Şairin Toplumdaki Rolü ve Etkisi

Şairler toplumların gelişmesi ve ilerlemesi için elinden gelen her şeyi yapar, halkın dillendiremediğini dile getirir ve kitlelere seslenir, bazen çığlıklar içinde sessizliğini haykırır. Şair toplumda bir okul vazifesi görür, yazdıklarıyla dilin inceliklerini, mecaz ve ahengini en derin manada inceler ve gelecek nesillere aktarır. Şair bir rehnüma vazifesi görerek, şiiri işler ve içtimai hayatın ruh ve maddi boyutunu ele alır.

Şair dediğimiz zaman, bir sanatçıdan söz ediyoruz. Sanatçı kişiliğe ve o ruha sahip olan bireyler her zaman yaşanabilecek bir dünya çizerler yapıtlarında.

Bugün ülkelere baktığımız zaman siyasetçilerden çok edebiyatçıları ile bilinirler. Ülkeler onların medeniyet anlayışı üzerine inşa ve imar edilmiştir. Türkiye’de medeniyet dediğimiz zaman ilk akla gelen şairlerden birisi hiç kuşkusuz Sezai Karakoç’tur. Bu durum Türkiye’de olduğu gibi dünya edebiyatında da çok fazla değişmez. Türkiye ise şairlerin dikmiş olduğu ağaçların meyvelerini bugün rahatlıkla topluyor.

Şairlerin yaşam mücadelelerine baktığımız zaman, kararlılık ve dik duruşlarıyla karşımıza çıkarlar. Çünkü direnişçi ve yenilikçi bir halet-i ruhiyeye sahiptirler. Bu da şaire ağır bedeller ödetir çoğu zaman, lakin her zaman daha kararlılıkla yoluna, davasına sarılır ve devam eder. Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Tevfik Fikret, Sezai Karakoç v.b. şairlerden örnekler verecek olursak:

Mehmet Akif’in iman deyişi,

İmandır o cevher ki, ilahi ne büyüktür 

İmansız olan paslı yürek, sinede yüktür.

Hakikati savunmasına rağmen büyük çileler çekiyor, sürgün ediliyor vatanından.

Tevfik Fikret diyor ki: “Vatan için ölmek de var fakat borcun yaşamaktır.” Çünkü ölmek en kolay yoldur belki.

O yüzden ölmek değil, yaşamanın daha elzem olduğunu görüyoruz.

Nazım Hikmet de şöyle der:  “Sen yanmazsan ben yanmazsam biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” Bu ifadeler şunu düşündürüyor bize.

Ben, sen ve biz yanmazsak karanlıkları aydınlatacak kim?

Biraz da şaire bakacak olursak, şiirini güzellikten, aşktan ve dilin inceliklerinden ve topumdan beslenerek varlığını sürdürmüştür. Bunun içindir ki, şairler kelimeler ve yaşam üzerine ince bir çizgi çekerek hayat sürerler. Ve toplumun sosyal hayatını ilmek ilmek işlerler, ayna tutarlar bir nevi.

Evet. Şimdi biraz da şiirin ana malzemesi olan sözcükler üzerinde durmaya çalışalım.

Halk ozanımız Yunus Emre der ki:

“ …Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı.” 

Kelimeler bazen savaşları bitiriyor, bazen de baş kestiriyor.

Buna baktığımız zaman, insanoğlu kelimeler ile düşünür ve bildiği kelime sayısı kadar fikir üretebilir. Hafızasında yeteri kadar sözcük dağarcığı oluşturmamış bireyler, fikir üretemediği için hemen saldırganlaşırlar.

Namık Kemal’in ifadesine göre: “Bir insanın zekâsı, bildiği kelime sayısıyla orantılıdır.” Şairler yazdığı şiirler ile topluma yeni kelimeler kazandırır.

Şairin dünyası sözcüklerden oluştuğu için ve şiirin ana malzemesi kelimeler olduğundan dolayı önem arz eder.

Cemil Meriç’in şu sözleri manidardır.

“Güneş ülkeleri aydınlatır, sözler milletleri…”

Şair ve toplum ilişkisinden bahsederken, dile değinmeden geçmek olmazdı tabi ki.

İsmail Gaspıralı, “Dilde, fikirde, işte birlik.” derken bunun en iyi örneğini vermiştir. Lakin yaşadığımız bu çağda savaşlar ve kavgalar bir türlü son bulmuyor. Aydınlardan çok sözün eri olmayanlar konuşuyor.

