“Rumeli Bizim Neyimiz Olur”

(Anadolu Rumeli’ye mektup yazsa bu nasıl olur diye düşündüm bu sefer ve kendimi buradan gitmiş oradan bu diyara yazı yazmış birinin yerine koydum) Yıllarca gönül coğrafyası dediğimiz yerlerde gönlümüzü, evimizi, akrabamızı, komşumuzu, vatan dediğimiz toprakları bırakıp geldik ancak o topraklara olan muhabbetimizi hep yanımızda taşıdık.

Bu öyle bir muhabbet ki Rumeli yeşilini nerede görsek yüreğimizi bir sızı kapladı, bazen sustuk öyle derin sustuk ki konuşsak Balkan olurdu sözlerimiz sussak Rumeli. Bizim ardımızda braktıklarımız sadece evlerimiz değildi çünkü, bizim tarihimizin en şanlı sayfaları da oradaydı. Biz aslında hiç gidemedik Rumeli’den, şehirlerimizi bırakıp gelirken hemşehrilerimiz ile yine komşu olmaya çalıştık, düğünümüzü, sevincimizi, yasımızı, derdimizi yine beraber paylaştık. Beraber toplanınca bir Rumeli türküsü söyledik içten ve derin, bir fırtına tutmuştu bizi bir kere deryaya karmıştı. Ama bizim buluşmalarımız bitmeyecekti. Buluştuk hep, hasret giderdik, oradan gelen akrabalarımız ile Rumeli kokusu evimize gelmiş gibi sevindik.

Bu hikâye sadece gidenlerin hikâyesi değildi çünkü, bir yarımız orda kaldı, yarenimiz de, bazen orda kalan kardeşimizdi, bu nedenle bu hikâye kalanların ve gidenlerin hikâyesiydi. Bizler burada güçlü olunca biliyorduk ki o topraklarda kalanlar da kendini daha güçlü hissedecekti. Bir annenin iki evlâdı gibiydik artık, birimiz burada birimiz orada… Artık iki ayrı tüten ocağın aynı dumanı sarmıştı bizi, sınırlardan geçemeyen Naimler, kimliklerinde isimleri değiştirilmeye çalışılmış kardeşlerimizi unutmak ne mümkün.

Yarısı yıkılmış tarihi eserler inadına direnirken o topraklarda bizler de yemin etmiştik zamana, tek tek tüm taşları üst üste koyarak çalışacaktık. Zaman bizden yana artık, yüz yıllık hasreti hazmetmek kolay olmadı elbette, önce bir taş aldık sonra yüreğimizi koyduk ortaya. Dağları delen Ferhat gibi aşkla, sevgiyle, özlemle koştuk yine kardeşlerimizin yanına. Bu dağ değil Balkandı, biz onunla üşüdük yıllarca, ama artık Rumeli ile ısınacaktı yüreklerimiz. Orada bir yerde bizim kaybolan şehrimiz vardı, yeniden bulacaktık, Yahya Kemal Beyatlı’nın dizeleri ile “biz sende olmasak bile sen bizdesin gene” deyişinden feyz aldık. Bizi bizden başka kim anlayabilirdi ki, Anadolu Rumelisiz kalamazdı elbette.

Rodoplar’dan, Trakya’ya, Selanik’ten Saraybosna’ya uzatacaktık elimizi. Yeniden birbirini bulan kardeşler gibi o toprakların da gelişmesini sağlayacaktık, sadece bir yürek ve bir parça azim gerekti. Anadolu’da başlayan seferimiz Rumeli’de şahlanmıştı. Biz biliyorduk ki Rumeli yeniden yeşerdiğinde yüzyılımıza da alnımız ak girecektik. Nereden kaybettiysek ordan şahlanacaktık, nerede düştüysek aynı o yerden ayağa kalkacaktık. Önce köprülerimizden ve köklerimizden başlayacaktık, daha çok gelip gidecektik, aşina olacaktı yüzümüz o topraklara yeniden.

