Tarih boyunca insanlığın hapsolduğu cahiliyet döneminin karanlık çağlarını Kur’an’la aydınlattık, Allah’ın varlığı ile yaşadık. Medeniyetin öncüsü olan insanlığın da ölçüsü olduk. İstikamet üzerinde ayet-i kerimede buyurulduğu gibi, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (HUD-112), dosdoğru olarak, doğru yolun üzerinden, hak olan İslam yolu üzerinden, Efendimiz (s.a.s)’in yolundan Allah aşkı ile yürüdük ve hep yürüyeceğiz.
Efendimiz (s.a.s)’in yolundan yürüyerek, onun kişiliğini örnek alarak, onun güzelliğini, merhametini, sevgisini, saygısını anlatarak nesiller yetiştiriliyordu. Bu nesiller, onlara 63. yaşını geçtiklerinden sonra yaşları sorulduğunda “Haddi aştık” cevabını veriyorlardı. Bu cevapları, Peygamber efendimiz (s.a.s)’e duydukları sevgi ve saygılarından doğuyordu. Kalpleri böyle peygamber sevgisiyle donanmış ataların çocukları olan bugünkü nesillere, ne yazık ki efendimizin tatlı dili, güler yüzü ve yumuşacık kalbi değil de, onun yerine yalancı Pinokyo anlatılıyor. Çocuklarımıza yalan söyleyen birini anlatıp kötü örnek olacağımıza, hayatı boyunca hiç yalan söylememiş olan Hz. Muhammed (s.a.s)’i anlatsak ne kadar daha iyi ve güzel olur. En azından çocukları temel değerlerden haberdar etmiş olur ve Osmanlı döneminde yetişen nesiller kadar ahlaklı ve iyi insanlar yetiştiririz. Efendimiz (s.a.s)’in kişiliğini örnek alarak nesillerimizi, çocuklarımızı yetiştirelim, yetiştirmeye gayret edelim.
Ünlü yazar Cemil Meriç diyor ki “Osmanlı istismar için ülke fethetmez, imar için fetheder!” Ecdadım yararlanmak maksadıyla topraklar fethetmedi. Gayesi medeniyeti, adaleti, ahlakı, hür yaşamayı sağlamaktı. Rabbimiz bize iyiliği emretmedi mi? Bizler bunu bilerek yaşamalıyız. Osmanlı’da bu vardı işte. İyilik, merhamet vardı. Bununla alakalı, Osmanlı döneminde yaşanmış bir olay vardır. Şöyle ki, havanın aşırı soğuk olduğu bir günde, ermiş bir zat dışarıyı seyrediyormuş. Yoğurtçunun sesini duyunca hanımına seslenerek “Bir kap getir de yoğurt alayım” demiş. Hanımı da “Evde yoğurt var. İhtiyacımız yok” deyince, Mübarek de “Bizim ihtiyacımız yok ama yoğurtçunun ihtiyacı var ki bu soğukta, sokaktan üçüncü geçişi” der. İyi insan olmak başkadır, insanlara iyiliği dokunan insan olmak ise daha da başkadır.
Medeniyet için savaşmış, insanlar için, daha iyi yaşamlar, daha hür yaşamlar için ve en önemlisi İslama atılan kirli lekelere karşı kalkan olmak için savaşmış Osmanlı İmparatorluğuna, bugün atılan laflar bizleri canlarımızın en derinlerinden yaralıyor. Ayağa kalkmış bir Osmanlı düşmanı diyor ki, “Osmanlı bizleri sömürdü. Bizleri haksız, adaletsiz bıraktı, dini özgürlüğümüzü tanımadı. Hatta, bizleri Türkleştirmeye çalıştı.” Açın gözünüzü. Bir bakın, tarihi okuyun. Eğer Osmanlı onları Türkleştirmeye veya Müslümanlaştırmaya çalışsaydı, bugün Balkanlarda Makedon, Sırp, Arnavut, Yunan, Bulgar v.s olmazdı. Hepsi Türk, müslüman olurdu. Ama hayır, bilakis herkesi özgür bıraktı. Herkesi, ibadetlerini özgürce yapabilir hale getirdi. Fakir olan millete yardım edildi, ellerini açmış, imdat diye yalvaran evsizlere evler verildi. Diğer sözlerle, Osmanlı, adaletin yok olduğu yerlere adaleti getirdi. Adalette padişah haksızsa, o padişahtır diye mağdur olan, mazlum olan zavallı birinin hakkı yenmezdi. Padişah haksızsa, padişah haksızdır hükmü verilirdi. Buna en iyi örnek de, Fatih Sultan Mehmed’le Rum Mimar İpsilanti’nin “duruşma”sıdır.
Malum, Fatih Sultan Mehmed, adını taşıyan caminin inşaatında kullanılacak mermer sütunları kestiren Rum mimarlardan İpsilanti’nin elini kestirmiştir.
Bunun üzerine İpsilanti, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi’ye başvurur. Haksızlığa uğradığını belirtip, hakkının Padişah’tan alınmasını ister.
Kadı, Padişah’ı çağırtır. Padişah içeri girdiğinde, İpsilanti, dâvâcı makamında ayakta durmaktadır. Padişah “maznun” (sanık) minderine bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi kükrer:
“Beyim, davacı ile hukuk önünde yüzleşeceksin ayağa kalk!”
Padişah kalkar. Kendisini savunması istenince, hata ettiğini belirtir. Kadı Efendi “Kısasa kısas” hükmünü verir: “Hüküm gereğince Padişahın da eli kesilecektir.”
Dinleyenler dehşetten ve hayretten donakalmışlardır. Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar alışılmışın dışındadır ki, İpsilanti’nin eli ayağı titremeye başlamıştır. Aklı başına gelir gibi olunca, kendisini Padişahın ayaklarına atar.
“Dâvâmdan vazgeçtim. İslam adaletinin büyüklüğü karşısında küçüldüm. Böyle bir cihangirin elini kestirip kıyamete kadar lanetlenmeyi göze alamam.”
Fatih’in eli kesilmekten kurtulur. Ama tazminat ödemeye mahkûm olur. Kestirdiği elin diyetini şahsî gelirinden karşılayacak, Rum mimara bir de ev verecektir.
Mahkeme sona erip herkes çıktıktan sonra, Padişah, Kadı’ya döner:
“Bak, kadı efendi Hızır Çelebi, eğer benim padişahlığımdan korkup bana iltimas eyleseydin, ve haksız bir hüküm verseydin şu kılıçla başını koparırdım.”
Kadı Hızır Çelebi minderini kaldırır, minderin altında duran demir topuzu Padişah’a gösterir:
“Siz de padişahlığınızdan dolayı gururlanıp hükmü tanımasaydınız billahi bu topuzla başınızı ezerdim.”
KAYNAK: “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”nin Millet Kütüphanesi’ndeki Emiri koleksiyonunda bulunan yazma nüshanın birinci cildinin 36. syf.
Bir millet dürüst, vefalı ve adil olabilir. Osmanlı da tam böyle bir milletti, böyle bir ahlaka ve yaşayışa sahip insanların dini de, elbette hak dindir. Adaletsiz topraklara adaleti getiren ecdadımız, adalet sancaklarını her daim dalgalandırdı. Ecdadımızdan Allah razı olsun…