Prof. Dr. Mehmet Görmez: Balkanlar gönül coğrafyamızın ribâtıdır

Türkiye Diyanet İşleri Eski Başkanı ve İslam Düşünce Enstitüsü (İDE) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile Balkan Müslümanlarının durumunu, küresel vicdanı yaralayan Gazze’yi, gençliğin sorgulamalarını ve yeni nesil din-yaşam ilişkisini konuştuk. Balkanların gönül coğrafyasının merkezi olduğunu söyleyen Görmez, “Balkanlarda yaşayan her genç Müslüman da murabıttır. Murabıt ne demektir? Sınır boylarında nöbet tutan demektir. Balkanlar gönül coğrafyamızın ribâtıdır. Burada ribat denince, sınır boyları denince akla silahlı nöbetler gelir, asker gelir onu kastetmiyorum. İki açıdan nöbet tutmalıyız; biri fikir nöbeti diğeri muhabbet, gönül nöbeti.” dedi.

TIMEBALKAN ÖZEL

  • Birkaç gündür Kosova ve Kuzey Makedonya’da farklı konferans ve görüşmeler yaptınız. Daha önce de farklı vesilelerle bölgeye ziyaretleriniz oldu. Balkanlarla ilgili izlenimlerinizi paylaşır mısınız?

Doğrusu bizim insanlık tarihinde coğrafyaları okuma biçimleri vardır. Bazıları coğrafyaları sadece dağlar, ovalar üzerinden denizler, nehirler üzerinden tarif eder. Bazıları sadece siyaset üzerinden devletler ve imparatorluklar üzerinden tarif ederler, hatta bazıları daha çok ticaret yolları üzerinden tarif ederler. Ben coğrafyaları daha çok onlara ruh katan coğrafyaların inşa ettikleri medeniyet üzerinden, onların kültürel değerleri üzerinden, insani değerler üzerinden tanımlarım. Bu açıdan baktığımızda ben Balkanları gönül coğrafyamızın merkezi ve aynı zamanda bu topraklarda yaşayan her Müslümanı da sınır boylarında nöbet bekleyen uç beyi olarak görürüm. Bunların da hep daima bu ruhu ayakta tuttuklarına şahit olmuşumdur. Tabi maalesef on senedir hiç gelmemiştim. On sene sonra Kosova’da Prizren’de Priştine’de hem de Üsküp’te çok daha güzel gelişmeler olduğuna şahit oldum. Yeni yeni pek çok müesseseler kurulduğunu gördüm. Gençliğin pek çok coğrafyadan farklı olarak daha bilinçli olduğunu görmenin mutluluğunu ve bahtiyarlığını yaşadım diyebilirim.

