Rakka taarruzunda, Suriye iç savaşının tarafları arasında kritik sıcak temas hatları ortaya çıkmış durumda.
Birçok ‘parlama noktasının’ ortaya çıkışıyla birlikte, Suriye iç savaşı, bölgesel zincirleme bir reaksiyonu ateşleyebilecek ‘kritik kütleye’ ulaşmış bulunuyor. Ülkenin kuzeyinde, bir yandan ABD önderliğinde devam eden operasyon Rakka’yı zorlarken, diğer yandan rejim güçleri de elit taarruz birlikleriyle şehre yaklaşıyor. Güneyde ise el-Tanf çevresinde ve Ürdün sınırı boyunca, tırmanma tehlikesi taşıyan kritik sıcak temas hatları ortaya çıkmış durumda. DEAŞ’ın geçirdiği mutasyon ile PKK’yla bağlantılı PYD’nin etnik ayrılıkçı hedefleri ve tehlikeli ideolojik eğilimleri ise bunların yanında iki risk faktörü daha oluşturuyor.
İç savaş Suriye’nin dışına taşabilir
Bu makalenin Türkçe tercümesinin yayıma hazırlandığı sırada meydana gelen iki gelişme, gerçekten de Suriye iç savaşının, çatışmanın boyutlarını ülke dışına taşıyacak aşamaya evrildiğini gösterir nitelikte. Bunlardan ilki, Suriye Arap Hava Kuvvetlerine ait Su-22 tipi bir savaş uçağının, ABD kuvvetleri tarafından, Rakka yakınlarında bulunan Tabka üzerinde, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) unsurlarına yönelik saldırısından ötürü düşürülmesi. Basın kaynakları, görevin ABD Donanma havacılığına ait bir F/A-18E Super Hornet tarafından icra edildiğini belirtmekte. Bu durumda, ABD uçağının bölgede konuşlu George H. W. Bush uçak gemisinden kalktığı anlaşılıyor. Rejimin buna mukabele edecek yetenekleri sınırlı olsa da, Rusya’nın ne yapacağı önemli.
İkinci kritik gelişme ise İran kuvvetlerinin Deyr’uz Zur kentinde DEAŞ unsurlarına yönelik füze taarruzu oldu. Bahse konu olay, birkaç açıdan çok kritik: Her şeyden önce, stratejik seviyede, İran’ın balistik füze modernizasyonunun geldiği aşamayı göstermesi bakımından önemli bir emare sunmakta. Taarruzda kullanılan Zülfikar tipi, katı yakıtlı balistik füzeler, Tahran’ın Fateh-110 taktik balistik füze programından öğrenilen dersler üzerine inşa edildi ve modernize edilen versiyonun üretiminin Eylül 2016’da başladığı açıklanmıştı. Anlaşılan o ki bu yeni balistik füzeler, hem orta menzilli füze kategorisi istikametinde başarılı bir yol kat etmekte, hem de İran füze modernizasyonunun kronik sorunlarından olan isabet kapasitesinde gelişme sağlamakta. Bu durumun, Suriye iç savaşını aşan mahiyette, Körfez’in askeri dengesi bakımından sonuçları olacağı muhakkak. Önümüzdeki dönemde Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin füze savunma sistemleri alımlarında bir hareketlenme görülmesi de muhtemel. Elbette, Rusların Kalibr seyir füzelerinden sonra, İran’ın da Zülfikar balistik füzelerini, gerçek savaş ortamında, Suriye’de denemiş olması, iç savaşın bir füze laboratuvarı işlevi kazandığını da gösteriyor. Operasyonel olarak, İran’ın füze taarruzunu, Baas güçlerinin sahadaki ilerleyişi ile birlikte değerlendirmek gerekiyor. Zira, halihazırda harekatın sürdüğü Resafa’nın ele geçirilmesi durumunda, Rakka ile Deyr’uz Zur arasındaki önemli bir bağlantı noktası Esed kuvvetlerinin kontrolüne girmiş olacak.
