11 Temmuz 1995! Srebrenitsa soykırımının üzerinden 22 sene geçti. Aliya İzzetbegoviç’in “soykırımı unutmayın, unutulan soykırım tekrarlanır” ikazından hareketle korkunç mezalimi unutmamaya, yaşanan acıları sayılara indirgemeden hatırlamaya ve hatırlatmaya çabalıyoruz. Bu yüzden Srebrenitsa katliamına nenesiyle birlikte un ambarından şahitlik eden 10 yaşındaki Adel Şabanoviç’in hikayesini siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Seyhan YAKUP / Köprü Dergisi
“Ben Adel Şabanoviç. 10 yaşındaydım. Köyde doğup babaannem, dedem, babam ve halam ile orada yaşamıştım. Annem ben daha bebekken ölmüş. Birkaç fotoğrafı vardı ve onu hayalimde canlandırmama yetiyordu. Mutlu bir çocukluktu. Köy hayatını hiçbir şeye değişmezdim. Yeşil ile mavi arasında büyüyordum. Bir gün babaannemin çardaklıkta ağladığını gördüm. Sokakta üniformalı insanlar gördüğüm için eve koştum. İlk defa korkmuştum ama sebebini ben de bilmiyordum. “Nene” derdim babaanneme. Nene beni o halde görünce koşup sarıldı. Öksüzüm, kadersizim diyordu. Sesi hala dün gibi kulaklarımda.
O gece ev halkı konuşmu-yor gülmüyor hatta uyumu-yorlardı. O gecenin kıyamet olacağını onlar sezmişti. Ben büyük gürültülere uyanmış, ne olduğunu anlamamış sadece nenemin beni sürüklediğini ve o sırada omuzumun acısını hissettiğimi hatırlıyorum.
Kabusun içindeydim ve u-yanmak için çırpınıyordum. Sabahın geleceği benim de uya-nacağım yoktu. Nenem un ambarının içine soktu beni o da ambarın diğer gözüne girdi. Dışarıda olup bitenleri hem duyuyor hem görüyorduk. Şimdi anlatacaklarımı gözünüzün önünde canladırdığınızda, kalbiniz cız edecek. Göz yaşlarınıza hakim olamayacaksınız. Babamı gördüm avlunun ortasına getirdiler ve elleri bağlıydı. Dedemin boynuna kemer bağlamışlar sürüklüyorlardı… Halamın çığlıkları gökleri delik deşik ediyordu. Şimdi yıllar sonra kalbimin bunları nasıl taşıdığını nasıl ölmediğimi düşünüyorum. Allah’ın kararı yaşamam konusunda çıkarılmış demek. Ambarın iki farlı gözüne yerleştiğimiz için nenemin kısık sesini çok az duyabiliyordum. “Sus… geçecek… ses etme…” diyordu.
Gözlerimi ve ağzımı dizlerimle kapadığım için bakmıyordum. Sesler bir anda kesildi ve ortalık aydınlandı. Başımı kaldırdığımda alevlerin bize yaklaşmakta olduğunu gördüm. Gitmiş olabileceklerini düşündüm. Nenem “Yerinden kımıldama ve ses etme” diye uyardı. Yaktıkları ateşlerin ardından bi-rinin sesini duydum. “Şunları poşetlere sokup şuraya atalım” dedi. Bakmaya devam ettim. Siyah poşatlerden akan kanları gördüm. Kimin kanı hangi poşetten sızıyordu anlamadım. Gömmediler. Çöp torbalarına doldurup çöp yığını gibi üzerlerini kapattılar.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Nenem çıktı ve kapağı kaldırarak dşarı çıkardı beni. “Bakma!” dedi. Elimden tuttu ve yürümeye başladık. Ormana doğru yürüyorduk. Beddualar eşliğinde KAHHAR diyordu nenem. Ne demek olduğunu anlamıyordum. Buz kesmişti kalbim. Kabustur, uyandığımda hepsi geçmiş olacak diyordum kendi kendime.
Yürürken silah sesi duyduk. Başımı çevirdiğimde 5 kişi bize doğru geliyorlardı. Nenem isyana başlamış “Vermem size öksüzümü” diye feryad ediyordu. Tam karnına tekme attılar ve biri beni elimden çekti. “Sen git kocakarı” dedi. Bana doğ ru eğildi “Al şu bıçakları yıka” dedi. İnsan kanı akıyordu bıçaklarından. Elime bıraktı. Nenem bağıra çağıra uzaklaştırıldı. Ben enseme yediğim bir tokatla kendime geldim. “Öldürün beni” dedim. Karşımdaki yaratık yıllarca yıkamadığı pis dişlerini göstererek kahkaha attı. “Sen gördüklerini ve göreceklerini anlatmak için yaşamalısın dedi” ve yüzüme tükürdü.