Günümüzde devletlerarası yaptırım gücüne sahip olmak için, insan konuştuğu dili bilim dili hâline getirmeye çalışmalıdır. Bu durum Türkçede zaman zaman en uç noktalara varmış ve bir zamanlar günün bilim dilleriyle yarışırken bugün maalesef kelimelerimizi yitirdiğimiz için bilimde, teknolojide, kültür ve sanatta en az üreten ülkeler arasında yer alıyoruz.

Sorgulayan, düşünen, araştıran ve kabuğundan çıkıp yeniliklere açık bireyler gerekir. Kendi dilimizi öğrenemiyor, başka dilde de konuşamıyoruz. Bilindiği üzere eğitim ve dil gibi iletişim araçları toplumların gelişmesi ve kalkınması için en önemli unsurlardır.

Geleceğin Türkiye’sinde maziden esinlenerek ve kendi inanç sisteminden beslenerek sağlam adımlar atılmalıdır. Fakat kendimize eleştirel bakış açısı ile bakmamız gerekir. Bu sadece pasif bir beslenme değil, eleştirel beslenme olmalıdır.

Öyle sanıyorum ki bizim kadar kendi geleneğinden ve kültüründen kopup ne Batılı ne de Doğulu olmuş başka bir toplum yok. Kendi dilini ve dinini bilmeyen nesiller başkalarının yönlendirmesi altında yaşamak mecburiyetindedirler.

Burada bir parantez açmamız gerekiyor. Doğu, güneşle birlikte her yerin aydınlanması, hikmetin, hakikatin başlangıcıdır. Batı ise (Avrupa) karanlıklar ülkesidir. Bu da onların kendi isimlendirmesidir. Bu yüzden, bir şey olmaya gerek yok, aslımız olalım yeter.

Gel gelelim günümüzde tahribat son bulmuyor.

Tarihi eserler yıkılıyor ve maziyle olan bütün bağlar koparılıyor birer birer. Kargaşa oluşturulan toplumlar da bugün için şairlerin direnişi ile seslerini dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. Bazı harici güçler çok iyi biliyorlar ki eğitimi ellerinden alınmış toplumlar kolay yönetilir. Yanı başımızda yaşanan hadiselere dünya kamuoyunda gerektiği kadar hassasiyet gösterilmiyor.

Bugün insanlar değil, insanlık aslında can çekişiyor. Eskiyi kaybederek yeniyi arzulama, sanata ve edebi yapıtlara gerektiği gibi önem atfetmemek daha da gerilere götürüyor. Daha yakın tarihimizde gönül dünyamızda büyük yer eden şairlerimiz, bugünün neslinde gereği gibi bilinmiyor. Klasiklerimizi eğitim müfredatından çıkarmamalıyız.

Nuri Pakdil misali “Kudüs” deyince aklımıza gelen şu mısralar ne anlatır bize?

“…Tûr Dağını yaşa 

Ki bilesin nerde Kudüs 

Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum…”

****

“…Kudüs’süz ve İstanbul’suz aşk yoktur…” dediği zaman hepimizin yüreğinde derin anlamlar uyandıran şair ve yazarlara ihtiyaç var. Bundan yıllar önce bir rüya ile başlayan, fakat bugün hayal diye yok sayılan, gördüğümüz düşler, unutmamalı ki cihan devletinin kurulmasına vesile olmuştur. Unutmamak gerekir! Bu yüzden okul vazifesi gören şair ve aydınlar sükût yerine haykırmalı.

Bizler maziden geleceğe köprü olmak için varız, bunu unutturmaya çalışanlar kısmen başarılı oluyor, biraz da bizim tembelliğimizi fırsat bilip kullanıyorlar.

Türk edebiyatının dünü ve bugünkü konumuna kısaca bakacak olursak eğer, dünün Türk edebiyatı siyasetten bir adım ilerdeyken, bugün artık yerini siyasete bırakıyor. Şairler Türkiye siyasetini bir adım ileriye taşıdılar. Necip Fazıl gibi üstatların fikir ve ön görüşleri ile onların rehberliği doğrultusunda bugünün bir numaralı siyasetçileri onun tedrisinden geçerek dünya siyasetine yön veriyorlar.

Peki, neydi Kısakürek’i farklı kılan: Dik duruşu, kararlı ve mücadeleci kişiliği sevenlerini peşinden sürüklemiştir.

Her şey, her şey şu tek müjdede; 

Yoktur ölüm, Allah diyene 

Canım kurban, başı secdede, 

İki büklüm, Allah diyene

****

Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış

Şairin tesellisi elbette şiir olacak diyerek sözlerimi bitiriyorum.

Baki selamlar…

Read Previous

Makedonya’da sabah saatlerinde hafif deprem kaydedildi

Read Next

Bulgaristan Başbakanı Borisov: HÖH partisinin oyları için mücadele etmeyeceğiz

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *