Balkan-Türk ezgilerinin en önemli sanatçılarından Kanadalı Brenna MacCrimmon Başka Dergisi’ne konuştu. Bu güzel söyleşiyi ilgilerinize sunuyoruz.
Merhaba Brenna, bu müziğe nasıl başladığını ve nereden merak saldığını sorarak başlayalım…
Merhaba. Aslında çok uzun bir hikaye ama kısaca meraklıyım diyebilirim. İlk tanışmam bundan otuz sene önceydi. Toronto’daki kütüphanede o zamanlar taş plaklardan, long playlerden bulup dinliyordum. Balkan, Rumeli ve Türk müziği tınıları beni kaptırdı, kendine çekti ve yavaş yavaş incelemeye, öğrenmeye başladım.
Başka bir Balkan Edebiyatı dergisi, sen Balkanları karış karış gezmiş ve Balkanları sadece müziğiyle değil, tarihi, kültürü ve sosyolojisi ile incelemiş bir müzisyensin, Balkanlarda edebiyat nasıl?
Balkanlar aslında çok geniş bir yelpaze. Öncelikle Balkan ne demek bunu iyi bilmemiz gerekiyor. İçinde o kadar çok farklı dil ve kültürler barındırıyor ki; Modern, klasik hepsini bulabiliyorsunuz. Balkan edebiyatı olarak sadece İngilizceye çevrilmiş eserleri okudum. Edebiyatında da Balkanların kendine has karakterini görebiliyorsunuz.
Müziğinde edebiyatın etkileri var mı?
Edebiyat ve müzik her zaman bir birlerini beslemişlerdir. Bence farklı bir kültürden bir şarkı seslendiriyorsanız o kültürden bir şeyler öğrenmeniz gerekiyor ve bu benim için çok önemli. Şarkıların içindeki önemli karakterleri tanımanız, bilmeniz gerekiyor. Örneğin sadece müziğe bakıyorsanız yani tarihsel önemini ve edebiyatına bakmıyorsanız bir çok şeyi kaçırırsınız. Bunlar birbirine çok yakın ve bağlı şeyler. Ben balkan müziği yazmıyorum ama iş herhangi bir şarkıyı yazmaya geldiğinde, farklı sanat dallarından referans noktalarına ihtiyacınız olacaktır. Bu yüzden edebiyatı iyi bilmeniz, şiirleri iyi anlamalısınız. Müziği ve diğer her şeyi bir akarsu olarak tasvir edecek olursak eğer, bu dalları o akarsuyu besleyen kaynaklar olarak hayal edebiliriz. Yaptığınız iş küçük gibi gelebilir ama aslında daha büyük bir oluşumun bir parçası.
Balkanlarda en beğendiğin edebiyatçı kim, kimler? Ya da var mı?
Son zamanlarda Balkanlardan pek fazla bir şeyler okuyamadım. Şu sıralarda Makedon ve Bulgar halk hikâyeleri ve efsanelerinin çevirilerinin bitmesini bekliyorum. Makedoncadan çevrilen kitabın ismi 19. Yüzyılda Makedon halk hikâyeleri ve yazarı Marko Cepenkov. Bir tane de Türkçe bir kitabı bekliyorum. Kitabın ismi Makedonya ve Kosova Türk Halk Edebiyat Metinleri ve yazarı Nimetullah Hafiz. Şu sıralar yavaş yavaşta olsa türkçe olarak Elif Şafak ve Orhan pamuk okuyorum. Bunun dışında Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal her zaman için ayrı bir yere sahip. Benim için klasikleşmiş diyebiliriz. İstanbula son seyahatimde Ahmet Haşim’in eserlerinden oluşan bir cilt ve IAN Edebiyat dergisini aldım ama henüz okumaya vakit bulamadım.
Balkanlarda seni en çok etkileyen şehir hangisi?
Çok zor bir soru. Selanik ve Üsküp arasında büyük bir çekişme var. Bu iki şehir benim için çok özel yerler. Hem Selanik hem Üsküp diyebilirim.
Başka’nın 4. Sayısı Prizren dosyası olarak çıkıyor, Prizren sana ne ifade ediyor? Prizren hakkında bir kaç şey söyleyebilir misin?
Sanırım yirmi sene kadar önceydi Prizren’e gittim, dolaştım. Savaş yeni bitiyordu o sıralarda. İstasyonlarda, şehrin her köşesinde askerler bekliyordu. Oraya tek başıma gitmiştim. Bir arkadaşım manyak mısın? Sen bir kadınsın savaşın olduğu daha yeni bittiği bir yere tek başına mı gittin, diye sormuştu. Ben de gayet doğal bir şekilde evet ne olacak ki diye cevaplamıştım. Uzun süre kuzey Yunanistan’da ve özellikle Üsküp’te kaldıktan sonra bana çok çok farklı bir şehir olarak geldi Prizren. Karakter olarak birbirlerine çok yakınlar fakat bir o kadar da ayrılar aslında. Aynı zamanda Prizren’i çok çekici buldum diyebilirim. Beni dünyanın bambaşka bir parçasına adım atıyormuşum gibi hissettirdi. Bence Selanik, Üsküp gibi şehirler büyük modern şehirler ama buradan Prizre’nin modern olmadığını çıkartamayız. Prizren beni geçmişine yakın hissettirdi. Her ne kadar şehir dağın tepesinde olmasa da dağdaki yaşam kültürünü, dağ insanın hayat tarzını Prizren’de hissettim ben. Bana çok farklı duygular yaşatması çok hoşuma gitti Prizren’in. Aslında inzivaya çekilmelik bir yer kesinlikle bana o hisleri verdi kaldığım süre boyunca.
Rumeli Türküleri deyince akla gelen ilk isimlerdensin. Bir Kanadalının Rumeli Türküleri ile bu denli anılmasını nasıl değerlendiriyorsun?
Öncelikle bunu duymak benim için büyük bir onur. Ne yaptım ki bu iltifata layık oldum. Bu benim için çok güzel ve dokunaklı bir şey. Duygulanıyorum aslında böyle güzel iltifatlar alınca. Dışardan birisi olarak o bölgelerin kültürünü ve zenginliğini bilemiyor olabilirim ama dışarıdan bakan birisi olunca da farklı bakış açılarına, perspektiflere sahip olmuş oluyoruz. Örneğin, Türk bir arkadaşımla Yunan müziği konuştuğumuzda bütün Yunan müzikleri bize aittir, Yunan arkadaşımla Türk müziğini konuştuğumda ise tüm Türk müzikleri bize aittir deyip sahipleniyorlar. Evet haklılar ama haklı da değiller aslında. İki kültür de birbirlerine bağlı kültürler olduğu için haklılar aslında. Tabi bu demek değil ki diğeri ötekinden daha üstündür. Bu kültürler birbirlerini her zaman kapsarlar ve beraber gelişirler.
Böyle durumlarda dışardan bakıyorsanız, her şeyin nasıl birbirine bağlı ve alakalı olduğunu oralarda doğup büyümüş kişilerden daha iyi farkına varabiliyorsunuz. Müzik çok zengin bir şey ve bazen şarkılardaki görüşler sizinle uyuşmuyor olabilir ama o şarkı da o kültürün bir parçası ve insan doğasının bir parçasıdır aslında. Biz sanatçılar şarkıların hikayelerini anlamak, öğrenmek zorundayız. Herhangi bir şarkıyı söylediğinizde, dinlediğinizde içinde ufak bir hikayeyi günümüze taşıyorsunuz aslında. Günümüz insanları için neleri ifade ettiğini ve devamlı öğrenebildiğimiz kadarını öğrenmek gibi bir sorumluluğumuz var aslında. Bu bir çok şeyi değiştirebilir ve ben de insanların siyasi görüşüne, kültürüne veya dini görüşüne göre bazı şeyleri şarkı söyleyerek değiştirebileceğime inanıyorum.
Dışardan biri olarak bakarsak eğer, ben o kültürdeki insanlara göre daha rahat bakış açımı değiştirebiliyorum. Bunun bana faydası oluyor tabi ki ve bence insanlar benim yaptığım müziği bu yüzden seviyorlar. Bu şekilde dinç kalabiliriz. Bu sadece benim için geçerli değil. Benim atalarım Selanik’ten veya Kumanova’dan değil. Bildiğim kadarıyla hiçbir akrabam Balkanlardan değil. Balkanlardan gelmemiş birisi olarak, benim dahil olabileceğim büyük bir mesafe var aslında. Soruya tekrar geri dönersek, insanların beni onlardan birisi olarak görmesi, dışardan birisinin, bir Kanadalının atalarının Osmanlıdan, Rumeli’den, Yunanistan’dan veya Balkanlardan olmayan birisinin o coğrafyadan birisi olarak anılması beni çok onere ediyor, çok duygulandırıyor. İnsanlar beni takdir ediyorlar ortaya çıkarttığım şeylerden dolayı. Aynı zamanda kendimi büyük bir sorumluluğa sahip hissediyorum.
Sence biz kendi Türkülerimize sahip çıkıyor muyuz?
Çok ilginç bir soru gerçekten. Örnek verecek olursak Karadenizliler sahip çıkıyorlar diyebilirim.
Lazca, Pontusca öğreniyorlar, o bölgeye gidip gözlemliyorlar. Diğer bölgelerden veya etnik gruplardan pek emin değilim. Aynı zamanda bu tarz şeyleri satmak için reklam malzemesi yapmak için son zamanlarda büyük bir çalışma var. Olabildiği kadar hızlı, büyük ve geniş kitlelere hitap ettirmeye çalışıyorlar. Ama en azından halk müziğinin fikrin gerçeklğine, samimiyetine ve güzel yorumlanmasına ihtiyacı var. Bu işi kalpten yapmanız gerekiyor. Öte yandan internet bu iş için sarf edilmiş emekleri ne yazık ki yok ediyor. İnsanlar internette buldukları ilk şeyi doğru kabul edip onunla yetiniyorlar. Doğru olup olmadığına ve ne kadar iyi yansıtıldığına bakmıyorlar. Bu şekilde yapılan doğru gerçek işleri atlamış oluyorlar. Öte yandan uluslarası bir platforma taşınmış oluyor ama ne yazık ki internetin eksileri artılarından fazla.
Balkanların o kendine has vurdumduymaz tavrı şarkılarında ne kadar yer buluyor?
Bu gerçekten çok ilginç bir soru bunun hakkında saatlerce konuşabilirim. Yabancı bakış açısıyla baktığımız soruya geri dönersek, önce dışardan sonra içerden baktığımızda büyük bir güç ve metanet var. Kadınların iş yaparken ki yada normal zamanda mırıldandıkları müziği düşündüğümde, bu bana çok ama çok güçlü bir şey olarak hissettiriyor. Bence bu tamamen geçmiş ile dünya arasındaki büyük bir bağ. Bir yandan eskiye götürürken öte yandan dünyada olduklarını hatırlatıyor. Böylelikle insanlara bir referans noktası bir ev sağlıyor.
Türkçe‘de şarkı için ”söylemek” denir ancak Türkü’de bu okumak oluyor. Türküler sence neden okunur?
Bayıldım bu soruya! Şarkı söylemek dediğinizde o şarkı büyük ihtimalle başka birisi tarafından bestelenmiştir. Türkü okumak ise eminim konuya hakim birileri tarafından, yani o türküyle ilgili gerçek bilgisi olan kişiler tarafından okunmuştur ve o şekilde kalmıştır. Türküyü okumak için hissetmek gerekiyor. Satırlar ve kalpler arasında olan kişilere hitap ediyor. Türkü okuyarak aslında orada önceden olan bir şeyleri günümüze ulaştırıyoruz.
Kanada gibi çok kültürlü bir yerden Balkanlar gibi bir başka çok kültürlü yere geldin. Ancak Balkanlar yüz yıllardır böyle, Kanada ile Balkanları bu açıdan birbirinden nasıl ayırırsın veya nasıl benzeştirirsin? Farklılıkları ve benzerlikleri ile Kanada ve Balkanlar yorumu alabilir miyiz?
Şaşırtmacalı bir soru bu. Kanada çok büyük ve ulus olarak genç bir ülke. Biz balkanlardaki gibi eski bir tarihe sahip değiliz. Ama bu demek değil ki Kanada tarihi hiçbir şeye sahip değildir. İnsanların neden ulus dediklerini geçmişe dönüp baktığımızda görebiliriz. Yazılı olmayan Amerikan ve Kanada kültürü de çok geniş ama bizler bunu bilmiyoruz. Balkanlardaki insanlar 400-500 yıl önceki geçmişlerini istediklerinde ulaşabiliyorlar. Ama bizim için 100 yıl öncesi tarihi bir dönemmiş gibi geliyor. Bu çok genel bi tutum belkide ama bence balkanlar gibi derin bir tarihi olan yerler, bir yandan sizin için kaynak olurken aynı zamanda rahatlığın ilhamın ve ifade etmenin kaynağı oluyor. Bu derin tarihe karşı aslında insanları bir yandan da ayağa kalkmak istiyor. Biz ‘necessity is the mother of invention’ diyoruz. Yani buluşlar ihtiyaçlardan doğar. Çok kültürlülük size bir yandan size rahatlık, ilham verirken öte yandan bir çok kapıyı da kapamış oluyor. Bu sebeple yazarların, şairlerin, sanatçıların balkan gelenekleri için olan yaratıcılığı hem balkan kültürüne sahip oluyor hem de olamıyor.
Geçenlerde Kanada’ya bir arkadaşım geldi ve Kanada’da olduğu için çok heyecanlıydı. Yolda yürürken İslami bir vakfın Müslümanlıkla ilgili broşür dağıttığını görmüş. Bende İstanbul’da İstiklal caddesinde Hristiyan bir vakfın veya derneğin Hristiyanlıkla ilgili broşür dağıttığını hayal ettim ve aklıma broşür dağıtanların elinden broşürlerinin alındığını veya sataşıldığını belki de tutuklanabilecek olmaları aklıma geldi. Arkadaşımın veya benim Müslümanlıkla ilgili broşür dağıtılmasına karşı bir tepkimiz yok. Ama burada önemli olan nokta, Kanada’da bu mümkün. Burada insanlar çok farklı kültürlerden gelerek yaşadığı veya yetiştiği bir yer. Güzel olan her şey korunmalı. Ülkeler meyve bahçeleri gibi aslında elimizde her şeyden var sadece onları koruyup yetiştirmek bizim elimizde.
Kanada’da Balkan müziği seviliyor mu?
Balkan bando müziği için son zamanlarda popülerleşti diyebilirim. Diğer türlerdeki balkan müzikleri henüz popüler değil. Buradaki insanlar genelde İngilizce müzik tercih ediyorlar. Burada bir çok farklı çeşit müzik için farklı farklı mekanlar var. Güney Hindistan’dan, Pakistan’dan, Madagaskar’dan müzik yapmaya gelen arkadaşlarım var. Yani bu insanlar Kanada’ya gelirken yanlarında müziklerini, enstrümanlarını da getirdiler ve şuan ki Kanada’yı oluşturdular. Ama tabi baskın olarak, insanlar İngilizce dinliyorlar. Balkan bando müziğinin popüler olmasında ki bir başka sebep de partilerde veya dans etmek için dinlenmeye başlamış olmasıdır. Şu sıralar Boban Markoviç, Koçari orkester veya çingene müziği baya popüler diyebiliriz. Bunun dışında Amerika’da veya Kanada’da eski Yugoslav , Rumeli, veya Yunan göçmenler var. Son zamanlarda farklı kültürlerden farklı milletlerden insanlar bir araya gelerek müzik grupları oluşturuyorlar. Bir çoğu Kanada’da doğup büyüdü belki ama ailelerinden duydukları öğrendikleriyle bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Aralarında gerçekten çok başarılı olacak olanlar var ve bunu zamanla hep birlikte göreceğiz.
Türkiye’de uzun zamandır Rumeli kültürünün yerine Anadolu kültürünün daha hakim ve baskın kılınmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Anadolu ile Rumeli kültürü arasında bir gözlem yaptın mı daha önce?
Rumeli ve Balkan türküleri için konuşacak çok şey var aslında. Hepsi halk tarafından bestelenmiş şarkılar yani kim veya kimler tarafından bestelendiği belli değil. Son zamanlarda insanlar Yunan, Balkan veya Rumeli’den gelen şarkılara daha fazla ilgililer. Türkiye’de bile bazen yabancı olan veya aslında Rumeli türküsü olmayan bir türküyü Rumeli türküsü diye bilenler var. Rumeli türküleri çok sofistike, çok şehirsel bir kültürden ve yine çok fazla bir şekilde harmanlanmış türkülerdir aslında ve Anadolu’daki türkülerle kıyaslayamayız aslında. Anadolu’da mesela ekin şarkısı denir.
Umarım yakın zamanda birileri bir şeyler ortaya koyar veya albüm çıkartır ve tarihsel ve ruhsal anlamada da büyüleyici bir şey olur. Asıl ilginç olan aslında toplumun bu tarz türküleri ortaya koymasıdır. Halkın içinde olduğu durum türkülere yansır ve bundan dolayı da bizim için ayrı bir önemi vardır. Örneğin 1920’lerin Anadolu’suna baktığımızda günümüze kadar o dönemlerden gelen pek bir şeyin kalmadığını göreceksinizdir. Bunun nedeni o dönemlerde yeni bir müzik türü ortaya çıkarılmaya çalışıldı. Çağdaşlaşmaya çalıştıkça da şarkıların anlamını yitirmiş olduk.
”Evlerine vara gele usandım çok düşmanları varmış bilmezdim” sözleri sana ne hissettiriyor? Sence de bir sevgili bekletiyorsa, usandırıyorsa daha mı çok sevilir?
