Kosova Cumhuriyeti’nin başkenti ve en kalabalık şehri olan Priştine, şu anda sonradan inşa edilmiş bir Yugoslav şehrini andırsa da, Osmanlı döneminden kalma hatıraların bir kısmı hala canlıdır .
Dr. Mehmet Ali Debre / Dünya Bülteni
Priştine Kosova Cumhuriyeti’nin başkenti ve en kalabalık şehridir. Prizren kadar iyi bilinmez ve ilgi çekmez, hâlbuki Türkiye’ye göç eden Kosova kökenliler arasında ciddi sayıda Priştine’lı bulunmaktadır. Şu anki Priştine sonradan inşa edilmiş bir Yugoslav şehrini andırsa da Osmanlı döneminden kalma hatıraların bir kısmı hala canlıdır. Coğrafi olarak Kosova’nın orta kısmında bulunmakla beraber Prizren’e 80, Üsküb’e yaklaşık 100, Belgrad ve Tiran’a ise 300 kilometre uzaklıktadır. Sancak Yeni Pazar ile arasında 2.5 saatlik bir yol vardır.
1389 senesinde Sultan Murad kumandanlığındaki Osmanlı ordusu Priştine şehrinin yakınındaki Kosova ovasında Sırp ordusunu mağlup eder. Bu zaferin anısına Yıldırım Beyazıt bugünkü Priştine şehri sınırlarında Çarşı Camii’nin yaptırır. Bugünkü Prinaz Camii de yine Kosova Savaşı sonrası inşaatına karar verilen bir yapıdır. Ancak savaştan sonra Priştine üzerinde Osmanlı hâkimiyeti tam anlamıyla kurulmaz. Osmanlı kontrolünde bir Sırp yönetimi oluşur. II. Murad zamanında yapılan II. Kosova Savaşı neticesinde Priştine ve çevresinde mutlak Osmanlı hâkimiyeti ihdas edilir -Yani İstanbul’un fethinden 9 sene önce-. Priştine’daki Fatih Camii 1461 senesinde yapılmıştır. Bu da İstanbul’un fethinden 8 sene sonradır.
Fethin ardından meydana gelen İslamlaşma yıllar içinde kademeli olarak devam eder. Osmanlı tarafından bölgeye gönderilen Türk nüfus ile beraber Arnavut halk İslam’ı seçmeye başlar. Arnavutların İslamlaşması ile Priştine bir Müslüman şehir halini alır. Bölgede yaşamaya devam eden Ortodoks Sırp nüfus içinden de ihtidalar olur. Şehirdeki mimari eserlerden de anlaşılacağı üzere Priştine Osmanlı döneminde Kosova bölgesinin Prizren ile beraber en önemli şehri olmuştur. Priştine’dan çıkan meşhur bir şair olan Priştineli Mesihi Osmanlı Divan edebiyatının kurucu isimlerinden biridir.Bu düzen dile kolay neredeyse 200 sene devam eder. Ancak 1683’de yaşanan Viyana Bozgunu sonrası Osmanlı ordusunun dağılması neticesinde Avusturya kuvvetleri Priştine’ya kadar gelir ve şehri işgal ederler. Hatta Fatih Camii kısa bir süreliğine Kiliseye çevrilir.
Tarihi kayıtlara göre 1690’da şehir tekrar Osmanlı orduları tarafından geri alınır, bu ordunun için de Tatar kuvvetleri de vardır. Avusturya’ya yardım edenler sert muameleye maruz kalır. Bu esnada şehirden Sırp göçü yaşanır ve göç edenlerin bir kısmı Avusturya’ya yerleşirler. Priştine ve çevresi de demografik olarak Müslüman kimliğin iyice baskın olduğu bir yer haline gelir.