Yakın muharebe eşiğine gelirken
Askeri açıdan bakıldığında, Rakka taarruzu neredeyse yakın muharebe eşiğine ulaştı. Bu noktada izlenmesi gereken birkaç önemli parametre var. Bu açıdan, meskun mahaldeki hedeflere yönelik yakın hava desteği misyonları kritik öneme sahip. ABD Merkez Komutanlığı’nın (CENTCOM) basın bültenlerine kısa bir göz attığımızda, hedeflenen DEAŞ unsurlarının büyük bir bölümünün taktik birliklerden ve muharebe mevzilerinden oluştuğunu görüyoruz.
Hem doktrin hem de uygulamada yakın hava desteği görevleri, zamanlama, konum ve hava-kara unsurları arasındaki koordinasyon açısından çok hassas bir nitelik taşıyor. Çünkü diğer hava taarruzlarının aksine yakın hava desteği görevleri, dost unsurların düşman hedeflerine çok yakın konuşlandığı, dar harp sahalarında icra ediliyor. Açık kaynaklı bilgiler ışığında, ABD’nin Suriye’ye, deniz piyadeleri, kara kuvvetleri elit birlikleri ve özel kuvvetlerden müteşekkil, tabur düzeyinde seçkin bir müşterek kuvvet konuşlandırdığı biliniyor. Dolayısıyla Rakka’nın üzerindeki yakın hava desteği sortilerini, muhtemelen bu birimlerin ileri hava kontrolörleri koordine ediyor. Bununla birlikte, ABD kuvvetleri yakın hava desteğinde iki önemli sorunla karşı karşıya kalabilir. Birincisi DEAŞ’ın elinde bulunan, personel tarafından taşınan hava savunma silahları (MANPADS), yaklaşık üç bin metre irtifanın altındaki görevleri riskli hale getiriyor. Rakka’daki savaş alanının meskun mahal olması da durumu iyice zorlaştırıyor. İkincisi, operasyonun, çoğunluğunu YPG’nin oluşturduğu SDG unsurlarıyla müşterek biçimde gerçekleştiriliyor olması, koordinasyon güçlüklerini de beraberinde getiriyor. Bu ikinci sorun, DEAŞ’ın sistematik şekilde canlı kalkan kullandığı gerçeğiyle birleşince, daha şimdiden sivil zayiat problemlerine neden olmuş görünüyor.
Rakka harekatının mahiyeti adım adım ortaya çıkıp şekillenirken, şehirdeki terörist unsurların tamamen imhası mümkün görünmüyor. Birincisi, kentin güney yakası kuşatılmış değil, bu da Palmira yönüne doğru bir çıkış sağlıyor. Bu ihtimal, Rus hava gücünü ve Baas rejimini daha ileri önleyici vuruşlar gerçekleştirmek konusunda tahrik edebilir. Gerçekten de Rus Deniz Kuvvetleri’nin geçtiğimiz günlerde Akdeniz’deki su üstü ve denizaltı platformlarından ateşlediği Kalibr seyir füzeleri, bu yöndeki olasılıkların arttığını gösteriyor.
Buna ek olarak, Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonundan öğrenilen derslerin yanı sıra, Musul’da DEAŞ’a yönelik operasyonlar, DEAŞ’ın Rakka savunmasını, tünel kompleksleri, el yapımı patlayıcılar, taktik keskin nişancı pozisyonları ve intihar saldırılarıyla bir ‘yıpratma harbi konsepti’ üzerine inşa edeceğini gösteriyor. Üstelik, terör örgütü, muhtemelen yerel halkın arasına gizlenmeyi tercih edecek, böylece çatışma sonrası yeniden inşa sürecini daha da zorlaştıracaktır.
DEAŞ mutasyon geçiriyor
Bundan daha da önemlisi, önleyici terörle mücadele istihbaratı açısından, çatışma sonrasını planlamadan DEAŞ’ı hızlı bir şekilde elindeki bölgelerden mahrum bırakmak, terör ağının tehlikeli bir mutasyon geçirmesine zemin oluşturabilir.
Böyle bir mutasyon, tıpkı bir bakterinin mutasyon geçirerek antibiyotik direnci geliştirmesi gibi, küresel terörizmi körükleyecek şekilde bir ‘El-Kaideleşme’ süreci başlatabilir. Basitçe ifade edecek olursak, mutasyon geçirerek El-Kaide’ye dönüşmüş bir ‘DEAŞ enfeksiyonu’, ateş gücü üstünlüğüyle ‘tedavi edilemez’. Bu açıdan, DEAŞ bünyesindeki korkutucu sayıdaki yabancı terörist savaşçı, Batılı kentlerde yükselen terör eğilimiyle birleşince, durumu daha da ciddi hale getiriyor.