  • Balkan Müslümanları yakın geçmiş zamanda ciddi savaşlar ve badireler atlattı. Bunun akabinde hem gelenek hem farklı ekollerde İslam’ı yaşama ve yaşatma noktasında gayret gösteriyor. Balkanlara Balkanlar dışından bakan bir göz olarak Balkan Müslümanlarının durumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Özellikle karşılaşmaların yaşandığı coğrafyalarda farklı medeniyetlerin, farklı kültürlerin karşılaştığı yerlerde dini hayat daha canlı olur. Mesela ben üç coğrafyayı daha önce mukayese etmişimdir. Endülüs’ü, Mâverâünnehir’i İdilUral bölgesini Volga-Tatarların yaşadığı coğrafyayı bir de Balkanları. Balkanların da kendi içerisinde çok çeşitlilikleri ve farklılıkları var. Güneydoğu Avrupa’nın bir parçası ama aynı zamanda İslam dünyasının bir parçası. Dünyada her üç Müslümandan birisi azınlık olarak yaşıyor. Burada sayıları itibariyle azınlık gibi görünseler de ben Balkan Müslümanlarını asla azınlık olarak değerlendirmem, Çünkü eğer bir topluluk bir şehri kurmuşsa bir medeniyeti kurmuşsa bir ülkeyi kurmuşsa o ülkede kültürel değerleri, medeniyet değerlerini inşa etmişse sayıları azalsa dahi biz onlara azınlık diyemeyiz. Zaman zaman tabii ki özellikle gerek dini kurumların din hizmeti veyahut din eğitimi vermek üzere kurulmuş olan müesseseler arasındaki ahengin bozulması, bütünlüğün bozulması elbette zarar verir ama bir taraftan da bir çeşitliliktir. Bu çeşitliliği bence zenginleştirerek ilişkileri güzelleştirerek devam ettirmenin daha faydalı olacağını düşünürüm. Çünkü hayat tek yönlü değildir. Hayat çok yönlüdür. Bir müessese tamamen akla hitap eder, akla hitap eden bir takım çalışmalar yapar. Diğer bir müessese kalbe hitap eder, gönüle hitap eder, gönül çalışmaları yapar. Bir arkadaş diyelim ki heyetiyle birlikte siyaset yapar. Başka bir arkadaş sanat yapar. Mühim olan bunların birbirlerine rakip olmadan, birbirlerine muhalif olmadan ahenk içerisinde yollarına devam etmeleridir. Bu açıdan ben Kurban Bayramını da Batı Trakya’da geçirdim. Batı Trakya’ya yıllar önce gittiğimde orada bu toplumu bir araya getirip onlara İslam’ın güzelliklerini anlatacak insan sayısı bir elin parmağı kadar değildi ama şimdi gittiğimde yüzleri bulan gençlerin bu hizmete koyulduklarını görmenin mutluluğunu yaşadım. Eskiden bilhassa bayanlar hiç yoktu. Kız öğrencilerin de yetişmiş olarak kendi ülkelerine döndüklerini gördüm. Aynı şeyi Prizren’de gördüm, aynı şeyi Priştine’da gördüm, Aladdin Medresesini gördüm. İlahiyat Fakültesi’ni ziyaret ettim, hatta İlahiyat Fakültesiyle bir protokol imzaladım bundan sonra ilmi ilişkilerimizi sürdürebilmek için dolayısıyla bu zenginliği koruyarak bu şekilde devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.

  • Görselliğin bu kadar arttığı, yapılan soykırıma canlı canlı şahit olduğumuz, bebek ölümlerini gördüğümüz bu dönemde Gazze’yi merkeze alarak hem insanlığı hem de İslam coğrafyalarının tutumlarını nasıl değerlendirirsiniz. Müslüman bir birey olarak Gazze’deki vahşete karşı ne/ler yapabiliriz?

Evet hassaten teşekkür ediyorum bu soru için. Çünkü benim bir sözüm var, diyorum ki ‘Bir mülakat, bir konferans, bir toplantı eğer Gazze konuşulmadan olursa meşruiyetini kaybeder’ diyorum. Doğrusu Gazze’de işlenen soykırım pek çok ilkleri barındırıyor insanlık tarihinde. En azından yakın tarihimizde son yüzyıl içerisinde çok ilkleri barındırıyor. Hem Gazzeliler açısından ilkleri barındırıyor hem Gazze ile savaşan dünya açısından ilkleri barındırıyor hem Müslümanlar açısından ilkleri barındırıyor hem insanlık açısından ilkleri barındırıyor hem de savaş ahlakı ve savaş hukuku açısından ilkleri barındırıyor.

Gazzeliler açısından yaşanan ilkler şudur: 40 kilometreye sıkıştırılmış, muhasır altına alınmış 2 milyon Müslüman karadan, denizden, havadan kuşatılmış, etrafı silahlı surlarla çevrilmiş bir halk var ve bu halk bir varlık mücadelesi veriyor, bir kahramanlık mücadelesi veriyor. Bu mücadeleyi de dünyanın bütün gelişmiş silahlı ordularına karşı veriyor ve bunu da yerin 60-70 metre derininden kazıdıkları tünellerde bu mücadeleyi veriyor. Bu açıdan hakikaten Gazzeliler açısından pek çok ilkleri barındırıyor. Gazze’ye saldıran güçler tarafından ilkler barındırıyor çünkü bu bir dünya savaşı değil ama dünyanın Gazze’yle savaşı, sadece İsrail’in Gazze’yle savaşı değil sadece siyonistlerin Gazze’yle savaşı değil sadece Amerika’nın Gazze’yle savaşı değil neredeyse bütün dünyadaki süper güçlerin İsrail’le buluşarak Gazze’ye yönelik yürüttükleri bir savaş var. Bir açıdan baktığımızda da aslında Gazze üzerinden bakıldığında İslam ve İslam dünyasıyla bir savaş veriliyor, bu açıdan da ilkler yaşanıyor. Müslümanlar açısından ilkler yaşanıyor çünkü 2 milyar Müslüman buradaki kardeşlerine yardımcı olmakta zorlanıyor. Neredeyse üçe ayrılmış vaziyette; bir kısmı neredeyse düşman safında bir sessizlik içerisinde, bir kısmı başka bir sessizlik içerisinde bir kısmı da yardımcı olmak için mücadele ediyor, dünyayı harekete geçirmeye çalışıyor Türkiye’nin yaptığı gibi. Fakat neticede hiçbirisi buradaki zulmü, soykırımı ortadan kaldırmaya henüz gücü yetmedi, yetmiyor. İnsanlık açısından ilkler yaşanıyor, enteresandır insanlığın vicdanı harekete geçiyor. Dünyanın her tarafında üniversite öğrencileri, vicdan sahibi olanlar bu Gazze ve Filistin meselesinde bir uyanış içerisine girdiler, burada da bir ilk yaşanıyor. Savaş hukuku ve savaş ahlakı açısından da bir ilk yaşanıyor aynı şekilde belki de savaş ahlakı ve savaş hukukuna ne kadar aykırı olan suç varsa bunların hepsi bu 10 ayda, bu savaşta işlendi, ‘katliam’, ‘soykırım’ artık hafif kalıyor. Öyle ki hastanelerdeki şifa bombalanıyor, ibadethanelerdeki ibadet bombalanıyor, mezarlıklar yok ediliyor sokaklardan çocuk bedenleri, çocuk parçaları toplanıyor bütün insanlığın gözü önünde bu yaşanıyor. Peki nasıl olacak, nasıl bitecek bence bu mutlak kötülüğün zevaline doğru gidecektir diye düşünüyorum. Mutlak kötülüğün bu denli başarılı olması Sünnetullaha aykırıdır. Bizler çok üzüldük, çok üzülüyoruz çok büyük kayıplar var ama buna rağmen neticede bu kötülük zeval bulacaktır diye düşünüyorum.

  • Yeni nesil artık farklı sebeplerden dolayı her şeye olduğu gibi dine ve inanca şüpheci ve sorgulayıcı yaklaşıyor. Belli çevrelerin bu gençlere karşı keskin tavır ve duruşları da gençlerin önüne bir set çekmiş oluyor. Sizin İDE olarak youtube üzerinden yayınladığınız derslerinizde bu konudaki farklı yaklaşımlarınızı biliyoruz. Bu karmaşık ilişkide ölçü ne olmalı?

Doğrusu gençlik çok büyük meydan okumalarla karşı karşıya. Kendi gençliğimle bugünkü gençliğin içinden geçtiği süreçleri, dönüşümleri dikkate aldığımız zaman bugünkü gençliğin bir senede iki senede yaşadığı değişimleri neredeyse biz 50 senede anca yaşayabildik. Onun için şüpheleri, soruları, sorgulamaları ben tabii karşılıyorum. Hatta bu şüpheleri, soruların ve sorgulamaların gençleri daha sağlıklı bir yola götüreceklerini daha yakinle buluşturacaklarını düşünüyorum. Genelde daha önceki derslerimde de hep ifade ederim bunu ben, her nesil kendisinden sonraki nesli kayıp nesil olarak ilan eder. Herhalde bizim dedelerimiz babalarımızla ilgili ‘ne olacak bu gençliğin hali’ diye çok konuşmalar yapmışlardır. Babalarımız da bizlerin hakkında aynı konuşmaları yapmışlardır. Biz de kendi çocuklarımızla ilgili bir araya geldiğimizde ‘ne olacak bu gençlerin hali’ diyoruz, ancak şöyle bir sorun var bence, gençliğin içinden geçtiği bu değişimleri, bu meydan okumaları, zorlukları hesaba katmayıp, sorularına, sorgulamalarına bir cevap vermeden onları suçlarsak kendi suçumuzu onlara yıkmış oluruz. Bizim babalarımız kendi değerlerini bize aktarmada bizden daha başarılı oldular. Biz onlar kadar kendi değerlerimizi kendi çocuklarımıza aktaramadık. Bunun tabi bizden kaynaklanan sebepleri var, içinden geçtiğimiz çağdan kaynaklanan sebepleri var ve gençlerden kaynaklanan sebepleri var. Biz bizden sonraki nesle değerlerimizi aktarmada başarısız oldukça suçumuzu gençlere yıkıyoruz, bu doğru değildir. Öyleyse gençliğin içinden geçtiği zorlukları dikkate alarak biz yetişkinlerin, öğretmenlerin, hocaların, annelerin, babaların yeni bir çalışma yapması gerekiyor.

Nedir bu zorluklar? Birincisi ‘hiçlik’ adını verdiğim zorluktur belki tarihin hiçbir evresinde bu kadar gayesizlik, anlamsızlık ve değersizlik egemen olmadı. Bugünkü gençliği kuşatan en büyük sorun bence hayatın gayesini, yaradılışın hikmetini, değerleri, bizi biz kılan değerleri bulmakta zorlanıyor olmalarıdır. Bunu dikkate alarak nasıl yardımcı olacağımızı, birlikte nasıl o gayeyi, değeri, anlamı bulabileceğimiz konusunda yeni çalışmalar içerisinde olmamız gerekiyor. İkinci büyük zorlukları bence haz ve hızdır. Hiçbir çağ bu kadar haz ve hız çağı olmadı. Gençlerin oturup kendileri hakkında düşünecek saniyeleri yok. Haz, hak sebebi kabul edildi ve hazza ulaşmak mutluluğa ermek olarak değerlendiriliyor gençler tarafından. Bunu dikkate alarak bütün insan yetiştirme düzeneklerini gözden geçirmeye çalışmalıyız, çünkü gençler iki kavrama yükledikleri anlamda yanılıyorlar; özgürlük ve mutluluk. Özgürlüğü başı boşluk gibi bir anlayışta egemen, mutluluğu da sadece hazzın, nefsin arzularına ve hevesine uygun hareket etmeyi mutluluk olarak değerlendiriyorlar, ikisi de onların aleyhinedir. Halbuki aslında özgürlük sadece bir şeye kavuşmak değildir bir şeylerden vazgeçmek, insanı daha çok özgür kılar, bazı şeylerden insanın vazgeçmesi daha büyük bir özgürlüktür. Gençler özgürlüğün bu tanımını değil daha çok bazı şeyleri elde etmek olarak değerlendiriyorlar. Aynı şekilde mutluluğu da sadece hazza ulaşmak olarak, halbuki haz mutluluk değildir. Kur’an dilinde mutluluğun adı saadettir. Saadet sadece bedenin hazlarının yerine getirilmesi değil, bedenin hazları yerine getirildikçe, şehvet artar arzu yükselir halbuki ruhun arzularını insan yerine getirince asıl mutlu olur. Gençleri kuşatan bir başka tehlike de dijitalleşmedir. Dijitalleşmeyle benim sık sık ifade ettiğim bir ekran uygarlığı kuruldu ve gençler sanal dünyanın mahkumu haline geldiler ve bir görsel idrakin egemenliğine mahkum oldular. Bunun da dikkate alınarak gençlerle yeni bir diyalog, yeni bir dil, yeni bir ilişki gençlerin bu sebepten eğitim sistemini bir daha gözden geçirmemiz gerekiyor. Anne-baba, aile,  okul ve camii meselesini yeniden düşünerek bunların gençlerin bu değişim ve dönüşümlerini dikkate alarak yeni bir dil ve yeni bir yöntemle buluşması gerektiğini düşünüyorum.

  • Geçmiş dönemlerde eski usul medreseler, dini sohbetler, hocaefendilerin ev ziyaretleri gibi farklı metodolojiye bağlı din-yaşam ilişkileri varken yeni teknolojik gelişmelerle birlikte bunlar dijital ortama kaydı. Fakat dijital ortamda da eslafın yaşadığı ve yaşattığı o muhabbet ve samimiyet de eksik kalıyor gibi. Yeni iletişim teknolojilerinin bireyselliği ve bencilliği ön plana çıkardığı dönemde ruhumuzu nasıl besleyeceğiz?

‘Camdan cama ilişki ile candan cana ilişki’ arasında çok büyük fark var. Çok uzaklardan bir insan cam üzerinden siz de bir başka cam üzerinden birbirinize hitap etmenizle, candan cana göz göze bakarak, diz dize, ruhumuzu ruhunuza katarak, gönlümüzü gönlümüze katarak yapacağımız şey arasında elbette ki çok fark var. Hakikaten bu sanal dünya her şeyi bir suret üzerinden algılamamızı beraberinde getirdi. Bu da sizin ifade ettiğiniz gibi tam da bu sohbette, dostlukta, arkadaşlıkta en önemli şey olan ihlası, samimiyeti, tebessümün rahmet boyutunu, merhametle kalbe dokunuşu bir tarafa bıraktı ve biz daha çok sanal bir dünya üzerinden birbirimize ilişki kurmaya çalışıyoruz.

Peygamberlerin yöntemi hoca-talebeden çok sahabe yöntemidir. Hz. İsa’nın havarileri vardı, Hz. Peygamberin (sav) sahabesi vardır, sahabe sohbet ile yetişti, sohbet ile büyüdü, sohbetin de merkezinde gönüller arasındaki büyük ilişki var, muhabbet var. Bugün bu sanal dünyanın egemen olduğu zamanlarda biz bundan mahrum kaldık. Çünkü dinde irşat var, tebliğ var, hikmet var. Eğer tartışma olacaksa bile cidal-i ahsen var ama dijital dünyanınki farklıdır. Burada reklam var, propaganda var, gösteri var, gösteriş var. Bu kavramları siz sohbete katamazsınız, bir sohbet yapalım da bu bir reklam olsun diyemezsiniz. Reklamın girdiği yerde sohbet olmaz, gösteri girdiği yerde samimiyet hiç olmaz. Gösterişe bizim dinimiz riya diyor, ibadetin riyasını bile şirk kabul ediyor Cenabı Hak, en büyük şirk olarak kabul ediyor. Dolayısıyla bunu dikkate alarak belki, ben tamamen dijital dünyayı bir köşeye atalım demiyorum ama dijital dünyaya hakim olabilmek için iki filtreye ihtiyaç var. Biri irade diğeri haya. Bu dijital dünyaya teslim olmamak için her gencin iki büyük silahı var biri irade, güçlü bir iradeyle onun bize hakim olmasını engellemeliyiz, asıl özgürlüğümüzü o zaman o  bizim elimizden alır. İkincisi de haya, çünkü haya basit bir utanma duygusu değil, haya bizim diri olduğumuzu hissettiren haya hayattır. Hayayla hayat aynı kökten gelir. Bu silahlarla donanarak ve yüz yüze buluşmaları çoğaltarak ve yüz yüze buluşmalarda samimiyeti, gönül dilini, ihlası, artırarak tekrar yolumuza devam etmemiz gerekir.

  • Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Balkanlarda yaşayan her genç Müslüman da murabıttır. Murabıt ne demektir? Sınır boylarında nöbet tutan demektir. Balkanlar gönül coğrafyamızın ribâtıdır. Burada ribat denince, sınır boyları denince akla silahlı nöbetler gelir, asker gelir onu kastetmiyorum. İki açıdan nöbet tutmalıyız; biri fikir nöbeti diğeri muhabbet, gönül nöbeti. Dolayısıyla fikrimizle düşüncemizle varlığımızı güçlendirerek bu sınır boylarında fikir nöbeti tutmalıyız. Muhabbetimizle gönlümüzü zenginleştirerek bu sınır boylarında yine muhabbet nöbeti tutmalıyız diye düşünüyorum.

Read Previous

İsrail hükümeti “kuzeydeki vatandaşlarının evlerine dönmesini” savaşın yeni hedefi olarak açıkladı

Read Next

Cumhurbaşkanı Davkova, Karadağ’ın yeni büyükelçisi Zoran Miljanic’in niyet mektubunu kabul etti