Yücel Şehitleri ve Yücelciler konusu uzun yıllar tartışıldı konuşuldu, araştırıldı diyemeyeceğim. Bu konu ancak Yugoslavya dağıldıktan, özellikle 90’lı yıllardan sonra, konuşulmaya başlandı bu topraklarda. Bu nedenle de henüz bazı konular aydınlanmamış, bazı konular parça parça tamamlanamayan bir ”puzzle”ın kaybolmuş kilit noktaları gibiydi. 40 yıl bu konu karanlığa gömülmüş, insanların boğazına düğümlenmiş, çiğnenmiş ve yutulmuş. Gece karanlıkta bu konuyu açmak bile tehlikeli sayılmış. Genelde Balkan özelde Makedonya Türkleri Osmanlı Devleti çekildikten sonra anlatılması çok acı birçok katliama şahit oldular, bu konu tamamen apayrı anlatılması gereken bir mevzu, savaşlar esnasında yaşanan katliamlar, göç ve sürgünler yanı sıra o dönemden sonra bunun dışında yaşanılan tüm savaşlardan sebep Türk okullarında devamlı aksaklıklar olmuş, Balkan ve I. Dünya Savaşı’ndan sonra da nice okullar ve eğitim kurumları da kapatılmış.
Yücel konusunu tamamen anlayabilmek için aslında biraz daha geriye bakmak gerek. Neden bu Türk aydınların derdi ve davasıydı Türkçe, keza milli ve manevi değerlerimizin korunması neden önemliydi.
Türkler, Yugoslavya’nın açtırdığı Sırp okullarına gitmeye zorlandılar. Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı döneminde ise Türkçe’nin resmi dil olarak devlet dairelerinde kullanılması yasaklandı. Okullarda sadece din derslerinin Osmanlıca alfabesi ile Türkçe olmasına izin verildi. 1921 yılında İstanbul’da basılan elifbaların buradaki okullarda okutulması da yasaklanmıştı. Kitap dâhil, oradan hiçbir şey buralara gelmesin istemişler.
Dönemin Üsküp sancağına bağlı olan Sırp amirin eğitim bakanına sunduğu bir raporu şu şekildedir: “Türklere eğitim vermeye çalışmakla devlete ve millete herhangi bir hizmet yapılmıyor. Bu güçlü silah ilk fırsatta Sırp hükümetine karşı kullanılacaktır. Hiçbir Sırp öğretmeni Müslümanlara eğitim öğretim hizmeti vermemelidir. Aksine söz konusu halk kendi yağıyla kavrulmaya bırakılmalıdır. Böylece onlar bir zaman sonra güçlerini kaybederek gerilemiş ve dolayısıyla tehlikesiz hale gelmiş olacaklardır.”
1924 ile 25 yıllarında ise Üsküp’te Kral Aleksandar tarafından “Medrese Kral Aleksandar Veliki” (Velika Medresa) adıyla ilahiyat içerikli bir okul açıldı, din medresesi yani, ama o okulda eğitim tamamen modern olup, din dersleri hariç eğitim dili Sırpçaydı. Türkçe, Latin alfabesine geçse de buradaki Türkçe dersler Osmanlıca verilmeye devam edildi. 1930’larda ise bir kararname ile Türkçe ders veren öğretmenlerin büyük kısmının görevlerine son verildi, 680 öğretmen açıkta kaldı. Bölgede öğretmen ve öğrenci sayısında artış olurken Türk öğretmen ve öğrenci sayılarında düşüş yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı döneminde de Türkçeye baskılar devam etti, ancak savaş bittikten ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 1944 yılında herkese anadilde eğitim hakkı verilmesiyle Türkçe yeniden özgürlüğüne kavuşmuştu. Türk okulları tekrar faaliyete geçti ve Makedonya genelinde yaklaşık 37 Türk okulu yeniden açıldı. 1945 yılında da ilk kez yeni Türk alfabesi yayınlandı. Ancak halktan ağır vergiler toplanmaktaymış ve göç hep devam etmiş. 1947-48 yılında Yücel teşkilatının yasadışı örgüt ilan edilmesi, birçoğunun yargılanıp ağır cezalar alması ve dört canın kurşunlanarak idamı, burada yaşayan Türklere uygulanan baskıların ne denli ağır olduğunu göz önüne seriyor. Bu o tarihi en kısa notlarla anlatılmasıdır.
Osmanlı Devleti’nden sonra bütün bu otuz yılda yaşananlardan sonra Yücel ile aslında tam da yücelmeyi beklerken, tam da rahata kavuştuk derken en son bir hamle ile kocaman bir travmanın içine düşmektir Yücelciler konusu. Evet, Makedonya Türklerin travmasıdır.
Yücelciler Kimdir?
Yücelciler, bu topraklarda varlığını sürdürmeye devam etmek isteyen iyi işler yapmaya niyetli öğretmenlerdi. Nerdeyse hepsi öğretmendi. Makedonya’da yaşayan Türkler, 1937 yılında, Şuayb Aziz Efendi önderliğinde ve Türk gençlerinin katılımıyla milli ve manevi değerlerini, örf, adet ve geleneklerini korumak ve yaşatmak üzere bir araya gelmeye başlamıştı. Türk tarihine, Türk kültür ve ananelerine daha sıkı sarılmak düşüncesiyle teşkilatlandılar ve bu amaçla fikri bir bilinç başlattılar.
Ancak bu teşkilatlanma, dönemin rejimi tarafından hiç de iyi karşılanmamış. Tam aksine onları Makedonya Türkleri içinde tehdit olarak görmüş, fikir alışverişinde bulundukları T.C Üsküp Başkonsolosu görüşmelerini büyüterek onları ajanlık yapmak ve devletin bazı bilgilerini Türkiye ile paylaştıkları iddiasını öne sürerek terör örgütü olarak ilan eder.
Yücelcilerin duruşmaları 19 Ocak 1948 tarihinde başlar ve her duruşma, hoparlörle Üsküp sokaklarında yayınlanıp, şehirde yaşayan Türkler psikolojik baskı altına alınır. Göstermelik yargılama neticesinde dört kişi; Şuayb Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer Yakup, Adem Ali medeni ve siyasi haklarından mahrum ve mallarının müsadere edilmeleri suretiyle idama mahkûm edilirler.
27 Şubat 1948 yılında Makedonya’da bir grup Türk aydın kurşuna dizilir. 2. Dünya savaşı sonrası dünyanın durumu ve Türkiye’nin o zaman Misak-ı Milli dışındakilere duyarsızlık ortamında Türkiye’de hiçbir yankı bulmayan bir entelektüel soydaş katliamıdır bu. Hiç kimsenin haberi olmaz. Yücelciler ismi Türkiye’de çok sonraları duyulacaktır…
Yücel konusunun aydınlığa kavuşması hakkında yapılan çalışmalara bakıldığında karşımıza evet birkaç araştırma ve kitap çıkar. Onlar da Yıldırım Ağanoğlu’nun kitabı, bir Yücelci olarak Mehmet Şerif Ardıcı’nın anılarını yazdığı kitap, bazı gazete ve dergilerde yayınlanan yazılar, Yücelci olan Refik Özer’in mülakatı, son dönemde çıkan Ercan Türksoylu’nun kitabı, bizim burada Köprü Dergisi olarak, 2006 yılın Mart sayısını Yücel dosyası olarak yayınlamış özel bir sayımız vardı (hatta o dönem bazı tepkiler de almıştık, onlar gibi mi olmak istiyorsunuz diye yani sonunuzu düşünün şeklinde bir ironi vardı), şu anda K.Makedonya Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Salih Murat’ın 90’lı yılların sonunda mahkeme sürecini takip edip incelemesi ile gün yüzüne çıkan tutanaklar ve özellikle mahkeme sürecinin video kaydı, Yücel şehidi ve teşkilatın başkanı olan Şuayip Aziz’in son olarak eşine yazdığı mektubun Eren Atala tarafından gün yüzüne çıkması gibi elimizde olan bilgilerin dışında hep bir şeyler eksik kaldı bu konuyu anlamak için.
Bu konuda Fahri Kaya Şöyle der:
“Amaçlarında ve davalarında haklı olduklarını göstermek için terörü hiçbir zaman bir araç olarak kullanmadılar. Tam tersine, Balkanların bu bölümünde eşkıya, çeteci ve terörist olanlardan çok zeval gördük. İki üç kişinin yabancı bir devletin temsilcisiyle görüşmesi, ya da buradaki Türk halkının durumu ve geleceği hakkında fikir alışverişinde bulunması yüzünden, 63 kişinin casus olarak yargılanmaları da, akla sığar gibi değil. Yargılananların büyük bir kısmını çok iyi tanıdığım için, bunların terörist veya casus olduğuna hiçbir zaman inanmadığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Tanıdığım Yücelciler mert yürekli insanlar, ahlaklı, merhametli ve saf kişilerdi. Hakimler, öğretmenler, işçiler, aydınlardı. Milliyetçiydiler ama şoven değillerdi. Onlar kaygın bir zemin ve hatalı zamanın, kısıtlı ve adaletsiz bir dönemin kurbanı oldular.”
İşte bu nedenle umut ediyorum ki, önümüzdeki zaman diliminde bu konu tamamen aydınlanacak. Özellikle Yücelcilere iade-i itibar yapılacak. Neden, çünkü onlar bu ülke için bir tehlike değildi tam aksine sadece kendi milli ve manevi değerlerine sahip çıkmaya çalışan eğitimli aydınlardı. Öğretmendi, avukattı, esnaftı, sanatçıydı…
Bu konuda Yücelcilerin Makedonya Türk Edebiyatı’na olan yansımalarını konuşacak olursak. Ya da şöyle dersek daha net olur, edebiyatımıza, eğitimimize, sanatımıza, yayın hayatımıza olacak etkilerin ve yansımaların nasıl ve neden ellerinden alındığını konuşmamız gerek.
Fahri Kaya, Yücelcilerin amaçlarını, “Yeni devlette yaratılan yeni imkânlardan tamamen yararlanarak Yugoslavya Türklerinin eğitim, kültür, sosyal ve ekonomi bakımdan gelişmelerine yol açmak, bunları toplumdaki öteki milletlerle birlikte eşit bir duruma getirmek” olarak nitelendiriyor.
Öyle ki Yugoslavya kurulduktan hemen sonra aktif bir şekilde hem kültürlerini geliştirmeye hem kitap yayınına hem de eğitime önem verdiler ve “Tefeyyüz” ile “İrfan” okullarının açılmasına da sebep olanlardı Yücelciler. Bu nedenle de bugün yani 27 Şubat 2021 yılında Tefeyyüz İlkokulu’nda Yücel Anıtı’nın dikilmesi tarihi ve bir o kadar anlamlı bir olaydır. Bu bir başlangıçtır. Bizler için tarihi bir gündür..
Bizlerin, Makedonya’da yaşayan Türklerin biliyorsunuz 21 Aralık günü Türkçe Eğitim Bayramı olarak kutlanır. Bu da resmi ve milli bir bayramdır. Yeniden Türkçe Eğitime başlama süreci 21 Aralık 1944 yılında atılır. Öyle ki o dönemde Yücelciler 23 Aralık 1944 yılında Birlik Gazetesini de çıkartmaya başlar. Redaksiyonun başında Şerafettin (Ferid) Yücelden, Refik (Şerif Mehmet) Özer ve Hüsamettin (Mehmet) Vardar var o zaman. Makedonya topraklarında Latin alfabesiyle yayınlanan ilk Türkçe gazete “Birlik” gazetesidir. İlk 4 sayısı Yücelciler tarafından çıkarılan gazete daha sonra devlet eliyle çıkmaya devam eder. Hatta bu konuda geçen yıl kaybettiğimiz Fahri Kaya detaylıca gelişen olayları açıklar, özellikle Yücelcilerin Birlik Gazetesi’nden nasıl uzaklaştırıldıkları konusuna değinir. “Dördüncü sayıya kadar “Birlik” sözün tam anlamıyla Türk halkının gazetesiydi. Ama bundan sonra gazeteye Halk Cephesi el koyuyor ve devlet 1946 bütçesinde “Birlik” için ilk defa önemli bir para ayırıyor. Nurettin Davut’un gazeteyi idare edemeyeceğini gören yöneticiler, alelacele İştip’ten Şükrü Ramo’yu getiriyor ve on yedinci sayısından başyazar olduğu gösterilirse de, gazete yedinci sayısından itibaren Şükrü Ramo tarafından yönetilmeye başlıyor. Tabii, bu sırada Yücelciler birer birer gazeteden uzaklaşıyor ve böylece daha sonraki yıllarda mahkemelik olacak gazetenin ilk yazarları ile devlet arasında ilk siyasi gerginlik başlıyor.” diyor Fahri Kaya.
Üsküp radyosunda ilk Türkçe yayın yine Yücelciler tarafından düzenlenir. Birçoğunun öğretmen olması hasebiyle gelişim ve değişimin eğitimden geçtiğini biliyor, birçok öğretmen yetiştirdikleri “Türk öğretmen kursları” da düzenliyorlardı. Açılan okullarda çocuklara “dağ başını duman almış” “10. yıl marşı” ve buna benzer türküler öğretiyorlar. Öğretmen yetiştirmek için açılan pedagojik kadronun temeli yine Yücelcilerden oluşmaktaydı. Yine eğitimle ilgili ilk ders kitabı “sevimli kıraat” başlıklı okuma kitabını hazırladılar, okullarda dağıtılmak üzere on beş bin nüsha olarak basılmış. Cezaevinde tutuklu bulundukları süre içinde bile, Üsküp Türk Tiyatrosu için tiyatro eserlerini Türkçeye çevirmiş (Branislav Nusiç’in “şüpheli şahıs” oyunu), bunun yanı sıra Türkçe – Makedonca, Makedonca – Türkçe sözlük çalışmaları yapmışlardır. Bütün bu saydığımız hatta belki de daha fazla çalışmaların birkaç yıl içinde yapıldığının burada belirtmek gerek. Baskı altında bile eğitime büyük önem vermişler. Bugün aslında yaptıklarımızı, yapmaya çalıştıklarımızı yapmışlar. Bu nedenle buradaki edebiyat aslında onların idamı ile gerilemiş, büyük bir zaman kaybı yaşatmıştır bizlere. Bu olay yaşanmasaydı bu günü düşünemiyorum bile. Birincisi Makedonya Türk Edebiyatının çok farklı bir seviyesini tartışıyor olurduk. Aynı o dönemde Meddah Medresesi mezunlarından da bahsetmek gerek, söz konusu edebiyat olunca o dönemde yazdığı şiirler ile dikkat çeken Fettah Rauf ve o dönemde yine güzel şiirler yazan arkadaşları var. Onlar da aynı şekilde 1946 yılında tavırlarıyla “yeni düzen” için “uyumlu” olmayacağını göstermiş aydınlarımızdandı. Kemal Aruçi gibi Fettah Efendi de hapis cezası almış, yazdıkları yüzlerce şiiri yakıp atmak zorunda kalmıştır. Günümüze ulaşan şiirlere bakıldığında bir Mehmet Akif, Yahya Kemal Beyatlı çizgisi buluruz. Bu nedenle bu gibi aydınlarımız o dönemde böyle şiir yazdıklarına göre eğer bu gibi tutuklanmalar idamlar sürgünler ve göçler yaşanmasaydı bugün edebiyatımız dediğim gibi Türkiye’deki edebiyat ile eşitlik gösteren bir çizgide ilerleyecekti.
Türkiye ile eşit şekilde yürümek zaten dönemin ideolojisine uymuyordu. Biz her şekilde daha geride daha sessiz ve sakin olmamız gerekiyordu. Dilde özgürlük vardı ama fikirde değil. Bu sadece Türkçe için değil diğer milletlere de uygulanan bir tavırdı. Herkes sanki aynı hamurdan çıkmış ama kendi dilinde yayınlar yapacaktı. Kalıp şiirler, belirli konularda yayınlanan kitaplar, tiyatro oyunları, radyodaki programlar, öğretmenlerin okulda çocuklara öğrettikleri her şey birbirinin aynısı olacaktı. Ama tabi herkes kendi dilinde.
Türkler ister edebiyatta, kitap yayınlarında, basımda, okulda 500 küsürlük bir geçmişi olduğu için hem de Türkçe herkesin kullandığı aydın kesimi bile belli eden bir dil olduğu için buralarda çok daha gelişmişti diğer milletlere göre. Bu kalitenin düşürülmesi gerekti ki herkes eşit olsun. İşte bizim burada dilimize verilen özgürlük ile aslında elimizden kalitemiz alındı. Yücelciler Türkçe çıkan kitapları Türkiye’den getirerek bu arada yaşanan boşluğu kapatmak istiyorlardı. Üsküp’te soylu ailelerin çocuklarıydı çoğu. Evlerinde Kuran – ı Kerim’den başka, hem Atatürk’ün “Nutuk”u, hem de Mehmet Akif’in “Safahat”ı vardı.
Altmış üç gencin tutuklanıp yargılanması Makedonya’da filizlenmeye başlayan eğitim ve kültürümüze indirilmiş büyük ve ağır bir darbe olarak geçer tarihin sayfalarına. Sadece Üsküp’te değil Makedonya’nın dört bir yanında hem öğretmenlerle irtibattaymışlar hem de onlara eğitim vermişler, tutuklanıp yargılanmalarından sonra eğitim alanında koca bir boşluk oluşmuş… “Tutuklananların yerleri, yeterince eğitimi olmayan kişilerle dolduruldu. “ diyor Fahri Kaya “Şafak Sökerken” kitabında.
Osmanlı bu topraklardan çekildikten sonra 1929 yılında Türkçe yasaklanmıştı. Türkiye’de 1928 yılında Harf Devrimi’nin hemen ardından yasaklandı. Osmanlıca yasaklanmadı ama. Bu şekilde Türkiye ile tamamen aradaki irtibatın kesilmesini istediler. Bizler sizi, siz bizi anlamayın diye. Bu nedenle bunu ön gören Yücelciler latin harfli alfabeyi öğretmenler aracılığı ile öğrencilere öğretmeye çalışıyordu. Çıkacak olan kitapları okuyabilmek için bu önemliydi. Onlar aynı zamanda Türkiye’de gelişen edebiyatı bir şekilde takip etmeye çalışıyordu, elçilikle ile irtibatlarının olması aslında öyle söylendiği gibi ajanlık ya da önemli bilgiler taşımak için değildi. Bizler bugün neler yapıyorsak aslında onlar da onu yapmaya çalışıyordu. Buradaki Türk varlığının daha refah yaşayabilmesi için uğraşıyorlardı. Bizler de devamlı Türkiye ile yakın irtibattayız, evet orada çıkan kitapları takip etmeye çalışıyoruz. Ama bugün sadece Elçilik yok bugün o kadar çok Türk kurumu var ki, aynı zamanda hem buradaki gençlerin eğitimine katkı sunan hem de çiftçinin toprağına yardımcı olan hem de burada yaşayan diğer milletlere kültürümüzü tanıtan. Şimdi bizler tehlikeli bir şeyler mi yapmış oluyoruz. O kurumlar YTB olsun TİKA olsun Yunus Emre Enstitüleri olsun bizler aslında buradaki toplumun daha da gelişmesini sağlayarak bir şekilde ülkenin de gelişmesine katkı sunuyoruz. Türkler hiçbir zaman asimile etmemiştir, tam aksine gittikleri yeri geliştirerek kalkınmasını sağlamıştır. Aslında tarihe bakınca bunu çok net görürüz. Bu nedenle bizler yıkan taraf olmadık hiçbir zaman her daim yapan taraf olduk, asla bencil olmadık. Sömürmedik, geliştirdik..
Aslında buna bakılırsa Türklere yapılan katliamlar ile aslında Balkanlar kendi ayağını kaydırmış oldu, Yugoslavya bile tam gelişirken 40 yıl süren bir rüyadan ibaretti Tito’nun rüyası. Burada farklı güçlerin etkisinin olduğunu görüyoruz. Balkanlar’da Türklerin etkisi azaltmak ile aslında yüz yılda rahata kavuştu diyebilir miyiz, hayır. Tam aksine Yugoslavya bile bölgede etkin olmaya tam başlamışken parçalandı. Bu nedenle Balkan milletleri aslında bunu derince bir düşünmesi gerek kanısındayım.
Yücelcilerin uğraşısını verdiği davaları aslında tamamen dillerini, Türkçeyi, milli ve manevi değerleri savunmaktı. Yücel kurulmadan önce burada yaşananlar aslında iç açıcı değildi. Bir bıçak gibi kesilmişti birçok şey.
Yücelciler silahı sadece yemin için kullanmalarına rağmen göstermelik mahkemede idam kararları esnasında videoda görülen silahlar 2.Dünya savaşı sırasında orada burada toplatılan silahlardan ibaretti. Bulgarlar tarafından kuşatılan Üsküp’te ve savaş esnasında kimde silah yoktu ki. Türkleri savaş zengini olarak gösterdiler ve ellerinden malları ve topraklarını almak için de bir fırsat doğmuştu. Öyle ki Yücel olayı ile hem kültürel anlamda gelişmemiz kurşuna dizilmiş hem de sesimiz kısılmış, hem de bilet parasına satılan topraklarımızı geride bırakarak göçe zorlanarak sayımız azalmıştır. Öğretmen sayısı azalmış, öğrenci sayısı azalmış, ekonomik anlamda birçok soylu ailenin ellerinden dükkanları, malları ve toprakları alınmıştır. Bu konu ne kadar yazılsa azdır, ama bir gün gelecek ve onlar tam olarak anlaşılacak ve iade-i itibar edilecektir.