İnsanın özellikle 10 yaşında bir çocuğun taşıması imkansız bir yük taşıdım. Hava kararmıştı. Bir yandan babam, dedem, halam ve nenem geliyordu aklıma. Bu canileri keşke öldürebilsem, diye geçiriyordum aklımdan. Ellerime bakıyor-dum küçüktü ellerim. Boylarına bakıyordum cin gibiydiler hepsi. Yaşayacağım, dedim kendime ama sanki başka bir güç dedirt-mişti bunu bana. Yaşadım gerçekten. Köyümden çıkalı kaç saat olmuştu bilmiyorum. Ormanda birden ateş açmaya başladılar. Birkaç kadın, çocuk ve yaşlı gördüm karşımda. Kurşunlar hepsini yere serdi. Kimi başından kimi kalbinden vuruldu. Ölümle dost olmuştum sanki. Öldürdükleri her insana kahkaha attılar. Bayıldım mı yoksa uyudum mu bilmiyorum. Üşümüşüm. Gözlerimi açtığımda cesetler vardı etrafımda. Kalktım, koşmaya başladım. Açlık, acı, hüzün, korku… Sevgiden başka herşey vardı içimde. Nereye neden gittiğimi bilmeden saatlerce koştum. Bir suyun aktığını gördüm. Yüzümü ellerimi yıkadım. Bir anda ne kadar çıkarsa bir insanın sesi o kadar ALLAH diye bağırdım. Gözyaşım durmuyordu. Dilimde sadece ALLAH vardı. Sabah koşarak çıktığım yolun nereye varacağını bilmeden yavaşlatmıştım adımlarımı. Sesler duymaya başladım.. mideme bir acı saplandı saklandım. Dinledikçe ağlayan sesi tanıdım. Nenemdi ağlayan. Koştum ve önümde 14 kişi ile birlikte nenem duruyordu. Gözlerine inanamıyor sürekli “Yarabbim nedir bu?” diyordu. Sarıldım. “Nene benim” dedim. “Nene ben ölmedim” dedim. Acı ile şükür bir aradaydı. Durmadık yürümeye devam ettik. Srebre-nitsaya vardık. Nerden bilebi-lirdik cehennemin başka kapıları olduğunu. Kalabalığa vardık. Yüzlerce binlerce insanın ara-sındaydık artık. BM bize artık güven içinde olduğumuzu söylediklerinde sevinç çığlıkları duyuluyordu. Artık esirsiniz yerine artık güvendesiniz dediler. İnandık. O akşam bizi trenlere doldurdular. Vagonlarda yeşe-ren umutlar toplama kampının kapısında bombalandı. Kadın ve çocuklar ayrı erkekler ayrı kamplara götürüldüler. Üniformaları ilklerinden farklı, dilleri bana yabancı bu caniler daha ilk anlardan itibaren kinlerini kusuyor, müslüman düşmanlıklarını gösteriyorlardı. Sırp-ların ve Hollandalı canavarların gözünde müslüman olan herkes Türktü. Sadece Türk kelimesini anlayabiliyordum. Direnen kadınlar kurşun yiyordu, bazıları gözümüzün önünde tecavüz ediliyordu. Gördüklerim gerçek olamaz diyordum. Ne zaman başımı kaldırsam ne-nem bağrına basıyordu. Artık hiç konuşmuyor sadece gözyaşımı siliyordu.
3 bin yıl kadar uzun gelen kara 3 kara gece o kampta kaldık. Öldürülenleri, tecavüze uğrayanları ve kendi kafasına kurşun sıkanları gördüm. Yine aynı emir yürürlüğe girmişti. “Adel Sen Yaşayacaksın”. Kaç zaman sonra cesetlerin ara-sından 23 kişi sağ çıkmıştık ve günler sonra ormanlar bitmiş biz hayata tutunmaya devam etmiştik. Süt tozu ve bayat ekmekleri gece yarısından sonra alıyor bu sıralarda keskin nişancılara yakalanmamak için dualar ediyorduk. Her gün ama her gün cesetler gördük….
“Bunları anlatırken tekrar tekrar yaşıyorum” diyordu Adel Şabanoviç.
Ağlayarak dinledik. Ona, “Adel sen bir kahramansın” de-diğimizde, “Benim adım Sreb-renitsa” dedi.”
One Comment
I was looking for another article by chance and found your article baccaratcommunity I am writing on this topic, so I think it will help a lot. I leave my blog address below. Please visit once.