Orada “beklenen” olduğumuzu biliyorduk. Bekle geldim kardeşim yanındayım dedik. Bizim ellerimizi hep bağladığılar, bizim batıya bakan gözümüzü hep kıskandılar, bizim orada güçlü olmamızı istemediler hiç, farkındaydık. Zordu, ama hasretliğimiz her zorluğu aşacaktı. Sebahattin Zaim’lerin yetiştiği o topraklarda yeniden Sebahhattinler yetişecekti. Mehmet Akif Ersoy’un baba ocağında yeniden toplanacaktı şairler.

İşkodra’dan en son çıkan Hasan Rıza’nın cesareti ve muhabbeti ile yola koyulduk. Camiler gördük yıkılmış, minaresi tek başına duran, o dimdik duruştan ilham aldık. Savaşların yıktığı köprüleri yeniden Sinan dokunuşu ile yeniden ayağa kaldırdık. Tozlanmış taşları bir anne dokunuşu ile temizledik. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşçı ruhu ile Çanakkale’deki şehitlerimizin kardeşliği bize her daim moral verdi. Baktık orada bir köy vardı uzakta bir de temeline kadar yıkılmış bir ev, Atatürk’ün baba ocağı Kocacık’ta babasının doğduğu evi yeniden temelinden başlayarak inşaa ettik.

Yörük köylerinde dağların başında kırmızı yanaklı çocukların neşesi ile koştuk kardeşlerimizin yanına. Sanki daha dün gibi aynı dili aynı sıcaklığı bulduk, beklenen olmak zordu ama buluşmanın, kavuşmanın tadı tarif edilemez. Biliyorduk ki Bir olmak Diri olmak bu topraklarda önem kazanırdı. Türk’ü, Arnavut’u, Boşnak’ı ile aynı sofrada yeniden buluşacaktık. Türkçemiz annemizin sütü gibi tertemiz o diyarlarda belki de yeniden kendimizi bulacaktık.

Bir emanet gibi evlerin içinde saklanmış sancaklarımız, dilimiz, kimliğimiz, kültürümüz, geleneklerimiz hepsi bizi beklemiş meğer. Bir fırtına tutmuştu ya bizi hani, çalmıştık davulları çaydan aşağıya, bir evler yaptırmıştık kaleye karşı işte hem o fırtınaya göğüs gere gere, hem de koşarak o çayırlarda yeniden evimizi bulmuş gibi mutluyduk. Orada bir yerde yemyeşil dağların arasında Rumeli’nin ortasında Anadolu’yu yaşatmaya çalışan kardeşlerimiz ile omuz omuza verip tozlanmış tüm hatıraların üstünü üfledik, altından tertemiz Rumeli belirdi zümrüt yeşilinde hem de.

Vardar ovasını takip ede ede Tuna’ya oradan Neretva’ya Drina köprüsüne ve Mostar’a dokunmak bir ecdad aşkıyla bizi bize hatırlatmıştı. Bizler yüz yıldır bizi hasretle bekleyenlere nasıl yabancı kalabilirdik. Biz bir kere düştük ve düştüşüğümüz yeri hatırladık bundan sonra düştüğümüz yerden kalkacağız, bizi Rumeli yeniden yeşertecek, bizler bu yüzyıla iki kardeş kol kola yeniden buluşmuş gibi gireceğiz. Bu sefer fitne ve fesatlara izin vermeden, aramızda bizi ayıracak türlü oyunlara aldanmadan, iki kardeş sırt sırta vererek güçlü Türkiye ile Balkanlar’ın da huzurunu gözeteceğiz.

Biz kardeşlerimizin yaralarını Güçlü Türkiye Güçlü Balkanlar diyerek saracağız. Rumeli’nin yeşili Anadolu’nun kırmızısıyla can bulacak yeniden. Bir olarak, omuz omuza yürüyerek, iri olacağız ve hep birlikte Türkiye’nin yüzyılını büyük bir coşku, beklenen hasretlik ve Rumeli türküleri ile kutlayacağız…

Read Previous

Yunanistan’daki geçici hükümetin bakanları yemin ederek göreve başladı

Read Next

Kardelen Dergisi 100. sayısını kutladı