Kamuoyu yoklamalarına bakıldığında Balkanlarda AB’yle ilgili şüpheler artarken Türkiye’ye ilgi istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Bölgede siyasi değişimler yaşansa da Türkiye vazgeçilmez bir aktör olarak pozitif imajını koruyor.
Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, sonrasında ise Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun peş peşe Balkanlara yaptığı ziyaretlerle gündemdeki yerini aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan beraberindeki heyetle önce Bosna Hersek’te, ardından da Karadağ’da resmi temaslarda bulundu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise Sırbistan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Görüşmelerde, ticari ve siyasi alanlardaki ikili ilişkiler masaya yatırıldı.
İlginçtir ki bu seyahatlerde aşı diplomasisi, altyapı çalışmaları, ülkelerin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreçlerinin desteklenmesi, ticaret hacminin artırılması, soydaşların yaşadığı sorunlar gibi önemli meselelerin ötesinde Bosna Hersek’e bağlı bir entite olan Sırp Cumhuriyeti’nin eski Cumhurbaşkanı Milorad Dodik’in açıklamaları dikkati çekti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Saraybosna’da, Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Zeljko Komşiç ve Konsey Üyeleri Şefik Caferoviç ve Milorad Dodik ile görüştü. Bu görüşmeden sonra yapılan basın toplantısında söz alan Dodik, “Batı, yani AB ülkeleri Bosna Hersek için bir şey yapmıyorlar, bu nedenle Bosna’nın geleceği hususunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güveniyorum.” diye konuştu.
Arap Baharı, Türkiye’deki terör olayları, Suriye sorunu, mülteciler krizi ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi sayısız mesele Türkiye’nin kendi iç politikasıyla daha fazla meşgul olmasına sebep olsa da Balkanlarla kurduğu yakın ilişki istikrarlı bir şekilde sürüyor
Şu bir gerçek ki, Balkanlı liderlerden, siyasetçilerden ve toplumun genelinden bu minvalde açıklamaları sıkça duyuyoruz. Peki Balkanlar, Türkiye’ye neden güveniyor?
Balkanlar Türkiye’ye neden güveniyor?
Son yıllarda Avrupa siyasetinde ilginç değişimler yaşanıyor. Almanya’da eylül ayı itibariyle Merkel’in siyaseti bırakacak olması, Fransa’da seçimlerin yaklaşması ve Avrupa’nın birçok ülkesinde aşırı sağın yükselişe geçmesiyle Balkan ülkeleri kendilerini umutsuz hissediyor. Çünkü Avrupa siyasetindeki bu içe kapanma, göçmen karşıtlığı yarattığı gibi genişleme politikasını da baltalıyor. Eurobarometer’ın 2018 yılında yaptığı kapsamlı araştırma, AB vatandaşlarının yüzde 45’inin genişlemeye karşı olduğunu gösteriyor. Ülkeler tek başına incelendiğinde ise rakamlar daha yukarıya çıkıyor. Örneğin, Eurobarometer’ın 2019 yılında yayınladığı anket çalışmasında Alman vatandaşlarının yüzde 57’si genişlemeye karşıyken, Fransa’da bu oran yüzde 58’e, Hollanda’da ise yüzde 60’a ulaşıyor. Bu rakamların Avrupa’da değişen siyasi iklimle birlikte daha da artacağı düşünülebilir.
2003 yılındaki Selanik Zirvesi’nde Balkanları Avrupa’nın bir parçası olarak gördüğünü ifade eden ve genişleme sürecinin Balkan ülkelerini de kapsayacağının sözünü veren Avrupa, Balkanların uzun ve yorucu üyelik serüvenini belirsizliğe terk etti.
2003 yılındaki Selanik Zirvesi’nde Balkanları Avrupa’nın bir parçası olarak gördüğünü ifade eden ve genişleme sürecinin Balkan ülkelerini de kapsayacağının sözünü veren Avrupa, Balkanların uzun ve yorucu üyelik serüvenini belirsizliğe terk etti. Avrupa’da genişleme karşıtlarının oranı arttıkça Balkan ülkelerindeki hayal kırıklıkları da o nispette büyüyor. Örneğin, Fransa, Danimarka ve Hollanda’nın Arnavutluk’un AB üyelik sürecini veto etmesinden yorulan Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, önceki aylarda AFP haber ajansına verdiği demeçte, “Arnavutluk Avrupa’nın kapısında durup açılması için ağlamayacaktır.” dedi. Aynı şekilde Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç, pandeminin başlarında AB’den yardım görmemelerini, “Avrupa dayanışması bir peri masalıdır.” sitemiyle dile getirdi.
