Toprağın Sesi

“Toprağın lisanını unutma” demiş meczup. Öyle diyor Gökhan Özcan bir yazısında. Ben de emanet gibi her gün dinliyorum toprağın sesini. Yokluyorum yüreğimi bu gün bana ne anlatacak diye.

Toprak demek; çok şey demek… Tarih demek, varlığını bulmak istersen. Vatan demek, özünü bilmek istersen. Ata demek, yok olmak istemezsen… İnsanın başı ve sonu demek ölümlü olduğunu unutmazsan.

Gostivar’ın “gosti” kelimesinin Makedoncada “misafir” anlamına gelmesinden dolayı “misafir var” anlamı verilmiş. Osmanlı Tahrir Defterleri’nde adına “Kozivar” olarak rastlıyoruz. Eskiden Gostivar’da bolca ceviz ağacı varmış. Velakin işin bununla da bitmediğini, kelimeyi biraz daha irdeleyince fark ediyoruz. Ertuğrul Karakuş’un çalışmaları sayesinde Gostivar kelimesinin sonundaki “var” ekini Hun Türklerinin “kaleyi belirtmek için kullandığını” öğreniyoruz. Balkanlardaki Türk varlığının Osmanlı döneminden çok eskilere, 4. yüzyıla kadar dayandığı gerçeği bir tapu senedi gibi karşımızda duruyor.

Gostivar’a, Kalkandelen’e, Üsküp’e, Ohri’ye, Struga’ya, Kırçova’ya, Debre-i Bâlâ’ya, İştip’e, Valandova’ya, Dılgaş’a, Elessa’ya ve diğer güzel diyarlara gidersek; İsa Bey camii, Saat Cami, Alaca Camii, Mustafapaşa Camii, Sultan Murat, Dükkancık Camii’nin tarihe tanıklıklarını görebilir, biraz daha yüreğimizi yoklarsak bize anlatacaklarını duyabiliriz. Gostivar’daki Türk Hamamı’nı bu gün yerinde göremesek de Bey Evi’yle Saat Kulesi tarihe meydan okuyormuş gibi dim dik duruyor. Eskiden kışları sabah namazından sonra dibinde sahlep içilirmiş. İnsanların ruhları ısındığı gibi içi de sıcacık olurmuş. Eskiden o saat çalışırmış. İnsanlar saatlerini hep ona bakarak ayarlarmış.

1683’te Gostivarlı Ebubekir Bey tarafından bugünkü Saat Kulesi’nin yanında bir cami, bir okul ve çok sayıda dükkân; Yıldırım Beyazıt Han döneminden sonra ise Gostivar’da iki kütüphane, beş  cami, iki tekke, yedi han, bir hamam, bir saat kulesi, seksen dükkân ve yediye yakın mektep inşa ettirilmiş.

Makedonya Türkleri 1912’de Balkan Savaşı’yla beraber Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının dışında kalıyor. Bu hadiseden sonra bu topraklardaki insanların ruhu kara toprak gibi yaralamıştır. İnsan, bu çıkmazda bir tercih yapmak zorunda kalıyor: Varlığını her şeye rağmen devam mı ettirecek, asimile olmaya razı mı gelecek yoksa göç yolu mu tutacak?

Gidenler, nereye giderse gitsin bir yanı hep kendi toprağında kalarak yoluna devam ediyor. Bedeni göç eden insanın ruhu hep geçmişte kalıyor. İnsan makine değildir. Yaşadığı mekânla bağ kurar. Bağını kaybeden her insan gibi köküne hasret yaşamaya mecbur kalır. Yahya Kemal,“Kaybolan Şehir”de:

Üsküp ki Yıldırım Bayazıd Han diyarıdır
Evlâd-ı Fâtihân’a onun yâdigârıdır.
Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o. 
diyerek duyulan hasrettin sancısını yansıtır.

Kalanlara ne mi oldu dersiniz?

Mehmet Âkif Ersoy’un,

Bastığın yerleri ”toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

misali, o emanet vatan yadigarına sahip çıkmak için nöbetteyiz.

Ananesiyle bağını devam etirmek isteyen, adetine tutunarak yaşatıyor varlığını. Sanatçı, sanatına sarılarak kaybolmamanın, tarihe bir iz bırakmanın kilimini dokumakta. Mahallemizdeki ayakkabı tamircisi Ali Ağabey, hâlâ Âhi bilinciyle müşterisini karşılıyor. Hayatın asıl zenginliğini idrak eden insanın kanaatkâr tavrıyla sürdürüyor yaşamını. Onu her gördüğümde Yahya Kemal’in:

Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

mısraları yerini bulmakta. Toprak demek, vatan demek; kayıp demek, acı demek, ölüm demek ama en önemlisi vazgeçmeden bir gün bir tohumla yeşereceğini ümit ederek var olmaya dair umudu devam ettirmek demek.

Read Previous

Mickoski: Batı Balkanların geleceği AB’de

Read Next

Dışişleri Bakanı Fidan, Yunan mevkidaşı Yerapetritis ile Brüksel’de görüştü