Bu tarz eserler toplumlarda farklı yorumlara açıktırlar. Her ne hissediyorsanız veya o şarkıyı söylerken ki ruh haliniz nasılsa şarkının anlamını değiştirecektir. Böyle imkansız bir aşkı anlatan şarkı da ise ‘çok dostları düşman imiş bilmedim’ sözlerinden ihaneti görebiliyorsunuz aslında. Bunu kelimelerle anlatmak gerçekten zor. Bana bir tiyatro oyunundan bir sahne gibi geliyor. Şarkının aslında tamamına bakınca aslında bir film gibi geliyor insana. Şarkının büyüsü aslında herkesin aklında farklı bir senaryo canlandırıyor olması. Herkes bambaşka şeyler hayal ediyor. Zaten ‘evlerinin önü gül ve dikendir’ sözleri bütün olayı özetler nitelikte. Ayrıca benim kafamda canlanan şey çok güvendiği birisi tarafından sadece sevgilisi değil başkaları tarafından da ihanete uğramış birisi canlanıyor aklımda. Halk şarkılarının sevdiğim yönü de bu aslında, bütün dinleyicilere farklı duygular canlandırabilecek kadar güçlü olması.
Dünyada müzik olmasa insanlar acıyı hangi sanatla ifade ederdi… Ya da sen müzikle uğraşmasaydın şarkılarla bize verdiğin hissi hangi sanatla aktarmayı seçerdin?
Müziğin ve şiirin her zaman var olduğuna inanıyorum. Müziği ortadan kaldırırsanız şiiri de ortadan kaldırmış olursunuz. İnsanları çok zor bir duruma sokmuş olursunuz böylece değil mi? Müzik olmasaydı korkunç bir yer olurdu dünya ama aynı duyguları hikayeler yazarak vermeye çalışırdım.
Günümüz yerli müzisyenlerden kimleri takip ediyorsun? Genç müzisyenlerden hangilerinde ışık görüyorsun?
Son zamanlarda çok fazla yeni çıkan şarkıları veya müzisyenleri takip edemedim. Şu sıralar eski kayıtlarla haşır neşirim. Genelde eski blues ve İngiliz halk müziklerini dinliyorum ama dediğim gibi çok takip edemedim. Umut ediyorum ki birileri bir gün bizden bayrağı devralacaktır. Önceki sorularda bahsetmiştim Karadenizli gençlerin müziğe olan ilgisini. Ayşenur Kolivar mesela benim çok beğendiğim ve gelecek vaad ettiğine inandığım bir sanatçı. Gençlerin geçmişlerini, yok olmaya yüz tutmuş enstrümanları öğrenmesi müziğe olan aşklarının en büyük göstergesi. Bunlar gerçekten beni mutlu eden şeyler. Selim Sesler ile yaptığımız karşılama albümünü bile aradan neredeyse yirmi sene geçmiş olmasına rağmen insanlar gelip onlar için ne kadar önemli olduğunu, sevdiklerini ve hala da beğenerek dinlemeye devam ettiklerini söylüyorlar. Ben ilk albümümü çıkardığımda insanlar ne kadar hoş bir Kanadalının Rumeli türküleri söylemesi, sadece merak, hevesi geçince bırakır gibi yorumlarını duymuştum. İnsanlar on sekiz yıl sonra bile hala çıkardığım albümü unutmamışlardı
O yüzden zaman, genç sanatçıların yaptıklarını ortaya çıkartacak olan şey. Bekleyip görmek gerekiyor.
Başka Saraybosna merkezli bir Balkan dergisi, seni Saraybosna’da ağırlamaktan keyif duyarız, Yakın zamanda Bosna Hersek ile alakalı bir projen var mı?
Keşke olsa çok isterim gerçekten. Bir çok geleneğini biliyorum Bosna’nın. Sevdalinka mesela çok başka çok güzel. İlk Sevdalinka dinledikten sonra Rumeli ve Anadolu Türkülerini de dinlemiştim. Anadolu ve Rumeli türkülerinden sonra tekrar Sevdalinka dinlediğimde ise bütün şarkıları gerçekten hissetmiş oldum. Önceden dizeleri o şekilde anlamamıştım. Birçok genç Boşnak’ın da Sevdalinka ile ilgilendiklerini biliyorum. Bu çok muhteşem bir şey ve Sevdalinkanın halen ayakta durması ve yaşatılmasından dolayı çok mutluyum. Tekrardan Bosna’da Sevdalinka dinleyip, söylemek isterim.
Dergimiz ve kendi adıma bu röportaj için çok teşekkür ederim.
Balkan Edebiyatı