Bu hastalık sizde tespit edildi mi? Bizde de kimse bunu bir hastalık olarak teşhis etmedi, fakat etkisini hissediyor ve çekiyoruz. Bu hastalığa kimler maruz kalır? Siyasiler belki aşılanmıştır. İlk bakışta bunlarda bu garip hastalığın belirtileri gözükse de meclis dışında rakip bir partiliyle veya aklınıza gelmeyecek medya yazarı/editörü ile kankamsı bir şekilde oturup sohbet etmelerini fark edersiniz. Olan basit seçmene oluyor, haberiniz olsun. Düne kadar en yakın arkadaşlar arasında, bir ömür dostlar arasında… durun durun, sabredin biraz, anlatayım.
Seçim öncesi bir parti sarhoşluğuyla başlar bu hastalık. Parti mitinglerinde başlayan parti sarhoşluğu, afişler, tv-programları, basılı ve sosyal medyada atılan sloganlar alışkanlığıyla devam eder. Bir heyecan, bir enerji, bir hareketlilik, insan kendini canlı hisseder. Seçim günü pek konuşulmaz, ertesi gün ise, seçim sonuçları ortaya çıkmaya başlayınca, öyle bir bunaltı, öyle bir kusma süreci başlar ki inanamazsınız. Partilere, siyasilere değil, onlara oy veren seçmenlerin üstüne kusarlar. ‘Pis köpekler’ ‘Allah belanızı versin’, ‘hırsızlar’ gibi ifadelerle tutmadıkları partiye oy verenlere hitap ederler.
Bu hastalara göre devletteki kötü durumun asıl suçlusu Sırp çoğunluğunun yaşadığı bir ırkçı, savaş zulümleriyle ve savaş zalimleriyle iftihar eden partiye oy verenler değil, üçüncü entite talebinde bulunan, mitinglerinde başka bir ülkenin milli marşını seslendiren, başka bir ülkenin bayrağını sallayan bölücü partiye oy verenler değil, partiler ve parti programları değil, Boşnaklar arasında yine kendi imkanlarıyla iktidar olacak kadar oy almayan partiye oy verenler oluyor. Hakaret seçmenlere yönelik. Seçilen veya seçilemeyenlere değil. Hatta tuttukları tarafın başındaki oyuncular daha düne kadar bu partiden vekil, bakan, müdür olarak geçiniyorlardı… şimdi en büyük düşmanı kesilmişler. Makamda iken (hepsi de uzun yıllar makam sahibi olmuş) halkın ihtiyacına, seçmen sesine, fakir fukaranın yalvarışına yüz vermezlerdi. Eşini dostunu belirli yerlere yerleştirirken, ihalelerde belirli şeylerin perakende fiyatından beş kat fazla rakamlar verirken, nepotizm, rüşvet, ihale yüzdeleri hakkında bahseden yoktu.
İnsanın kendi hatalarını, günahlarını görmemesi mümkün. Gördükten sonra tövbe etmesi de mümkün. Fakat böyle tövbekar tavrıyla kendi partisiyle ortaya çıkıp dürüstlük ve adalet hikayeleriyle ahkam kesmeye kalkınca… İnsan bu makam sahibinin yaptıklarını hatırlamazsa, makamlarda bulunduğu dönemlere ait video kayıtları var, gazete haberleri de, bakıp görebilir. Hayır, taraftarlarını öyle sarhoş etmiş ki, hatırlayamazlar. Düne kadar kendisine, dinine, fikrine, ilkene hakaret eden siyasi muhalifleri ve onların medya sözcüleriyle ittifak kurup, mevcut durumda tayfasında olmayan, onun gibi düşünmeyen, onun gibi konuşmayan herkesi lanetliyor, hırsız, kafir, münafik, devlet düşmanı, zalim, mafya diye ilan ediyor.
Siyasetçi olduktan sonra gönül gözün açılır, insanın içindeki iman derecesini veya nifakı ayrıt edebiliyormuşsun. Mümkün, denemedim. Denemek de istemiyorum. Anlıyorum, sen siyasetçisin, bu da siyasi propagandanın bir parçası. Yarın koalisyon kurarken, iyi bir restoranda, devlet bütçesinden yediğin yemek eşliğinde bugün en ağır sözler sarf ettiğin kişilerle, sana da hakaret eden kişilerle oturacaksın, fıkralar anlatacaksınız, güleceksiniz, ortak bir menfaat bulacaksınız… Siyaset buymuş. Belki de eşlerinizle karşılıklı bir ev ziyareti, belki güzel bir yerde hafta sonu… İdeolojik olarak aynı yolda olmasanız da toplumsal konumunuz açısından aynısınız. Sen falancanın baldızını kendi bakanlığında veya partililerinin yönetimi altında bir devlet kurumuna tayin edersin, o da senin kuzeninin gelinini kendi bakanlığında… Ne rüşvet, ne de nepotizm, değil ya… Dost dosta yardımcı olur. O kadar. Başka bir parti başkanın bacanağına ihale vereceksin, bu şekilde teşekkür oyunu alacaksın bir kanun oylamasında… Eli, vekillerinin elleri senden yana olacak… Siyaset buymuş galiba. Hoşuma gitmese de anlıyorum. Bu senin tercihin, senin yolun, senin hakkın. Karışmam. Benim midem bunu hazmedemez, sen hazmedersin. Dün yedi kat sülalenin kirli çamaşırlarını karıştırıp medyasında haber yapan, bulamazsa da uydurup haber yapan muhabir piyadesiyle, editörüyle hoş sohbette olmak zorundasın, güzel bir yemek siparişiyle gönüllerini kazanmak falan…
Seçmenlerin daha düne kadar kankalarıyla aralarına, aç köpeklere atılmış kemik misali atılan fitne üzerine kapışırken. Anlamam ben bundan. Anlamadığım bu seçmenler arasındaki kavga. Halbuki parti patronları bunların varlığını bile bilmiyor. Hani tuttukları partinin ilkeleri, demokrasi, düşünce özgürlüğü, hoşgörü… Liberalizm, solculuğun eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri, İslamcılığın dürüstlüğü, milliyetçiliğin vatanperverliği nerde? İnsan kendi siyasi görüşünü belirtirken, en azından bu ilkelerden haberdar olması gerekmiyor mu?
Futbol takımları taraftarları arasındaki kavgaları da anlamazdım. Futbolcular yüklü bir para karşılığında sahaya çıkıyor, formasına, maç biletine, maç yerine çıkılan yolculuğa alın teri ile kazandığı parayı veren taraftar, öteki takımın taraftarıyla dövüşüyor. Zenginlerin daha çok zengin olmaları uğruna fakirler hem eğlence için para veriyor hem de kendi aralarında kavga ediyor. Bizans döneminde ise zenginlerin eğlencesi için fakirler sahneye çıkardı, Roma döneminde sefiller, köleler kendi aralarında, arenada dövüşürdü. En azından zenginler eğlenebilmek için para harcar, sahnedeki fakirleri izlerdi. Bugün futbol sahasında da tiyatrolarda da siyaset arenalarında da avam, tuttuğu taraf için, eğlenme düşüncesiyle hem alın teri ile kazandıklarından harcıyor hem başroldekiler tarafından azarlanıyor, hem de kendi zümresinde kavga ederek dayak yiyor.
Tiyatroya gidersin, senin verdiğin vergiden yaşayan tiyatroya, biletini de satın alırsın, karşılığında senin fikrine, dinine, hayat anlayışına hakaret ederler, seninle alay ederler. Ertesi gün stadyuma, maça gidersin, rakip takımın taraftarları arasında kavga sonucunda iyi bir dayak yersin. Siyaset arenasında sıradan bir vatandaş, bir seçmen olarak oy verirsin – suçlusun, vermesen de etrafındakilerin hoşuna gideceği şekilde oy vermediğin için suçlusun. Düne kadar en samimi arkadaşın, kardeş bildiğin kişi ile o kadar şiddetli tartıştın ki o dostluktan, o saygıdan bir iz bile kalmaz. Ev ziyaretleri, piknikler, beraber geçirdiğiniz tatiller de arkada kalır. Bir seçim sonucundan dolayı silinir.
Evde haberleri izlerken, yeni bir koalisyon görüntüleri gözünün önünde uçarken, zihninde, kulağında eski dostunun sana söylediği ağır sözler çınlar. Ağızda sadece acı bir tat, midende hafif ağrı. Acaba, cenaze töreninde birbirinize hakkınızı helal edebilecek misiniz? Her şeyin bir seçim sonrası nefret sendromu olduğunu anlayınca…