısından değeri, farklıydı.
İlk okulda adını öğrendiğim, lisede tanıştığım ve bugüne kadar dostluğumu pekiştirdiğim Mehmet Akif, Mevlana ve Yunus Emre’nin Arnavutça’ya tercüme edilmeleri yönündeki dualarımın kabuluyle, yüz yüzeydim.
Balkanlarda, sevgi, saygı ve hoşgörünün körleştiğini, kin ve nefretin şahlandığını, sözde güzel yarınlar vaadiyle ve dost kıyafetiyle at koşturanların, asırlarca birlikte yaşamış,dil din farkını takmamış toplumları birbirlerine düşürdüklerini ve güzelim memleketlerini kan gölüne dönüşütrdüklerini, insanlığın insafsızlığa ezildiğini gödürkçe, Mevlana, Mehmet Akif’e ve Yunus Emre’ye susuzluğum artıyordu.
Çevremde, tamamen susuz kalmış, kurumuş beyinlerin, onlara ne kadar büyük ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. Bu devlerin şaheserlerinin, Balkanlarda kullanılan dillere, özellikle Arnavutça’ya tercüme edilmelerini çok isiterdim.
Birkaç yıl önce, on parmağında 10 marifeti olan çok değerli Dr. Mithat Hoxha (Hoca), Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ını Arnavutça’ya tercüme etmekle en büyük hayallerimden birini, ardından terüme ettiği Mevlana’nın Mesnevi’siyle ikincisi ve dün Priştine’de “Yunus Emre” Kültür Merkezi’nin katkılarıyla yapılan tanıtımına ömrü yetmeyen Mithat beyin tercümesiyle Yunus Emre’nin Divanı’nı elime almakla üçüncüsü, doğrusu hayallerim, artık gerçek olmuştu.
Tanıtıma Mithat Hoxha yetişemedi, fakat varisleri Ermir ve Bardhi oradaydılar, aynı ruhu taşıyanlar da, sunumlarıyla katkı sunan Metin İzeti, Abdullah Hamiti, Nurhan Malta da, Yunus için kurulan divanı hu diyerek, paylaştılar.
Yunus’un “Sevelim Sevilelim; Düşmanımız kindir bizim”, Mevlana’nın “Gel, gel, ne olursan ol, yine gel; İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel”, anlayışının hüküm sürdüğü Osmanlı idaresindeki üç kıtada, asırlarca huzur içinde ortak bir yaşam vardı.
Bu anlayışın körleştiği 20.asırda ise, din, dil, ırk ayrımcılığı esasınca en korkunç katliamlarının yapıldığı, milyonlarca insanın öldürüldüğü iki dünya savaşı, 90’lı yıllarda eski Yugoslavya topraklarında yürütülen savaşlarla birlikte 3 Balkan savaşı, yaşandı.
Bu yaşanan acılarda, hakikatten uzaklaşmanın payı büyüktü. Hakikatten uzaklaşmak, aslı astarı olamayan yalanlarla asırlardır dil,din, ırk farklılıklarıyla birlikte yan yana yaşamış eş, dost-komşuları birbirleriyle kırdırma çabalarının bugün hala devam ettiğini görmek ise, çok acı.
İşte bu nedenle günümüzde, “geçmişte” deyip, gerçek dışı “masallara” (tarihe) değil, Mehmet Akif’in “Sözüm odun gibi olsun, Hakikat olsun Tek” deyişindeki hakikate, ihtiyaç büyüktür.
Bu ithiyaç doğrultusunda Mevlana, Yunus ve Mehmet Akifi’in düşünce ve dili, bu topraklarda bol olsun.
Sayın Adnan İsmail’in yönetimindeki Üsküp’ün Logos Yayınevi, son 10 yıl içinde insan sevgisi, adalet ve dostu tanımlayan üç şaheseri n – Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat”, Mevlana’nın “Mesnevi” ve Yunus Emre’nin “Divan” eserlerinin Mithat Hoxha’nın bu büyük tercüme çabaları sonunda Arnavutça’larını basmakla, bu şaheserlerdeki değerleri Arnavutça okunabilir kılmış, son derece büyük bir hizmette bulunmuştur.
Bu önemli eserlerini Arnavutça gün yüzünü görmesinde olağan üstü katkılarından dolayı, Mithat Hoxha’yı saygıyla anıyorum. Bu hamurda emeği geçen herkes, takdire değerdir, diyerek noktalıyorum.