Priştine’nın kaderi de diğer Rumeli şehirleri gibi 1878 senesinden sonra değişir. Berlin Antlaşması ile Balkanlardaki hâkimiyeti zayıflayan Osmanlı Devleti için artık Priştine sınır beldesi olmuştur. Ama halen şehrin 4’de 3’ü Müslümandır. Aynı yıl içinde kurulan Prizren Birliği neticesinde Arnavut milli hareketi gelişir ve Arnavutların Osmanlı’dan ayrılma istekleri başları. Balkan Savaşlarına kadar Osmanlı’da kalan Priştine I.Dünya Savaşı neticesinde Hırvat-Sırp-Sloven krallığı topraklarına katılır. Balkan Savaşlarında Sırp kuvvetlerinin bölgede yaptığı katliamlar neticesinde binlerce Müslüman hayatını kaybeder
Hırvat-Sırp krallığı ve Yugoslavya dönemi boyunca Priştine çevresine Sırp nüfus yerleştirilmeye çalışılır. Bu şekilde Priştine’nın İslam kimliği yavaş yavaş törpülenir. Yugoslavya zamanı bölgenin tek üniversitesi Priştine’da açılır ancak ağırlıklı olarak Sırp akademisyenler görev yapmaktadır. Yugoslavya dönemi yaşanan vahim hadise 1952 sonrası karşılıklı anlaşma ile bölgede yaşayan Müslüman nüfusun Türkiye’ye göç etmesidir. Hem Türkler hem Arnavutlar arasında Türkiye’ye ciddi sayıda göç olur. Bu şekilde Kosova demografisi tekrar değiştirilmek istenir. Priştine özelindeki sosyalist ve Sırp kültür baskısı artar. Ancak özellikle 1970 sonrasında Arnavut nüfus da ciddi artış olur. Bunun bir sebebi de kötüleşen ekonomi sebebiyle Sırpların Kosova’yı terk etmesidir.
1974’de Kosova bölgesine verilen otonomi sonrası Priştine tekrar hareketlenir. Kosova’daki Arnavutlar artık bağımsızlık istemektedir. Priştine’de gösteriler başlamıştır. Tito’nun ölümünden sonra artan gerginlik Milosevic’in 1989 yılında Kosova ovasında yaptığı büyük miting ile tavan yapar. Milosevic Kosova’yı Sırbistan’ın kalbi ilan eder. Ardından Bosna’da katliama başlayan Sırp ordusu 1995 senesine kadar Bosna ve Hırvatistan ile uğraşır. Kosova’daki olaylar ise 1996 senesinde başlar. Sırplar Bosna Savaşı sonrası toparlanıp Kosova üzerinde baskı kurar, buna karşı Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) eylemleri arttırır. 1999 senesinde savaş halini alan bu çatışmalar özellikle Priştine ve civarı bölgelerde şiddetlenir. Sırplar yine maalesef ağır silahlar ile katliamlara girişirler. 2 yıla yakın devam eden savaş NATO’nun da müdahalesiyle Sırplar’ın Kosova’dan çekilmesiyle son bulur.
Savaş sonrası Priştine açsısından en önemli hadise köylerden gelen büyük göç olur. Sırplar Priştine’yi tamamen terk ederken şehrin nüfusu 200.000’den yaklaşık 400.000’e çıkar ve şehir çehre değiştirir. Ancak bu durum da beraberinde sorunlar getirir. Şehrin eski tarihi kimliği arka planda kalır, maalesef diğer birçok Müslüman toplumda olduğu gibi çarpık yapılar ortaya çıkar. Priştine’nin İslami ve tarihi kimliği göz ardı edilir, adeta sokak aralarında kalır. Bölgedeki İslami eğitim de Üsküp ve Prizren’e göre oldukça zayıftır. Seküler Arnavut milli kimliğinin ağır bastığı açıkça hissedilir.
Bugün Priştine Avrupa’nın belki de en genç nüfusuna sahip başkentidir. Ancak aynı zamanda kişi başı düşen “cafe” sayısında da herhalde lider durumdadır. İşsiz genç nüfus vaktini kahvelerde geçirmektedir. Şehirdeki lise ve üniversite olanakları çok sınırlıdır. Fırsatını bulan gençler Avrupa’ya gitmeye çalışmaktadır. Maalesef Türkiye’den gelen resmi ve sivil ziyaretçiler de Priştine ile Prizren kadar bir yakınlık kuramamıştır. Hâlbuki Sultan Murad Han’ın kabrine yarım saat mesafedeki Kosova’nın bu en büyük şehri ilgiyi hak etmektedir. Kosova ovalarında yatan şehitlerimizin ruhuna el-Fatiha demeyi unutmayalım.