Hiç duracak gibi değil, oysaki yaz ayları geldi de geçiyor. Uzun bir zaman diliminde ne kadar da çok mücadele biriktirdik ve evet yorgunuz ama şer gibi görünen her şeyde bir hayır gizli. Kurban Bayramı arifesinde aklıma ilk gelen Hz. İbrahim’in imtihanı oldu. Bu hayatta herkesin bir İsmail’i vardı aslında, bir de savaştığı nefsi. Allah’a kabul edilmesini istediğimiz dualarımız ve tam da en çok sevdiğimiz üzerinden sınandığımız. İsmail kimine göre evlat, kimine göre dünya malı, kariyeri veya ilmiydi. Herkes aslında kendi İsmail’inin kim ve ne olduğunu çok iyi bilir. 15 Temmuz gecesi kimisi İsmail olup sokaklara koştu, 251 can o gecede İbrahim’in elinden ve kolundan uçup mekanlarını cennet eyledi, adı Ömer’di belki, adı Abdullah Tayyip’ti belki, sonra Eren’di, Fethi’ydi ve niceleri…
Bir gecede bir vatanın alnına silah dayadılar, ancak o gece öyle bir mücize oldu ki “verecek bir canımız var Allah’a ama bu vatanı teslim etmeyiz hainlere” diyerek milyonlar çıktı er meydanına. Bundan daha aziz daha mübarek ne olabilirdi ki şu dönemde. Örneği var mı, yok. Savaşlar var mı, çok. İşte Hz. İbrahim’in sınandığı yer, en sevdiğini Allah’a teslim ettiği rüya. Vatan sevgisi de imandandır, özellikle de dünyada yaşayan tüm inançlı Müslümanların da bel bağladıkları bir vatansa bu, herkes İsmail’ini kurban etmeyi öğrenir yavaş yavaş. Ölümü dahi göze almış bir milleti daha ne ile korkutabilirsin ki.
İnsanın fikri neyse zikri de odur, bütün savaşların en büyük nedeninin altında aslında ekonomik güç elde etme çabası var. İşgal edilen toprakların doğal kaynaklarını sömürmek, daha çok silah satıp güçlenmek vs. Pek anladığım bir alan olmasa da, gördüğüm şey savaş çıkaranların, huzursuzluk yaratanların taptıkları şey yani onların “İsmail’i” ekonomik güç. Kişi neyden korkuyorsa onunla korkutmak ister. Elindeki para değerini kaybederse senin de kaybedeceğini umar. Ama sen şöyle dersin “Senin doların varsa bizim de Allah’ımız var”, kimisi bunu tiye alır, kimisi “Allah kurtarsın” der.
Bu Kurban Bayramı’nda kimse Hz. İbrahim’i ve onun teslimiyetini ve mükâfatını düşünmez. “Elimdekini bozdursam mı, bozdurmasam mı?” diye nefsin ile bir kavga başlatırsın, “ama kara günler için kenarda bırakmıştım” dersin, aslında o gün bugün olduğunun farkına bile varmazsın. Etrafına bakınca gözün savaştan başka ne görüyor, daha iki yıl önce ülkeni Suriye gibi bitirmek istemişlerdi, sen elindeki dolara güvensen ne olur güvenmesen ne olur? Oysaki elindekini çöpe atman söylenmedi, sadece onu milli parana dönüştürmen söylendi. Üç kuruşla ne zengin olunur ne fakir, ama vakit senin İsmail’ini teslim etme vaktindi. Teslim eden kazanacaktı, şöyle ki : “Ve ona şöyle seslendik: “Ey İbrahim rüyaya gerçekten sadakat gösterdin, işte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz ki bu apaçık ve kesin bir imtihandı, dedik. Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.”(Saffat Suresi, 104-107)
Allah’ın izni ile bu da geçecek, her şerde bir hayır vardır. Yorucu evet, yıpratıcı ve zor, demek ki herkesin savaşı farklı. İnsanoğlu herşeyden bir ders çıkarmalı. Bundan öğrendiğimiz ise daha çok yerli ve milli değerlere sahip çıkmamızın gerektiği. Daha çok çalışmak ve daha çok bağımsız olmak. Bütün zincirlerden kurtulmak, dostu ve düşmanı tanımak. Bu günlerde yanınızda olanları görmek. Türkiye’min taşı toprağı altın derler, buna inanmak ve onu daha çok sahiplenmek. Elinden gelenin en iyisini yapmak, ayakkabıcıysan en iyi ayyakabıyı üret, temizlikçiysen en güzel sen temizle, çiftçiysen en bereketli toprak seninki olsun, öğrenciysen en çok sen çalış…
Oysaki bizler bu savaşta, sadece ekonomik kayıplar yaşamıyoruz. Onlar elimizden zamanı da çalmaya çalışıyor, sanatı da, kültürü de, zanatı da, sağlığı da, eğitimi de. Türkiye’nin gelişen ve büyüyen bir ülke olduğunun farkına vardıkları zamandan beri, onu ara ara yıpratıp gelişmesini yavaşlatmak istiyorlar. Onlar Türkiye ile uğraşırken, zaman onlardan da çalıyor. Bu yüzden sanatçı kendi işine, zanatçı kendi zanatına, eğitmen öğrencilerine, ilim adamları bilime, sağlıkçılar tıbbı geliştimeye yeni İbn-i Sina’lar yetiştirmeye odaklansın. Bizler gerektiğinde bir olmayı birlik olmayı bildik ve yine bunu başarabiliriz. Çanakkale zaferini onlar sindiremediklerinden bu savaş yeni değil, savaş hiç bitmedi ki yeni başlasın. Onlar hala Osmanlı ile savaşta, tarihte yüz yıl çok kısa bir süredir. Savaş hep vardı, bizler hâlâ Balkan ülkelerinde yaşayanlar en azından bunu gördük. Şimdi açıktan oynamaya başladılar o kadar. Demek ki bu yol bizi doğruya ulaştıracak.
Yıllardır Türkiye siyasetinde dışarıdan da görünen içeriden de bilinen iyi bir muhalefetin olmaması. Oysa güçlü bir muhalefet iktidarı da diri tutar vatanı da. Muhalefet güçlü olmayınca ülkenin dışındaki düşmanlardan medet umar, işte bunun adı muhalefet değil hainliktir o zaman. Muhalafet, iktidarı dışarıaki muhaliflerden korumak için olmalı oysa. Bir ülke böyle böyle gelişir. Muhalefet olmak ülkenin dışındaki düşmanlar ile sevinmek değil, ülkenin kötü gidişatına üzülmeyi ve fikir üretmeyi gerektirir. Yeri gelir aynı fikirde olursun ve alınan kararları desteklersin, bu seni muhalefetlikten çıkarmaz. Her partinin milletvekili aynı maaşı alıyorsa her milletvekili de ister iktidar olsun ister olmasın aynı performansı göstermeli. Çalışkan insanlar hiçbir zaman kaybetmez. Bu nedenle de siyasetçiler de siyasetini doğru yaptığı takdirde ülke kazanır. Bir ülke kazanırsa hangi ideolojiden olursa olsun herkes kazanır.
Bu Kurban Bayramı belki de bizlere biraz da olsa Hz. İbrahim olmayı öğretecek, belki de “İsmail’imizi”tanımayı öğretecek. Sizin İsmail’iniz ne/kim? Hayırlı bayramlar dilerim…