Kamuoyu yoklamalarına bakıldığında ise Balkanlarda AB’yle ilgili şüpheler artarken, Türkiye’ye ilgi istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Örneğin, Sırbistan’da Türkiye’ye duyulan güven son yıllarda artma eğiliminde. Avrupa Dış İlişkiler Konseyinin (ECFR) Ağustos 2021’de yaptığı çalışmaya göre, Sırbistan vatandaşlarının yüzde 12’si Türkiye’yi Sırbistan’ın çıkarları ve değerlerini paylaşan bir “müttefik ülke” olarak görüyor. Türkiye, Çin ve Rusya’dan sonra üçüncü sırada yer alıyor. Aynı kategoride Sırbistan vatandaşları AB’yi yüzde 11, İngiltere’yi ise yüzde 7 oranında müttefik ülke olarak değerlendiriyor. Ayrıca vatandaşların yüzde 56’sı Türkiye’nin “gerekli bir partner” olduğunu ifade ediyor.
Türkiye açısından ise son 20 yılda Balkanlar, Türk dış politikasının önemli bir parçası haline geldi. Arap Baharı, Türkiye’deki terör olayları, Suriye sorunu, mülteciler krizi ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi sayısız mesele Türkiye’nin kendi iç politikasıyla daha fazla meşgul olmasına sebep olsa da Balkanlarla kurduğu yakın ilişki istikrarlı bir şekilde sürüyor. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Türkiye Maarif Vakfı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk Hava Yolları (THY), Halkbank ve Ziraat Bankası gibi yumuşak güç ve kamu diplomasisi kanallarının tüm unsurları faaliyetlerine devam ettiği gibi Türk iş insanlarının yürüttüğü altyapı ve yol projeleri de ilişkileri geliştirmeye yardımcı oluyor.
Türkiye için bölgede barış ve istikrarın baki olması, kendi iç ve dış politikası kapsamında değerlendirildiğinde elzem olduğundan, yıkıcı değil yapıcı bir vizyona sahip
Balkanlarda siyasi değişimler yaşansa da Türkiye vazgeçilmez bir aktör olarak bölgedeki pozitif imajını koruyor. Bunun sebeplerini beş ana başlık halinde özetleyebiliriz:
1. Türkiye, herhangi bir siyasi dayatmada bulunmuyor. Bölge ülkelerinin iç ve dış politikaları kapsamında verdiği kararlara dışarıdan müdahale etmiyor. Bu da Türkiye’yi her daim bölge ülkelerinin yanında olan bir ülke konumuna yerleştiriyor. Bilindiği üzere; AB, ABD ve Rusya gibi Balkanlarda aktif olan güçler yardım karşılığında bazı şartların yerine getirilmesini talep ederek, kendi istekleri doğrultusunda iç siyasete ve bölge siyasetine yön verebiliyor. Bu tarz girişimler Balkan toplumları tarafından onur kırıcı olarak değerlendirilebiliyor.
Örneğin, Mayıs 2021’de Avrupa Üniversitesi Enstitüsü tarafından düzenlenen bir konferansta Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, o sıralarda hâlâ devam eden Türkiye -Yunanistan gerginliğini hatırlatarak, “Yunanistan’la olan anlaşmazlıklarda müdahale etmemiz için Türkiye tarafından tek bir girişim bile olmadı” açıklamasını yapmıştı. Türkiye’nin aksine Yunanistan ise Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin haklarını göz ardı ederek Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların kullanımı konusunda Avrupa ve Balkanlardan birçok devleti yanına çekmek için sert ve baskıcı açıklamalarda bulunmuş ve tepki toplamıştı.
Diğer taraftan Türkiye Mart 2021’de Kudüs’te Büyükelçilik açan Müslüman çoğunluklu ilk ülke olan Kosova’yı kınadı fakat ilişkileri sekteye uğratacak herhangi bir yaptırımda bulunmadı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan Temmuz 2021’de “Kosova’yı tanıyan ülkelerin sayısını arttırmak için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Şu anda 114 olan sayıyı daha da artıralım istiyoruz.” şeklinde yaptığı açıklama ile Kosova’ya olan desteği, Kudüs meselesi sebebiyle çekmeye niyetli olmadıklarını gösterdi.
2. Dış politikasının “bölgesel sahiplenme” ve “kapsayıcılık” ilkeleri gereği Türkiye, bölgedeki pozitif gelişmeleri yakından takip ediyor ve bölgenin kendi sorunlarını çözebileceği her türlü girişimi destekliyor. Örneğin, Yunanistan ve Makedonya arasında 27 yıl süren isim sorununu bitiren Prespa Anlaşması ve Ocak 2019’da Makedonya’nın kendi ismini Kuzey Makedonya olarak değiştirmesi, Türkiye tarafından olumlu karşılandı.
Diğer taraftan Türkiye 1 Temmuz 2020 ve 30 Haziran 2021 tarihleri arasında Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci’nin (GDAÜ) dönem başkanlığını üçüncü kez üstlendi. Dönem başkanlığı sırasında “Komşular Birlikte Görür” (Neighbours SEE Together) sloganını kullanan Türkiye, bölgeye yönelik bütüncül bakış açısını tekrarlayarak, birlik ve beraberlik mesajları verdi. Kasım 2020’de Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan ve Türkiye-Bosna Hersek-Hırvatistan üçlü mekanizma toplantıları GDAÜ kapsamında yapıldı. 2010 yılında başlatılan ve Türkiye’nin Balkanlara yönelik dış politika ilkelerinin temel parametrelerinden birini oluşturan bu mekanizmaların devam etmesi önemli. Türkiye ayrıca bölge ülkelerinin Avro-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmesini de destekliyor.
3. Türkiye bazı devletlerin aksine başlattığı projelerle ve bankacılık sektörüyle ekonomik bir tahakküm yaratmaya çalışmıyor. Türkiye bölgede -Richard Rosecrance’ın uluslararası ilişkiler literatürüne kattığı bir kavram olarak- “ticaret devleti” konumunu pozitif yönde devam ettiriyor. Pandemiye rağmen ticarette önemli düşüşler yaşanmamış, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin verilerine göre Balkan ülkelerine 2020’nin ilk 10 ayında 10 milyar 213,6 milyon dolarlık ihracat yapılmıştır. 2019’un aynı döneminde bu rakam 11 milyar 40,5 milyon dolardı.
Türkiye bankacılık sektörünü bir yumuşak güç aracı haline getiriyor. Kazan-kazan ilkesi çerçevesinde hem bölgenin hem de yatırımcıların faydasına olan işlerde teşviklerde bulunuyor. Örneğin, Halkbank ve Ziraat Bankası bulundukları ülkelerdeki finans sektöründe oyun değiştirici konumlara geldiler. Bugün Makedonya’da 43 şubesi bulunan Halkbank, Sırbistan’da ise 34 şubeye sahip. Türk bankaları bölgedeki müşterilerini ve kredi kullanıcılarını her geçen gün artırdığı gibi yerel KOBİ’lere ve sosyal projelere desteklerde bulunuyor. Ayrıca bölgede yatırım yapan Türk şirketlerine de vergi muafiyeti ve teşvik gibi birçok fırsat sunuyor.
4. Bazı devletlerin aksine Türkiye meselelere salt kimlik ve din boyutuyla bakmıyor. Elbette ki bölge Müslümanlarıyla daha fazla ilgilendiği söylenebilir ama her kesimi “Türkiye’nin yanında” tutabilecek bir tarihsel ve kültürel birikime sahip olduğundan Balkanlardaki çok kültürlü, çok etnikli, çok dinli toplumların muhafaza edilmesi için bölgesel meselelere dikkatli ve dengeli yaklaşıyor. Örneğin, Türkiye Balkanlarla üst düzey siyasi diyaloğu dengeli bir şekilde yürütmek amacıyla 2020 yılında Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyeti’nin fiilî başkenti ve nüfusunun ezici çoğunluğu Sırp olan Banja Luka şehrine Türk Başkonsolosluğu açtığı gibi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun son ziyaretiyle Sırbistan’ın Sancak bölgesinde Müslüman nüfusun yoğun olduğu Novi Pazar şehrinde de Türk Başkonsolosluğu açabiliyor.
Türkiye, yürüttüğü bu dengeli tutumu neticesinde Müslümanlardan destek alabildiği gibi, Dodik gibi Ortodoks Sırp milliyetçisi olan bir siyasetçinin dahi güvenini kazanabiliyor. Kosova ve Arnavutluk gibi Müslüman yoğunluklu ülkelerle ilişkileri iyi seyrederken, Katolik ve Ortodoks yoğunluklu nüfusa sahip Hırvatistan, Karadağ, Sırbistan gibi ülkelerle de ilişkileri pozitif yönde ilerleyebiliyor.
5. Türkiye için bölgede barış ve istikrarın baki olması, kendi iç ve dış politikası kapsamında değerlendirildiğinde elzem olduğundan, yıkıcı değil yapıcı bir vizyona sahip. Batı medyasında yıllarca işlenmesine rağmen Türkiye’nin bölgede gizli bir ajandası yok. Oyun bozucu bir aktör olmadığı gibi AB’nin desteklediği birçok projeye de dahil olarak Balkanların kalkınması için yük paylaşımı yapıyor. Temel mesele, karşılıklı fayda ve Türkiye’nin varlığının Balkanlarda istikrarlı bir şekilde devam etmesi. Bu nedenle Türkiye ticaret, altyapı, ulaşım, savunma sanayii, enerji, tarım gibi alanlarda projeler yürütürken sosyal ve kültürel alanlardaki faaliyetlerini ihmal etmiyor.
Sonuç olarak Türkiye, Balkanlarda yardımlaşma, diyalog ve iş birliğini esas alan bir aktör olduğundan tesis edilen yakın ilişkileri koruyabiliyor ve bölge ülkelerinin güvenini kazanıyor. Türkiye’nin coğrafi ve kültürel yakınlığının yanı sıra bölgeye yukarıda sayılan maddeler çerçevesinde sergilediği dengeli yaklaşım, Balkanlarda hükümetler değişse dahi Türkiye’yi pozitif bir aktör olarak görmelerine vesile oluyor.
[İstanbul Medeniyet Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler alanında doktora eğitimine devam eden Dilek Kütük, çalışmalarını Batı Balkanlar üzerinde sürdürmektedir]
AA