Yeni ders yılının başlangıcı yaz mevsimin sona erdiğinin müjdecisi oluyor. Yaz mevsimi derken kimileri için,( özellikle öğrenciler için) tatil, eğlence mevsimidir… Öyle ki öğrencilerin bazıları tatillerini, anneanne, dede, babaannelerinin yaşadıkları köy, şehirler, kimileri ise anne babalarıyla tatillerini memleketim veya Türkiye’nin cennetlik yerlerinde geçiriyorlar. Ancak bazı öğrenciler yaz mevsimini, ailelerine destek olmak için çalışarak geçiriyordur… Böylesi durumların elbet bir gün ortadan kalkacağına ümit ederek, tüm öğrenci ve öğretmenlere hayırlı ders yılı dilerim…
Öğrenciler yeni ders yılına hevesle başlaya dursun, benim tatilimin bir bölümünü çocukluğum, gençliğimin kurban olduğum Üsküp’üm de geçirdiğim birkaç günde yaşadıklarımı anlatmaya çalışacağım… Üsküp’ü ikiye ayıran Vardar nehrinin şırıltısını hiç unutamıyorum. Hele O güzelim yıllarımın Vardar nehrinin tarihi Taş Köprüsü’nün yıllara meydan okuduğu görüntüsü hala gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor. Bizler, Üsküplüler hangi yaşta olursak olalım Taş Köprüsünü Vardar nehrinin gelini olarak hatırlayacağız. Her gidişimde bir zamanın gelini ne yazık ki hüzne kapılmış görüyorum. Yoksa böyle bir durumun farkına sadece ben mi varıyorum, sorusunu da sormadan yapamıyorum… Derken, geçenlerde Taş Köprüsünün gece çekilmiş bir fotoğrafını sosyal medyada gördüm, fotoğrafın altında hatırımda kaldığı kadar şu kelimeler yazılıydı:- Meşhur bir görüntü-. Bu yazıyı görünce dayanamadım, içimden geldiği gibi yazının altında yazdım: – ‘Böylesi görüntüye meşhur denir mi, yıllar yılı her döneme meydan okuyan ve dimdik ayakta duran eski Taş Köprüsünün tarihini anımsatan sadece kitabenin kaldığının farkında olmayanlar, meşhur diyebilir’, yazdım. Aldığım yanıt ise ,- meşhur –kelimesinden daha fazla içimi sızlattı. –Evet bu fotoğrafı ben çektim, ancak köprünün inşaatını yapanlar 106 yıl önceleri buralardan gitmiş, tabi ki her gelen yeni iktidar kendine göre değişimleri yapmıştır-. Bunu yazan bir Türk ‘ün olmasına da şaşırdım. Tabi Üsküp’te yaşamayan birinden böyle düşünmesi de normal gibime geldi. Ancak ecdadımızın tarihi eserlerinin günümüzde böyle üzülecek bir durumlara düşmesinin kabul edilmesi, günlerdir kafamı yoruyor…
… İnsanlar nasıl da çabuk kendi tarihine yapılan saygısızlığı unutabiliyor kafam almıyor bir türlü… Bundan hareketle Üsküp’ün Yukarı Nerez alanlarında inşaat edilen –Makedonsko Selo- ziyaretimi de anlatmayı uygun buluyorum… Son yıllarda Üsküp’e gittiğimde böylesi bir etnoloji yerin yeni inşaat edildiğini hep duydum. Türkiye’den oralara ziyarete giden bazı bizim göçmenlerin etnoloji yerleşkesini ziyaret ettiklerini ve bu ziyaretleri esnasında hatıra olarak çekmiş oldukları fotoğraflarını sosyal medyada görme fırsatını yakaladım…
Bu sefer kız kardeşimle çoğu zamanımı geçirdiğim için yeğenlerimden bizleri -Makedonsko Selo- dedikleri alanına götürmelerini istedim. Olur, Teyzeciğim, zaten bizlerde oralarını görme fırsatını yakalamış oluruz… Sağ olsun yeğenim ve eşi bir Pazar günü oralara götürdüler… Nerez Ovası var bir de Yukarı Nerez var, eski Üsküplüler bilir oralarını. Yukarıki Nerez!in kestane ağaçlarıyla anıldığını ise en güzel Yukarı Nerezde yaşayan Müslümanlar bilir. Burada Aya Panteleymon kilisesi ve tam da kilisenin karşısında eski Nerez Camisi bulunur. Her iki ibadet yeri birbirine sitem edercesine sarılmış görüntüsünü veren bir tabloyu sergilemekteler. Bunun da çok önemli bir tarihi anı olduğunu vurgulamaktalar. Derken şunu belirtmek isterdim ki, buralarda Hristiyan ve Müslümanlar asırlar boyunca hep birlikte, birbirine sarılarak yaşamış, birbirlerinin dertlerini, sevinçlerini ortaklaşa paylaştıklarının göstergesidir. Ancak şimdi gelin görün ki, -Makedonsko Selo- için hazırlanan -‘Makedon Öyküsüne Yolculuk’- broşüründe, kilisenin fotoğrafı verilmişken Nerez Cami’sinin fotoğrafı verilmemiş? Kilisenin inşaatının yılını araştırdığımda 16. Y.y. ait olduğunu buldum, bunun da hangi dönemde inşaat edildiğini Siz değerli okurlarıma çözmelerini bırakıyorum. Nitekim Nerez Cami’sinin hangi yılda inşaat edildiğini kayıtlarda ne yazık ki bulamadım. Tarihe göre, Osmanlı Makedonya’ya 14.yy. geliyor, ancak bu bölgede Türkler’ in varlığının daha öncelere dayandığı da tarihi belgelerden anlaşılmaktadır. Böylece Yukarı Nerezi’nin ahalisi buralarda asırlar boyu bulundukları da bir gerçektir…
…. Şimdi – Makedonsko Selo- adını verdikleri bu alandaki inşaattan azıcık söz etmeyi de uygun buluyorum. Hazırlanan broşürde alanın Yukarı Nerez’de bulunduğu yazıyor. Zaten başka bir yeri de gösteremezdiler. İşte buradaki yerleşkesin, isminin –Makedonya Etnolojisinden Kareler- denilseydi mutlak daha gerçekçi ve cazibeli olurdu. İçerdeki, hoteller, kahvehaneler, buralarda hazırlanan yemeklerden asla bahsetmek istemem, ancak bu yerin mimarisi ilgimi çekti. Mimari, eski Osmanlı-Türk Mimarisini çağrıştırıyor gibime geldi. Evet bütün yeri gezdim, tüm evler hepsi de Osmanlı – Türk Mimarisini çağrıştırıyordu. Derken, Türkiye’nin Beypazarı, şehrine gidenler mutlak olmuştur, buradaki eski evler ve de Ankara Kalesindeki evlerin mimarileri Osmanlı -Türk Mimarisinden kalma yapılardır. Bir de şunu belirtmek isterdim ki, Selanik’teki Mustafa Kemal Atatürk’ün evinin inşaati da aynı mimariyi gösteriyor…
… Böylesi bir yeri hazırlayanlar, buranın adını –Makedonsko selo- yerine- Makedonya etnolojisi deselerdi umarım daha uygundu. Çok mu istedim acaba? Aynı yerin yanında, yılların yaşamını anımsatan bir Kilise ve bir de Cami’nin varlığı yaşamın ortak geçtiğini çağrıştırmıyor mu? Evet çağrıştırıyor, ancak hazırlanan bröşürde Kilisenin varlığı gösterilmişken Cami’nin yok sayılması ise başka bir düşünceyi de ortaya atıyor?
… Şimdi de yazımın başında Taş Köprüsü’nün tarihi izlerin her yıl kaybolduğundan söz ettiğimde, bir gün nasıl bir görüntüyle karşılaşacağımızı neden yazdığımı anlatabildim herhalde. -Her iktidarın kendine göre değişimlerini yapıyor-’ düşüncesini kabul edenlere, sözüm : -MİLLETİ MİLLET YAPAN TARİH BOYUNCA YARATTIĞI ESERLERDİR- Benim de- her iktidarın kendine göre değişimlerin yaptığı- düşüncesini, kabul etmememin en önemli göstergesi bundan dolayıdır. Kendi Milletimle, Milletimin tarihi eserleriyle gurur duyanlardanım. Ancak böyle eski tarihi eserlerin korunmaması ve bu durumu oldubitti olarak kabul edenleri bir türlü anlayamadığımı açıkça ifade ediyorum. Bir Milleti Millet yapan, onun varlığını gündemde asırlar boyunca inşaat edilen O Milletin tarihi eserleridir, -düşüncesini tekrar vurgulamaktayım. Tarih eserlerimizi korumak, sahip çıkmak da önemli görevimizdir… Ve Bizler Türk Milleti mensupları olarak tarihi eserlerimizle gurur duymalıyız. Yazımın sonunda vurgulamak isterim ki, ecdadımızın böylesi değerli tarihi eserlerini korumak da- Millet olarak görevimizdir. Her yeni gelen iktidarın değerli tarihi eserlerimizle yap-boz değişimlerine boyun eğmemek ise var oluşumuzun göstergesidir pek tabii ki…