Edebî okuma ve yazılarla meşgul olurken dünya gündemini de elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Bilindiği gibi Türkiye 24 Haziran’da (bugün) seçime gidiyor. Dolayısıyla, vakit buldukça hem siyasi parti liderlerinin konuşmalarını izliyor, hem de onları takip edenlerin sosyal medyaki yorumlarını okumaya çalışıyorum. Burada yaptığım okuma, araştırma ve gözlemlere dayanarak bir meseleye değinmek istiyorum: Eğitime dair yapılan yorumlar. Türkiye’de ne yazık ki çok büyük bir kitle (genellemek yanlış olur), araştırma ve sorgulama zahmetine girmeden konuşmalarını ve yorumlarını kulaktan dolma bigilerine göre yapmaktadırlar. Ayrıca muhalefet parti liderleri de oy almak için farkında olarak veya olmayarak aynı gruba dahil oluyorlar. Bu üzüntü verici bir durumdur. Buna, birçok eleştiriye maruz kalan eğitim sisteminden örnek verebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan miting alanlarındaki konuşmaları sırasında, yeri geldiğinde hem geçmiş dönemlerde çekilen kitap bulma sıkıntılarından, hem de yeni açılan üniversitelerden bahsediyorlar. Sn. Erdoğan, bu yeni açılan üniversitelerden övünerek bahsetmekte haklıdır. Çünkü geçmiş dönemlerde öğrenciler ders kitabı bile bulamazken, bugün eğitim materyallerine artık çok kolay ulaşabilmektedirler. Şimdi burada, “Peki, eğitim sistemi daha iyi olamaz mı?” sorusunu soranlar olabilir. Elbette daha iyi olabilir. Ancak, bugünkü durumu eğitim sistemine bağlamak kanaatimce yanlış olur; “Ben en pahalı ingilizce kursuna yazıldım. Hiç okumasam bile ilgilizceyi ana dilim gibi öğreneceğim” mantığı yanlış olduğu gibi. Kişisel çaba olmayınca ister Oxford’larda okuyun, ister Amerikan Kültür Merkezleri’ne gidin boşunadır. Burada esas olan kişinin kendi çabasıdır. Sn. Cumhurbaşkanı’nın demek istediği şu olsa gerek: “Artık derya önünüzde, girin ve testinizle istediğiniz kadar su alın!”
Değindiğim konuyla ilgili, Mehmet Fuad Köprülü’nün hayatının bir bölümünden alıntı yaparak örnek vermek istiyorum: Merhum Mehmet Fuad Köprülü (1890-1966) 1907 yılında hukuk fakültesine kayıdını yaptırır. Ancak, belli bir süre sonra, fakültedeki hocaları kifayetsiz bulduğu için okuldan ayrılır. Daha sonraki yıllarda, bir taraftan hocalık (öğretmenlik) yapar, bir taraftan ise okuma ve araştırmalara kendini adar. 1913 yılında daha 23 yaşındayken İstanbul Üniversitesi tarih profesörlüğüne getirilir. Daha sonra ise çok okuyup araştırmalar yaparak, Ord. Prof. Dr. unvanına nail olur. Mehmet F. Köprülü’ün bu örnek hayatı bize, her şeyin eğitim sistemine ve hocalara bağlı olmadığını, asıl meselenin kişisel çabalara bağlı olduğunu göstermektedir.
Nitekim Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki dönemlerde de eğitim sisteminin ahım şahım olmadığını söyleyebiliriz. Nihad Sami Banarlı’nın “Türkçenin Sırları” adlı kitabında bu dönemin eğitim sistemiyle iligili epey bilgi mevcuttur. O sayfalara bakabilirsiniz. Fakat, o zamanki eğitim sistemine rağmen nice ilim adamları yetişmiştir. Yani eğitimdeki problemleri sadece eğitim sistemine dayandırmak ya da bağlamak, kanaatimce yanlış olur.
Bu yazıda sadece eğitim sisteminden örnek vermeye çalıştım. Bu çoğaltılabilir. Bir milleti millet yapan tarih konusunda da, edebiyat konusunda da durum maalesef aynı! Bu durumdan kurtulmanın tek yolu; okuyarak, kişisel çaba göstererek, meseleleri kulaktan değil, araştırarak ve doğru bilgilere dayanarak yorumlamakla mümkündür.