Makedonya’da bir cennet bahçesi

İçinden nehir geçen şehirler veyahut bir gölün kıyısına yerleşmiş şehirler sonbaharda insana tatlı bir huzur verir. Güneş batarken veya doğarken bir ayna olur nehirler ve göller, yapraklar sararıp solarken, dökülürken suya, masalımsı bir hikâyenin olay yeridir adeta. Gökyüzü akşam vaktinde renkten renge bürünürken, suya yansıyan o ahenk ve sonbaharın o eşsiz renkleri eşlik ederken birbirine, insan sadece seyrederek bile ruhunu dinlendirir.

Yoğun bir Ekim ayının yoğun bir haftasında, sonbahar yorgunluğunu üzerimizden alacak bir şehirden bahsetmek istiyorum size. Kaldırımları aynı bizim çarşının kaldırımları gibi bakır renginde. Küçücük bir çarşısı, çarşıdan yukarı çıkan ince sokakları, şehrin en tepesinde taştan örülü kalesi, Safranbolu evleri gibi dizi dizi dizilmiş kibrit kutucuklarını andıran, balkonları pembe, erguvan, sarı çiçeklerle süslenmiş evleriyle Makedonya’nın incisi sayılan bir şehir bu: Ohri gölünün kıyısındaki Ohri şehri.

Makedonya’da yaşayan herkes mutlaka Ohri’ye gitmiş, gölün güzelliği ve şehrin şirinliğiyle tanışmıştır. Sadece bizler değil, Makedonya’ya gelenlerin çoğu mutlaka bir günlük de olsa Ohri’yi ziyaret etmiştir. İnsanları kendine hayran bırakan bir şehir şüphesiz. Ona inci denmesi, kendine has üretilen incisinden ötürüdür. Hammaddesi sedef olan bu incinin üzerine Ohri gölünde bulunan Plaşisa balığının pulları sıkıştırılarak elde edilen sıvı sürülür. Bembeyaz evleri, uçuşan martıları, gölün güzelliği, yemyeşil dağlarıyla Ohri, Makedonya’nın cennet bahçesidir adeta.

Ohri, M.Ö. Roma İmparatorluğu döneminde Lihnidos ismiyle anılan Dessaretia eyaleti olarak ticaretin merkezi sayılmış. Romalılar, Adriyatik denizi kıyısındaki Arnavutluk’un Durs şehri ile İstanbul’u birbirine bağlayan Via Egnatia yolunu inşa etmişler. Bu yol bugünkü Ohri’nin üzerinden geçtiği için tüccarların ilgisini çekmiş ve şehrin gelişmesini sağlamış. Ancak 576 yılındaki bir depremde şehir tamamen yıkılmış. 7. yüzyılda ise Slavların tekrar yerleşmesiyle şehir yeniden kurulmuş. Constantinople 4. Konsülü’nün piskoposluk rezidansı tarafından Ohri ismiyle anılmış ilk kez. Şehir, Hristiyanların din ve kültür merkezi haline gelmiş.

Ohri, birçok iktidarın eline geçmiş bir şehirdir. Bulgar, Bizans, Sırp egemenliğinden sonra, Sultan I. Murat döneminde 1385 yılında Çandarlı Hayrettin Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmış; Osmanlı hâkimiyeti döneminde Rumeli eyaletinin üç büyük sancağından biri olmuş.

Osmanlıların şehirdeki ilk yerleşim yeri Varoş’un (Kale içi) en yüksek bölgesinde “İmaret” adındaki bir alanda kurulmuş. Bizans döneminden kalma bazilikalar 1491 yılında Fatih Sultan Mehmet’e adanmış. “İmaret Camii” ismiyle bilinen ancak çeşitli yazılarda Hünkâr Camii ya da Fatih Sultan Mehmet Camii olarak anılan Ohrizade, Sinanuddin Yusuf Çelebi tarafından inşa edilmiş, etrafına da zengin bir külliye kurulmuş. Ohri,  Arnavutluk içinde düzenlenen saldırılarda üs olarak kullanılmış, şehir İskender Bey tarafından ele geçirilmeye çalışılsa da tekrar Osmanlı hâkimiyeti altında kalmış. Osmanlılar şehrin sadece Aya Sofya Kilisesine küçük bir minare, iç kısmına da bir minber ve mihrap yerleştirerek cami olarak kullanmışlar. Diğer bütün kiliseler ise Hristiyanların kullanımına açık bırakılmış.

