Son dönemde Suriyeliler ve akabinde sığınmacı olarak Türkiye’ye gelenlere yönelik ırkçı söylem ve davranışların arttığına şahit olmaktayız. Bunun altında yatan sebep; sığınmacıların Türkiye’de “kalıcı” olduklarına dair inancın pekişmesidir.
Meryem Murat Yazdı…
Suriyelilerin, Filistinlilerin, Iraklıların, Katarlıların, Afganistanlıların, Doğu Türkistanlıların, Bosnalıların ve dünyanın diğer ülkelerinden gelen yabancı uyruklu vatandaşların, istedikleri üniversitede istedikleri bölüme, hiçbir koşula bağlı olmadan kayıt yaptırabildikleri iddiası, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve işsizlik sorunlarının sığınmacılar ile ilişkilendirilmesi, sığınmacılara “oy karşılığında” devlet tarafından maaş bağlandığı inancı, kiraların artmasından, marketlerdeki fiyatların yükselmesine kadar sığınmacıları sorumlu tutma çabalarının hepsi, hakîkî bir mesnede dayanmayan, anonim bir sosyal medya hesabı paylaşımlarından öteye geçmemektedir.
Sosyal medyada sığınmacılarla ilgili bu denli görüşlerin sıkça paylaşılması, Türk halkının tepkisini bir hayli etkilemektedir. Bu asılsız iddialar karşısında kendini tutamayan bir kesim, Türkiye’deki sığınmacılara yönelik korku, nefret, güvensizlik, düşmanlık, aşağılama vb. davranışların, karşıdaki insanda nasıl karşılık bulacağını düşünemeyecek kadar gözünün döndüğü de aşikârdır.
“Türkiye Türklerindir” inancından kaynaklanan bu algıda, hâlâ tarihin izlerini sürdürdüğü bir gerçektir. Bu politikanın temelinde “ülkenin gerçek sahipleri” olan milli mücadeledeki kahramanlar kastedilir iken, bugün sınırların uzağında tutulmuş “kitlenin” Türk olmak şartıyla yaşamasına izin verilmesi, zorbalıktan başka bir şey değildir.
“Sığınmacılara yönelik getirilen denize girme yasağı, faturalarına %10 zam, ucuz işçi çalıştırma, hastanede, emniyette, otobüste itip kakma gibi çirkin davranışların Türk kimliğine sahip çıkmanın değil; Türk kimliğinin ancak karalandığının bir gerçeği olabilir. Hatta Malcolm X’e göre bu bir psikolojik hastalıktır. Dolayısıyla Türk olmayanın “kaderine terk edilmeli” kaidesi köklü medeniyetimize yapılan büyük bir hakarettir.
Nitekim Türkiye; Türk, Kürt, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Laz ve diğerleriyle; Sünni’si, Alevi’si, Müslümanı ve gayrimüslimleriyle, yüzyıllar boyunca tüm insanlığı tek bayrak altında toplayan yegâne unsur olmuştur. Bunun en büyük örneği Çanakkale şehitliğidir. Bu denli bütüncül bir medeniyetin varislerinin takınması gereken tavır ise; yaşam hakkının kutsal olduğu ve bunu yok etmeye kimsenin hakkı olmadığı inancıdır. İnsanlığın ortak mirasını oluşturan, “doğal, tarihî ve kültürel'” bütün insanlığın ortak dili olarak haykırılmalıdır. Aksi tutum ve davranışlar bizi Nazilerin yolunda yürümeye sürüklemektedir.
Nazi demişken, 1960 yılların Türkiye’sinden Almanya’ya davul-zurna ile giden Türklerin karşılaştıkları ırkçılık hikâyeleri hemen hemen herkesin kafasına kazılıdır. Almanya’da Türko söylemiyle başlayan ırkçılığın, iş hayatından tutun, eğitim, din, kültürel, sosyal hayata kadar süren ikinci sınıf muamelesi gurbetçi aileleri ne denli rahatsız ettiyse, bugün Türkiye’ye gelmek zorunda kalmış insanların yaşadığı psikolojik durum birebir aynıdır.
Peki, bu ülke hakikaten kimin ülkesi?
Bu ülke: Balkanlarda bulunan Müslümanların, ırk ve dinî kimliğini Türklük adı altında yaşamaya çalışan Balkanlıların ülkesi.
Türkiye, olası bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığında ayaklanan Kosovalıların ülkesi. Bulgaristan’da “Türküm” diyerek dinini, ırkını yaşamaya çalışan, ancak yaşama hakkı verilmeyen Fadimelerin ülkesi. Yunanistan’da anavatan için ağzı dualı olan tüm ninelerin ülkesi. Hemen her cuma hutbesinde arkasına Türk bayrağını alarak, ellerimiz anavatan için kalksın! komutunda bulunan Arnavut imamların ülkesi. 15 Temmuz’da Türkiye’ye bir mermi daha sıkılır korkusuyla sabaha kadar uyumayıp meydanlarda nöbet tutan Üsküplülerin ülkesi. Türkiye cumhurbaşkanını görkemli bir törenle karşılayan Boşnakların, Sancaklıların ve Bosnayı Türkiye’ye emanet eden Alia’nın ülkesi.
Ayrıca, Bugün Türkiye Cumhurbaşkanını dünya lideri ilan eden Afrikalıların ülkesi. Türkiye’nin en zor gününde, biran bile olsun düşünmeden parmağındaki alyans yüzükleri gönderen Pakistanlıların ülkesi. Dombranın tellerine her vurulduğunda yüreği titreyen Kazakistanlıların ülkesi. “Yemen Türküsü” her dile geldiğinde ağıt yakan Yemenlilerin ülkesi. Mehmetçik ne zaman savaşa girse onları yalnız bırakmayan Filistinlilerin ülkesi. Suriye’de bir evim var, eğer hâlâ duruyorsa Türk askerine hediyemdir diyen Haleplilerin ülkesi. “Türk yardım götüren değil beklenendir” diye şarkı söyleyen Azerilerin ülkesi ve dahi “Türkiye Türkiye’den büyüktür” inancını benimseyen herkesin ülkesi.
Öyleyse, hepimizin Türkiye’si için yaşam hakkının güvence altına alındığı toplumsal barışı kurmak adına işe “ırkçı” yaklaşımları ayıklamak ve aşmakla başlamalıyız; çünkü herkesin bilmesi gerekir ki Türkiye, bütün yurttaşların ortak varlığı ile ayakta durandır.