Her hafta Üsküp Mektupları köşesi için yazı yazmaya oturduğumda ilk sorduğum soru “Bugün ne yazsam?” oluyor. Yazılacak çok şey var elbette, bazen eskilerden bir konu oluyor, bazen güncel oluyor. Ancak malumunuz, Türkiye Cumhuriyeti bir seçimi geride bıraktı. Stresli bir dönemdi elbette, sizleri olduğu kadar bizleri de etkiledi. O gecede Üsküp’te, daha doğrusu genellemek gerekirse Balkanlarda “neler yaşandı” diye bir soru sordum kendime yazıya başlamadan önce.
Evvela hep dillendirilen bir cümle var: “Gönül coğrafyası.” Bu nedir ve neden gönüldür, gönüldendir diye sordunuz mu hiç? Ben çok kere kendi kendime sordum aslında. Kendimden örnek vereyim, “vatan neresi?” diye ilk sorduğum sorudur hep. Sadece ben sormuyorum bu soruyu, kendini ve etrafını tanımaya çalışan küçücük bir çocuk da sorabiliyor. Kendi çocuklarım “anne neden biz buradayız?” diye bilmem kaç kez sormuşlardır. Birincisi Türk’üz, bayrak sevdalısıyız, yaşadığımız ülkede her yerde bayrağımızı göremeyiz, resmi kuruluşlar ya da bazı hotellerde asılı görürüz. Araba hareket halindeyken olur da bir yerde Türk bayrağının dalgalandığını gördüklerinde, çocuklarımız heyecan yapar, “Bak, bak Türkiye” der. Bu hasretlik, bu sevgi en başta bayraktan başlar. Bu bayrak artık sadece bir milletin değil, ay yıldız ümmetin bayrağı olmuştur. Suriye’de bir çocuk Türk bayrağını görünce aynı heyecanı yaşar, Filistin’de yaşayan bir çocuk da o bayraktan korkmaz, o bayrağı taşıyan her kurumun kapısı da herkese açık olur her zaman. Bütün bunlar olurken anlarsınız ki büyük bir coğrafya da o bayrağa gönül vermiştir.
Bir insana hiçbir şeyi zorla sevdiremezsiniz, istediğinizi yaptırabilirsiniz ama sevdiremezsiniz, sevmek yürektedir. O yürek ki çok kere insanın kendisini dahi dinlemez, ne kaldı ki başka birinin emrini dinlesin. Sever gibi yapanlar vardır elbet ama çocuklara sorduğunuzda onlar “gibisini” bilmez. Bir çocuk sevdiğinden de asla korkmaz, ondan kaçmaz. Bu bayrağa sevdalı çocuklar her yerde var, geniş bir coğrafyada var ve onları gören, bilen, tanıyan, hatta yeri geldiğinde onlarla muhabbet edebilen devlet adamları olduğu sürece ülkeler arasında da muhabbet artar. Şimdi bütün bu ülkelere baktığımızda, haliyle ona “gönül coğrafyası” diyoruz.
Seçimden hemen sonraya, o tarihi güne dönelim yine. Yaşlı, çoluk çocuk, genç herkesin dilinde bir dua var, öyle böyle değil, yakınlarımda insanlardan şöyle bir cümle duydum: “Sanki 15 Temmuz gecesi gibi”. Yaşadıkları o heyecanı 15 Temmuz gecesine benzetmişlerdi. İşte bu yüzden basit bir “seçim” değildi bu. Bu coğrafyada birçok iş, nedense hep 24 Haziran’dan sonrasına bırakılmıştı. Özellikle Batı’ya odaklı olanların bir kulağı da Türkiye’deydi. Türkiye’de durum tersine dönerse burada bayram yapacak olanları da biz biliyoruz. “Türkiye kazandı” tabiri size ne ifade ediyor bilmiyorum ama dillendirin birkaç kez, özellikle Türkiye’de yaşayanlar. Hangi ideolojiden olursa olsun “siz” kazandınız, çünkü “Türkiye kazandı” denildi hep dışardan. Şimdi vakit daha çok çalışmak vaktidir.
Balkanlarda genelde Müslüman nüfusun çoğu Recep Tayyip Erdoğan’ı sever. Bu sevgi de bazı araştırmacılara “Erdoğanizm” diye yazılar yazdırmıştır. Küçük bir örnek vereyim yine o tarihi geceden. Şöyle düşünün, seçimi kazanmış bir lider, büyük bir başarı elde etmiş, siz olsaydınız ne yapardınız? Gecenizi hiçbir şey bozamaz değil mi? Artık vaatlere de ihtiyacınız yok, oy çokluğuyla halk size güvenini ispat etmiş. Kutlamak için hiçbir engel yok önünüzde ama o kalabalıkta küçük bir çocuğun ayağı bir yere sıkışıyor, acı çekiyor, hastaneye kaldırılıyor. Siz lidersiniz, etrafınızda birçok insan var ilgilenebilirler değil mi? Ama yok, kendiniz ilgileniyor, hastaneye gidiyor, doktorlarla durumu konuşuyorsunuz, yüreğiniz sızlıyor. Çünkü her şeyden önce insansınız. İşte bu insanlığı gören çocuk yürekleri vardır, hisseden kalpler vardır, o gönle girmek için başta “insanlık” gerek ve kurtarırsa dünyayı ancak insanlık kurtaracaktır. Buna inananları küçük görenler kaybetmeye mahkûmdur. “Erdoğan neden seviliyor?” diye binlerce kitap yazabilirsiniz, onu düşürmek için binlerce komplo düzenleyebilirsiniz, algı operasyonları yapabilirsiniz, ama milletin inancını değiştiremezsiniz. Değiştirmek için başta kendinizin değişmesi gerek çünkü. Seveni kadar sevmeyeni de varmış, vardır tabi, seven ne için sevdiğini biliyor, sevmeyen ne için sevmediğini sorgulamalı önce, asıl mesele orada. Dillere pelesenk olmuş bir “diktatör” kelimesi var. Soruyorum, hangi diktatör zafer gecesinde bir çocuğun ayağını düşünür, hangi çocuğa zorla bir diktatörü sevdirebilirsiniz? Kıskanmak iltifata tabidir, amenna, muhalefetten övgüler beklenmez zaten. Ancak muhalefet sadece ve sadece kazanmak için vatan hainleriyle el sıkışırsa daha çok kaybeder. Bunun adı pazarlıktır, çalışmak ya da doğruluk değil. İşte sırf bu yüzden Erdoğan kazanınca dışarda da “Türkiye kazandı” derler.
24 Haziran gecesi oylar açıklandıktan sonra, Balkanlardaki Türkiye sevdalıları bayraklarını yastık altlarından çıkartıp dışarı fırladı. Bazı haber sitelerindeki yorumları okudum, Makedon asıllı olanlar bile “helal olsun, aşk olsun” tabirlerini kullanmışlardı, hatta Türkçe yazmışlardı. Arnavut olsun, Boşnak olsun, Türkiye’nin bu zaferini kendi zaferi gibi görenler de bu kutlamaya geldi. Vatan kaybetmenin, savaşların ne demek olduğunu bilenler var çünkü buralarda. Şu anda bu coğrafyada süper güç olmaya aday sadece Türkiye var çünkü. Türk’ün merhametini bilenler, ondan zarar gelmeyeceğini de bilirler çünkü.
Son olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o gece Üsküplülere ilettiği selamı da yazayım, zaten fazla yoruma da gerek yok…
“Sevgili Üsküplüler, sevgili Evlad-ı Fatihan, değerli kardeşlerim, hepinizi en kalbi duygularımla, muhabbetle, hasretle selamlıyorum. Ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmış olmamız sebebiyle gösterdiğiniz sevgi için, coşku için, kadirşinaslık için her birinize ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Bizim gönlümüzde İstanbul neyse, Bursa neyse, Ankara neyse, 81 vilayetimiz neyse, Üsküp de odur. Biz Üsküp’ü tarihimizden, medeniyetimizden, kültürümüzden zaten çok iyi biliyoruz.
Bununla birlikte biz Üsküp’ü, Yahya Kemal’in Bursa’ya benzeterek anlatışıyla daha çok sevdik. Biz sinemayı, tiyatroyu, edebiyatı, Üsküp kökenli sanatçılarımızla daha çok sevdik. Biz Üsküp’ü, Balkanlara her gidişimizde kalplerinden taşan bir sevgiyle bizi bağırlarına basan kardeşlerimizle daha çok sevdik. Biz Üsküp’ü sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. Biliyoruz ki, Üsküp de bizi sevmekten vazgeçmeyecek. Türkiye, bu seçimlerle adımını attığı yeni yönetim sistemiyle, sadece kendi içinde değil, gönül bağıyla bağlı olduğu coğrafyalarda da daha güçlü, daha etkin, daha vizyoner hareket etme imkânına kavuşmuştur.
Balkanların tamamıyla birlikte Üsküp’deki kardeşlerimizle de huzurlu ve müreffeh bir geleceğe, inşallah birlikte yol alacağız. Ülkemizde her fırsatta tekrar ettiğim bir ilkeyi, sizlere de tavsiye etmek istiyorum. BİR olacağız, İRİ olacağız, DİRİ olacağız, KARDEŞ olacağız, hep birlikte ÜSKÜP olacağız, hep birlikte BALKANLAR olacağız. Bir kez daha sevginiz ve desteğiniz için teşekkür ediyorum. Sizler vasıtasıyla Üsküp’teki, Makedonya’daki ve tüm Balkanlardaki kardeşlerimin her birine selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum.
Kalın sağlıcakla…”