Yabancılaşma Sorunsalı

Modernite ve modernizm ile birlikte yabancılaşma sorununa kapı açmış olduk.Kalabalıklar içinde yalnızlaşan, yalnızlaştıkça kaçan, kaçtıkça tutunacak hiçbir dalı kalmayan bireyler ortalıklarda kol geziyor.

Sosyalleşmenin, iletişimin çok yoğun yaşandığı bir çağ geçiriyor olmamıza rağmen,(ben buna kendini pazarlama çağı diyorum) her şeye uzaklaşıyoruz. İletişim; Facebook,Twitter, Whatsapp, İnstagram, sosyal mecralar hep bunu sağlamıyor mu? (!)kullanmayın demiyorum, onlar sizi kullanmasın yeter ki. Yabancılaşma, meta fetişizm; eşyaya, eşe, dosta, akrabalara en önemlisi sevgi ve aşka yabancılaştık kanımca. Sevgisiz ne kadar topluma faydalı birer birey olabiliriz sizce? Toplumu geçtim, kendi sorunlarımızı bile halledemeyen, çözüm yerine sürekli eleştiri getiren, kritikten zevk alan lakin meseleleri çözme eyleminde, gayretinde bulunmayan kahramanlar. Ben öyle değilim diyenler olacaktır mutlaka, istisnalar her zaman kaide dışıdır.

Fakat durun! Hemen ümitsizliğe kapılmayın, bizi bir araya getiren, birleştiren ve kardeş olduğumuzu en elzemi de insan olduğunuzu hatırlatan bir ramazan yaşıyoruz. Sununa doğru gelmiş olsak da, önümüz bayram olur inşallah. Ne dersiniz umut var mı?

Hakkını verirsek belki, ama öyle geliyor bana şartları biraz zorlamanız gerekiyor, çok zor süreçlerden geçiyoruz. Kaybedilmiş değerleri yeniden şahlandırmak kolay olmasa gerek.

Değerlerimiz yabancılaştı, Ali, Ahmet’iz, ama Marx gibi yaşıyoruz. Komşularımızı hiç tanımıyor gibi davranıyoruz ki maalesef tanımıyoruz. Tanışma gibi bir derdimizde yok. Asansörde, otobüste, tramvayda ve metrobüste insanlar öfkeli, yüzler asık. Küçük bir çocuğun saçını ne kadar zaman oldu okşamıyoruz?

Herkes koşuyor yetişemediğine
Yetişemeyeceğine koşturuyor nedense
Yanından geçip, güzellikleri fark etmeden
Hayatın içinden geçerek, yaşam sürmeden

Hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki, her yere koşturuyoruz. Oturarak yapamadığımız işlerimizi ayakta yapmak zorunda kalıyoruz. Bu koşturmaca içinde dostları da ihmal edince, pamuk ipliğine bağlı olan dostluklar, arkadaşlıklar, a koptu a kapacak duruma geliyor.

Tabii bu durumda yeni oluşan kabileler var (!)Sessizce bir kenarda oturan, ıssız adamlar kervanı, dünyada kendilerine yeni bir yaşam alanı oluşturan, elektronik cihazlara bağlı bir şekilde günlerini geçiren gençler etrafta volta atıyor.

Oysaki kadim kültürümüz de günlük yaşantıya bakacak olursak eğer, bunu bir örnekle somutlaştırabiliriz.
Eskilerin hatırlayıp gülümseyeceği, çeşme başı buluşmaları vardı. Sevdiğin kızı/deli kanlıyı (genci) belki görürüm diye çıkılıp güzel sohbetlerin edildiği, komşu kızına aşık olunan, gösterişten uzak o muazzam mekanlar. Şimdi ise şehirleşen köyler, köyleşen şehirlerle iç içe yaşıyoruz birbirimizden uzak. Selamsız sabahsız, habersiz, hayırlı günlerin yerini, iyi günler aldı. İyi günleri bekliyoruz, ufuk puslu, karanlık olsa da, iyi günleri bekliyoruz. Umut var olduğu sürece, yaşar insan diyerek.

Paul Auster bu konuda şöyle diyor; Modern yaşantımızın gerçeklerinden biri de insanların telefona bir tür kutsallık atfetmeleridir. Sırf telefona yanıt verebilmek için, ateşli bir sevişmeyi ya da ateşli bir kavgayı yarıda kesebilirler. Telefonu açmamak bir tür anarşi, toplumun temel yapısına karşı bir tavır olarak görülür.

Modern insanın unuttuğu en önemli meselelerden biri de ölümdür. Ölümün varlığını ara sıra da olsa hatırlasak; eşyaya olan bağımlığımız ortadan kalkacak. İhtiyacımız olmadan aldığımız onca gereksiz nesneler (küçük burjuva) özentisinden geliyor. Ölümü sadece bir yakınımızı ya da tanıdık birini kaybedince düşünmeye başlıyoruz. O da birkaç gün sürüyor. Oysaki şunu unutmamak gerekir, insan yaşarken de ölü gibi bir hayat geçiriyor olabilir. Kendine yabancılaşmış, doğaya yabancılaşmış, içtimai hayata yabancılaşmış ve sonunda bir madde bağımlısı gibi fişe takılı yaşam macerası süren insanlar var etrafımızda.

Ve sonuç: Yalanlar, kandırmalar ve bahaneler içinde geçmiş bir ömür. Doğruları bulmak için işe unuttuklarımızı hatırlamakla başlamak lazım.

Nereden başlayacağını bilemiyorsan; besmele ile başla, Bismillah diyerek.

Tarık Tufan ne güzel ifade etmiş:
“Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan,
Çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan,
Hep esirgeyen ve hep bağışlayan
Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna…’’

Read Previous

Çocukların Ramazan Bayramı heyecanı

Read Next

Medine’de patlama

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *