Dostoyevski “Suç ve Ceza”yı yazmış. Bense, ciddi bir yazar olsam, “Yalaka ve Falaka”yı yazardım. Dostoyevski’ye tanzirim olurdu. Dünyada herhangi bir kanunun cezasını öngörmediği suç yalakalıktır. Şiddetten, hırsızlıktan, cinayetten, yolsuzluktan daha kötü. Bireyi değil, toplumu uçurumlara sürükler yalaka. Bir de cezalandırılacağına ödüllenir. Riya ile hırsın çocuğu. Yumuşacık, her kalıba uygun, koltukta kim varsa kucağına sokulmaya hazır. Koltuk sahibine methiyeler yağdırır, över, tiz sesiyle aşkını ifade eder, gözyaşlarını döker, etrafı gözleyip putunun düşmanlarını belirler, olmasa bile uydurur. Çünkü koltuk sahibinin düşmanı olsa gerek. Koltuk sahibi onun da patronu, hatta sahibi olur. Altta koltuk, kucağında yalaka. Muhteşem ikili. Takım olarak verilir. Tek satılmaz, verilmez, alınmaz, nasip bile olmaz. avamdan birine yalakalık yapanları görmedim. Seçimler öncesi siyasiler hariç. Ama bu bir kere, tek kullanımlık. Plastik tabak-bardak-çatal-bıçak gibi. Kullan da at.
Koltuğa yerleşince, yalakaya meyyal yönetici sadece kendisinden üstün koltuklara yalakalık yapar. Koltuğuyla birlikte yeni sahibinin kucağına kurulur, işine başlar. Görevi bu onun. En tepedekinin kucağında bir yalaka ordusu olur. Kendileri arasında arada bir kavga çıkar, ölesiye bir prestij mücadelesi, bir yarışma: Kim daha iyi yapışacak. Ne yazık ki bu en üstteki, yalakaların her metihle, her tebessümle kanını emdiklerini fark etmiyor. Her kılığa girerler, kaburgaları eksik diye, her şekli kolay kolay alırlar. Yeter ki seçtikleri patronlarının kucağına otursunlar, kanıyla beslensinler. Patronun altında bir koltuğa yerleşinceye kadar. Övmeler, düşman belirlemeler, patronun karısına, çocuğuna, halasına, kızına, torununa, damadına, amcasına, etrafında kimi görse iltifatları yağdırır. Kutsallaştırır. Arkasını hazırlar. Asıl hedef oturmak. Patronun kucağında ısınıp kanı ile beslenmek. Kendisi bir kere oturunca altındakileri nasıl ezeceğini hayal ediyor. Nemli yapışkan vücudundan koku koltuk sahibinin burnuna gelirse, ceplerinde hemen hazır cevaplar var. Suçlu ihbarları, açıklamalı, gerekçeli. Kimden geldi derseniz, ondan değil. Patron şahit, onun kokusu yok ki, ne kokar ne bulaşır kendisi. O sadece rakibinin, patronun düşmanının kokusunu taşıyor, patronuna hissettiriyor. Hizmet bu. Her şey patronu ve koltuğu uğruna. Patronun ve kendisinin koltuğu uğruna!
Yalan, her şey emeceği kan uğruna. Kansız çünkü. Asalak. Babası olan hırstan aldığı miras bu. Anası riyanın genlerini var gücüyle taşıyor. Etrafta koltuk sahiplerinin kocaman resimleri arkasına saklanıp dolanıyorlar. Avamı yöneticinin adına konuştuklarına, hatta fena fi yönetici ile cezbelendiklerine ikna etmeye çalışıyorlar. Bu arada kendi işlerini çeviriyorlar. İş derken, bir bildikleri yok. On parmağında on marifet insanlar varken, bunların marifetleri, elleri, kolları, dilleri bir yalaka ve onun yan branşları. Temiz suyu bulamak, bir işi hakkıyla yapanları azarlamak gibi. Nasıl olur da dürüst, sağlam, iyi yöneticileri kandırabiliyorlar? Kocaman resimleri, sözleri, fikirleri arkasında saklanan kişilerin arkasında kimin saklandığından şüphelenmiyorlar mı? Kendi fikirleri var mı? Ürettikleri bir şey var mı? Nasrettin Hoca’nın cübbe fıkrasını, “Kral Çıplak” masalını bilmemeleri mümkün mü?
Ne mutlu sağ olanlara, yani bu dünyanın gözüyle bakanlara, bunlar bu veya şu şekilde yalakaları fark edip uzaklaştırabilirler. Fakat, maneviyat âleminde sağ olanlar, veliler, şehitler, büyük mutasavvıflar… Arkalarında fotoğrafları, ilkeleri, kutlu düşünceleri arkasında saklanmış yalakalar kendi küçük işlerini çeviriyorlar… Bunlar nasıl çarpılmaktan korkmuyorlar? Mevlana’yı, Şeyhü’l Ekber’i, Gazali’yi, Aliya’yı veya bir Tito ya da Mustafa Kemal’i kalkan olarak eline alıp ilkelerini kirleten yalakalar… Veya ilkelerinden bir kısmını ezbere öğrenip büyüklerin ismiyle tezgâh açanlar… Onlara ait tescilli marka, konzümerist dünyada büyük zatın, büyük liderin ismiyle artık ilkelerinden değil, bir köfte veya çoraptan dolayı mı sonraki nesillere kalsın? Bir lider, bir düşünür, bir Allah’ın dostu bir tatlı, pide veya köfte markasına indirgenebilir mi?
En çok kızdığım, Peygamberimizin sünneti veya Ehl-i Beyt arkasına saklanıp siyasi propagandaları adına Allah’ın kullarına, masumlara saldıranlardır. Takımını tutmayan herkese. Yaptıkları Peygamber’i, Allah’ın selamı üzerine olsun, Ehl-i Beyt’ini, sünneti, her şeyi pazar malına dönüştürmek oluyor. Çok üretmek, ucuza satmak. Hiçbiri de satılık değil, biline! Hiçbiri tüketici dünyanıza ait değil diye üçkağıtçıları falakaya vurarak haykırasım geliyor.
Fikir, akademi, din, siyaset yalakaları var. Belki daha çok da var, ben bunları saydım.
Siyasette de kamu sektöründe de akademide de yalakalıklar ağırlık bastı. Üstteki koltuk sahibinin ve yalakacının performanslarına göre davranışlar, hamleler, sözler, eserler methedilir, tekrarlanır; kitaplar üsttekilerin telif kitaplarından alınan referanslarla süslenir, dipnotlar konulur. Yeter artık diyecek bir çocuk var mı? Yeter artık, sen fikirlerimin, eserlerimin, hamlelerimin, siyasetimin temsilcisi değilsin, layık değilsin, kucağımdan defol git, sana ilkelerim üzerine bayilik vermedim diyecek lider var mı? Yalakalarını kendisinden uzaklaştıracak, yalakaların iltifatlarını dinlerken ilkelerinin, ülkesinin, dininin, bilim ve bilgisinin fikrinin uçuruma sürüklenmesini müsaade etmeyecek düşünür, siyasi, lider, akademisyen var mı? Kerbela savaşını tenis topu olarak kullanmayı önleyecek insan, Müslüman, Allah’ın kulu var mı?
Gelene kadar, çıkana kadar, seslenene kadar köşeme kenarıma çekilerek, Rabbime koltuk/şöhret hevesi ve hırsından sığınarak, yalakaları falakaya vurduğumu hayal edeceğim.
Roman yazmam.