Bahse konu çerçevede ayrı bir not olarak belirtmeliyiz ki ‘evlerine’ geri dönen El-Kaideleşmiş DEAŞ terörist savaşçılarını ortadan kaldırabilmek, NATO müttefikleriyle NATO’nun Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi’ndeki ortak devletlerin arasında kuvvetli bir istihbarat işbirliğini gerekli kılıyor. Nitekim NATO, ortaklarıyla yaşadığı istihbarat paylaşımı sıkıntılarının üstesinden gelmek için uzun süredir bir mücadele veriyor, fakat önünde daha gidilecek çok yol var.
PYD’nin sekülerliği
Rakka düştüğünde, bahse konu yerleşimin DEAŞ’tan sonra nasıl elde tutulacağı ve yeniden inşa edileceği, devam etmekte olan harekata ilişkin askeri analizlerden daha önemli bir sorun. Bu bağlamda, dünyada strateji çevrelerinden birçok kişi, PYD’nin sözde ‘seküler’ niteliklerine dair yanlış bir kavramsallaştırmaya sahip görünüyor. PYD’nin sekülerliği, modern Batılı seküler ve demokratik anlayıştan daha çok Sovyet Politbürosunun veya Çin Komünist Partisi’nin sekülerlik anlayışına benziyor. Daha da önemlisi, PYD’nin sekülerliği, Suriye’nin yeniden inşası adına ekonomik ve siyasi liberalizme dönüşemeyecek profilde. PYD’nin fiili kontrolü altında bulunan bölgelere dair güncel analizler, bu bölgelerde uygulamaya konulan sosyo-politik yapının ve ekonomik üretim modellerinin, Maoist bir paradigma çerçevesinde ‘komünlere’ dayandığını gösteriyor. Aslında bu pek de tesadüf değil, zira PKK terör örgütü, Türkiye’de on yıllardır sürdürdüğü ve on binlerce can alan terör kampanyasını, Mao’nun paramiliter teorisi üzerine inşa etti.
Sonuç olarak, PYD kontrolündeki Suriye topraklarından ‘Batılı yaklaşıma sahip bir bölge’ çıkmasını uman herkes ciddi bir yanılgı içinde. Bu bölgelerde gelişip büyüyen, serbest piyasa ekonomisi, bireycilik, ifade özgürlüğü ve liberal girişimcilik gibi anlayışlar olmayacak. Aksine PYD, ‘komünal’ bir ütopya kurabilmek için kendisini neo-Maoist ve neo-Stalinist kavramlarla ortaya koyuyor. Bu nedenle ABD yönetimi her ne kadar YPG’nin DEAŞ mücadelesinde etkili bir ortak olduğunu düşünüyor olsa da, DEAŞ’a karşı verilen savaş bittiğinde –ya da biter ise–, PYD’nin ideolojik köklerinin Amerikan değerleriyle uyumlu olmadığını görebilecektir.
İzlenmesi gereken tehlikeli sıcak temas hatları
ABD destekli SDG, Rakka ve komşu bölgelerde taarruz durumunda olan tek aktör değil. Aslında dünya Rakka’daki harekata odaklanırken, Suriye rejimine ait birlikler DEAŞ’ın sözde başkentine doğru hızla yol alıyor. Rejimin operasyon bölgesindeki taarruzunu, Esed’in en gözde generallerinden Süheyl el-Hasan’ın komutasındaki Kaplan Kuvvetleri icra ediyor. General Hasan, Baas rejiminin temel direklerinden biri olan Suriye hava kuvvetleri istihbaratından geliyor ve komutasındaki seçkin Kaplan Kuvvetleri birliğiyle, genellikle kimyasal harp unsurlarıyla dolu varil bombaları gibi acımasız yöntemler kullanarak, şimdiye kadar birçok muharebe kazandı. General Hasan’ın komutasındaki kuvvetler ilk olarak, ABD destekli Rakka harekatı başlamadan çok önce Cirah hava üssünü ele geçirmişti. Daha sonra, Haziran başlarında, Rakka’ya giden yolda taktiksel öneme sahip Meskene kasabasını da ele geçirdiler. Bu yazının kaleme alındığı an itibariyle elde edilen veriler, zırhlı unsurlarla desteklenen Kaplan Kuvvetleri birliklerinin Rakka’nın batısındaki Rusefe kavşağına doğru ilerlediğini ortaya koyuyor. Bu da rejimi, şu anda YPG kontrolünde bulunan taktiksel açıdan kritik konumdaki Tabka hava üssüne yaklaştırmış oluyor.