Bütün bu tarihe baktığımızda, bazı kitaplardaki veya bazı üniversite hocalarının söylemlerindeki Osmanlı eleştirilerinde Ohri için söyledikleri “bütün kiliseleri yıkıp cami yapmışlar” sözünün bir yalandan ibaret olduğunu görüyoruz. Evet, Hristiyanların Kudüs’ü olan Ohri, belli bir süre sonra Balkanlarda İslam’ın merkezi haline gelmiştir, ama bu yıkmakla değil yapmakla olmuştur. Şehri genişleten Osmanlı hâkimiyeti, surların dışına çıkıp mahalleler kurmuştur. Merkez camileri ve mescitler inşa etmiştir, tasavvuf anlayışının yayılmasıyla da tekkeler ve zaviyeler inşa etmiştir.

Evliya Çelebi’ye göre Ohri’nin aşağı şehrinde 10’u Müslüman 7’si Hristiyan toplam 17 mahalle varmış. Ohrizade, Kuloğlu, Tekke, Haydar Paşa, Yunus Voyvoda, Koçi Bey, Zulmiye, Koca Siyavuş Paşa, Hacı Hamza, Emin Mahmut, Kara Hoca Mahallesi gibi isimlerden bahsedilir. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Ohrizadelerin misafiri olduğunu da yazar. Halkın gündelik yaşama ait sorunlarından, tarihi eserlerden, tabiat güzelliklerinden de bahseder. İki medrese arasında kervansaray olduğundan, 77 özel hamam ile Gazi Hüseyin Paşa hamamı ve Ohrizade hamamı bulunduğundan, bir de bir darphaneden söz eder; para kesilen bir yerde “Hakir, ayarı halis akçesini gördüm” der.

Milli edebiyatın temsilcilerinden olan Ebûbekir Hâzım Tepeyran da bir hikâyesinde Ohri’nin güzelliklerinden bahseder. Şehirdeki birçok tarihi eserle birlikte kiliselerdeki Hristiyanlıkla ilgili duvar resimlerinin korunması için de Ohri gölünün su seviyesi dengelenir. Bunu da göle akan “Drim” nehrinin taşıdığı suyu dengeleyerek yaparlar. Ohri, mektepler, çeşmeler, medreseler, Çar Samoil kalesindeki saray, camiler, tekkeler, mescitler, kervansaraylar ve daha nice tarihi eserlerle, kültürlerin ve dinlerin aynı şehirde buluştuğu incisiyle, tabiatıyla insanların huzur bulduğu bir şehir. Ancak ne yazık ki eski Osmanlı eserlerinden pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Camilerin çoğu yıkılmış, korunamamış. Var olanlarla da eskiyi bir şekilde yâd etmeye çalışıyoruz.  İmaret Camiinin temelleri üzerine papaz okulu inşa etmeye çalışanların, Üsküp’ü heykellere donatanların en büyük amacı izlerimizi silmek.

Ohri meydanındaki çınar ağacıyla Üsküp çarşısındaki çınar ağacı, tarihin en canlı şahidi gibi günümüze kadar ulaşabilmişler. Şehirlerin nöbeti onlara kalmış. Bizler ise Ohri’de gezerken evlerin beyaz badanalarına, pencerelerden bakan hüzünlü bakışlara, çarşıdan geçerken duyulan Türkçe kelimelere sarılıyoruz. UNESCO tarafından koruma altına alınan şehirde bizler de kendimizce mirasımızı korumaya çalışıyoruz. Ama yetmiyor maalesef. Bu şehir hakkında yazılmış o kadar güzel eserler var ki bu yazıya hepsini sığdırmak mümkün değil.

Ohri’de hâlâ Türk evleri var ve o evlerde sıcak börekler de pişer, bahçelerinde türlü meyveler de yetişir. Sizi öyle bir misafir eder ki bu şehir, dışardan bakınca yabancı gibi görünür ama içine girince, derinine dalınca kendini evinde hissettirir. Şiir yazdırır ve şiir okutur şairlere, bu nedenledir ki Ohri Gölü yıllarca Struga Şiir Akşamlarına ev sahipliği yapar; Drim nehrinin üzerinden dökülür şiirler, akar gider gölün derinliklerine. Göl sakinken bir sandalla açılıp şehri bir tablo gibi izlersin uzaktan, istersen de kıyısında bir banka oturur dalgaların kıyıya çarpışını görürsün. Bazen hırçın bazen de yumuşacık olur Ohri. Struga ile Ohri, aynı gölü paylaşan iki kardeş gibi de geceleri uzanır gölün derinliklerine…

Read Previous

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunanistan Dışişleri Bakanı Kocias’ı Kabul Etti

Read Next

Bulgaristan, haftalık çalışma süresine göre Avrupa’da üçüncü

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *