Biz Müslümanların kutladığı iki dini bayram vardır. Biri Kur’an’ın nazil olmaya başladığı mübarek Ramazan ayının ardından kutladığımız “Kur’an Bayramı” olan Ramazan Bayramı, diğeri de Hz. İbrahim’in teslimiyeti ile Hz. İsmail’in adanışının ruhunu içeren “Kurban Bayramı”dır.
Kurban kelime anlamı olarak ‘yaklaşma’, ‘yakınlaşma’, ‘yakın olma’ anlamlarına gelir. Dolayısıyla kurban ibadetinin dinimizde Allah’a yakınlaşma vesilesi olduğunu söylemek ‘kurban’ kelimesinin özüne uygun olur. Nitekim ‘akraba’ kelimesi de bu kökten türemiştir.
Peki, kurban ibadetini anlama açısından, bu ibadetin çıkış noktasına bakalım.
İbrahim Aleyhisselâm Allah’tan kendisine salih bir evlat vermesini istemişti. Nihayet müjde gecikmedi ve İbrahim Peygamber da aşırı sevincinden İsmal’i Allah rızası için kurban edeceğine dair söz verdi. Hz. İbrahim’in ilerlemiş yaşına rağmen Allah tarafından gönderilen bir hediyeydi İsmail. Bir gece gördüğü rüyada Hz. İbrahim’den, çok sevdiği oğlunu, hediyeyi gönderen o yüce kudrete teslim etmesi isteniyordu. Bu rüya birkaç gece tekrarlandı. Ateşler içinde yanmayan imanın sahibi şimdi en sevdiği varlığıyla imtihan ediliyordu. İman peygamberi en sonunda sözüne sadık davranarak Mina’ya getirdi gözünden bile sakındığı can paresini. Oğlunu taşın üstüne yatırdı. İsmail durumun farkına varmıştı. Kur’an’ın ifadesiyle İsmail babasına “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” (Saffat, 102) sözleriyle tam bir teslimiyet örneği gösteriyordu.
Bu durum karşısında keskin bıçak kesmeyecek, İsmail’e karşılık bir kurbanlık yollanacak ve Rahman merhametiyle muamele edip insan canının kıymetini hatırlatan bu hadiseyi ulvî bir ibadet paketinde müslümanlara hediye edecekti.
Kurban; teslimiyetin, adamak ve adanmanın öbür adıdır.
Peki tam bu noktada şunu sormak gerek; Hz. İbrahim Mina’da taşın üstüne sadece İsmail’ini mi yatırmıştı?
Hz. İbrahim taşın üstüne İsmail’ini, en sevdiğini, gözünden bile sakındığını yatırırken aynı zamanda nefsini, dünyevi arzuları, şeytanın vesveselerini de yatırdı ve onları da kurban etti. Kurban’ı kabul oldu ki Allah, İsmail’ini kendisine bağışladı.
Bizler, dünya denen taşın üzerine İsmail’imizi yatırıp kurban edebildik mi?
Kurban Bayramı’nı idrak ettiğimiz şu günlerde merhum sosyolog ve yazar Ali Şeriati, Hacc isimli kitabında şu vurucu soruları soruyor bizlere:
“Senin İsmail’in kimdir? Veya nedir? Makamın mı ? Onurun mu? Mevkiin mi? Statünmü? Mesleğin mi? Paran mı? Evin mi? Bağın mı? Otomobilin mi? Ma’sükun mu? Ailen mi? İlmin mi? Rütben mi? Sanat ve maharetin mi? Ruhaniyetin mi? Alimliğin mi? Elbisen mi? Adın mı? Nâmın mı? Şöhretin mi? Carim mı? Ruhun mu? Gençliğin mi? Güzelliğin mi…? Ben nereden bileyim? Bunu sen kendin bilirsin. Her ne ve kim ise onu sen kendin Mana’ya getirmeli ve Kurban için seçmelisin. Ben sadece onun alâmetlerini sana söyleyebilirim. Seni iman yolunda zayıflatan, “gitmek”te olan seni “kalma”ya çağıran, seni “sorumluluk” yolunda şüpheye düşüren, seni kendine bağlayan ve alıkoyan, gönül bağlılığı, mesaj, işitmene, hakikati, itiraf etmene izin vermeyen, seni firara çağıran, seni maslahatçı izah ve yorumlara sürükleyen ve aşkı, seni kör eden herşey… İbrahim’sin ve İsmail’i zaafın seni İblis’in oyuncağı haline getirebilir. Hayatında, şeref, saygınlık, iftihar ve faziletin doruklarında birtek şey vardır ki onu elde etmek için zirveden inebilir onu kaybetmemek için bütün İbrahimî kazanımlarını yitirebilirsin: O, İsmail’indir. İsmail’inin, bir şahıs veya bir şey olması mümkündür; bir durum, bir konum, bir zaaf noktası, olması imkan dahilindedir!”
Evet, merhum Şeriati kitabın ortasından haykırıyor “Senin İsmail’in kimdir veya nedir?” diye.
Düşünmekte ve nefsimizi hesaba çekmekte fayda var.
İsmail’imizi bulmaya,
bunu kendimize itiraf etmeye,
ve Mina’ya çıkıp İsmail’imizi kurban etmeye cesaretimiz (imanımız) var mı?