Görünüşe göre Esed, Kaplan Kuvvetleri’ne, ABD önderliğindeki harekat sürerken Rakka’ya doğru ilerleme emri vermiş. Baas rejiminin bunu yaparken iki hedefin peşinde olduğu değerlendiriliyor: Birincisi, rejim agresif bir askeri birlik konuşlandırılması yoluyla, ABD destekli SDG’nin üzerinde, Rakka’nın muhtemel düşüşünden sonra baskı kurmayı veya Rakka’yı almaya yönelik askeri mücadeleye kendisini de dahil etmeyi planlıyor. İkinci olarak ise mevcut ve müstakbel rakiplerini Fırat kıyısındaki çok önemli bir havzayı kontrol etmenin hidro-stratejik avantajlarından mahrum etmeyi amaçlıyor.
Bu arada Suriye’nin güneyindeki durum, tehlikeli bir tırmanma trendine işaret ediyor. El-Tanf’ta bulunan ABD liderliğindeki koalisyon ve muhalif gruplar, birkaç kere rejim yanlısı güçlerin provokasyonlarına maruz kaldı. Bunların neticesinde de önleyici ABD saldırıları gerçekleşti. Bunun yanında, Baas rejimi geçtiğimiz günlerde elit muhafız birliklerinden olan 4. zırhlı tümenden bazı unsurları Ürdün sınırına yerleştirdi. 4. zırhlı tümen, Beşşar’ın kardeşi Mahir Esed’in gölgesi altında. Mahir ‘resmi’ olarak tümende tugay komutanlığı yapıyor. Sovyet doktrinine bağlı muharebe düzeni temelinde kurulan 4. zırhlı tümen, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri içindeki en gelişmiş askeri ekipmanı kullanma ayrıcalığına sahip. Cumhuriyet Muhafızları ve Hava Kuvvetleri istihbaratıyla birlikte rejimin güvenliğinden sorumlu ve ayrıca stratejik bir balistik füze unsuru da bulunmakta. Bu niteliklerinden ötürü, rejimin harbe hazırlık seviyesi en yüksek birliği konumunda. Bu nedenle 4. zırhlı tümenin, el-Tanf’taki gerginlikler sürerken, kısmen Ürdün sınır bölgesine yerleştirilmesi, çok sayıda problemli sıcak temas hattının daha ortaya çıkabileceğine işaret ediyor.
Bölgesel çatışma riski
Özetle, Suriye iç savaşı hem kuzey hem de güneyde yeni bir aşamaya giriyor. Her iki durum da, gerginliklerin tırmanması hususunda önemli riskleri beraberinde getiriyor. Daha da önemlisi, operasyonel seviyedeki komutanların yaptığı yanlış hesaplamalar, çatışmanın tırmanma yollarına bir yenisini ekleyebilir.
Şimdiye kadar Baas rejiminin saldırganlığı ve DEAŞ’ın acımasız terörizmi gibi faktörler bütün bir ülkeyi mahvetti. Suriye iç savaşı artık bölgesel bir çatışma eğilimini daha da şiddetlendirebilecek noktaya adım adım yaklaşıyor. Son olarak, her şeyi öngörülemez kılabilecek beklenmedik olaylar zinciri senaryosunun ilk halkasının, 4. zırhlı tümen veya Kaplan Kuvvetleri gibi bizzat rejimin muhafız birliklerinin ABD Hava Kuvvetleri tarafından bombalanması ya da güneydeki ABD destekli muhaliflerin Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri tarafından bombalanması olabileceğini not etmeliyiz. Bu senaryolardan herhangi biri gerçekleşir ise, hiçbir düşünce kuruluşu veya istihbarat analizcisi bunu neyin takip edeceğini öngöremez.
Kaynak: AA