Makedonya’daki Türklerin en önemli sivil toplum kuruluşlarından biri olan Köprü Derneği, 2002 yılından beri ismini birçok önemli etkinlik ile duyurdu. Eğitim ve kültür-sanat alanında yaptığı çalışmalarla Makedonya Türklerinin önemli bir temsilcisi oldu. Merkez ofisi Üsküp’te olan Köprü Derneği’nin hem yönetici kadrosu hem de üyeleri genelde gençlerden oluşuyor ve doğal olarak da Köprü, gençlerin ilgisine mazhar oluyor. Yaptığı faaliyetlere bakıldığında Makedonya Türklerinin varlığını sürdürebilmesi adına çok önemli bir yerde duran Köprü’nün kuruluşundan itibaren geçirdiği serüveni başkan Hüsrev Emin’den dinlemek istedik.
Seyyid Emin / TimeBalkan
Makedonya Türkleri ile özdeşleşen bir STK olan Köprü’nün hikâyesi nasıl başladı?
Malumunuz 2002 yılında önce Köprü Dergisi ile başlayan bir süreç. O dönemde Türk Dili ve Edebiyatı’nda okuyan üniversiteli Türk gençleri olarak Makedonya’da Türkçe süreli yayın yapan bir dergi olmamasından dolayı, biz de en evvela bölümün yani Üsküp Üniversitesi’ndeki Türkoloji bölümü olarak bir Türkçe dergi çıkarmak istedik ve bu düşünceyle yola çıktık. Daha sonra üniversitedeki şartlardan ve farklı nedenlerden dolayı bunu yapmaya imkân bulamadık ve dergimizi kendi başımıza çıkarmaya başladık. Bunun yanısıra o dönemde amatör olarak birkaç kültürel program düzenledik. Bu programların ikisi Üsküp Türk Tiyatrosu’nda düzenlendi. Bu bölgeye ait bazı adetleri ve gelenekleri yansıtmak amacıyla “Bir Ramazan Gecesi” ve “Rumeli Gecesi” isminde iki tiyatro gösterisi yaptık. Bu tiyatro gösterilerinde bizim o dönemdeki ekibin tamamının katılması dikkatleri üzerimize çekmişti. Tabi amatör ruhla da yapınca çok güzel bir şey ortaya çıkmıştı. Bununla ilgili çok güzel tepkiler almıştık. Bu etkinliğin devamında edebiyat geceleri ve farklı faaliyetler düzenledik. Sonra faaliyetlerimizin Makedonya Türkleri tarafından benimsendiği ve beğenildiği için bu yapının kurumsal bir yapıya dönüşme ihtiyacını fark ettik. 2003 yılında Makedonya Türk Sivil Toplum Teşkilatları Birliği’nin (MATÜSİTEB) kurulma süreci başladığında biz dergi etrafında toplanan gençler, dergiyi, derneğe dönüştürme kararı aldık. Böylece 2003 Mart ayında resmi olarak aynı isimle “Köprü” – Kültür, Sanat ve Eğitim Derneği kuruldu. Ancak yayın hayatına devam etmesinin ne kadar önemli olduğunu idrak eden genç gönüllüler olarak zor koşullara rağmen Köprü Dergisi’ni çıkartmaya büyük bir ciddiyetle devam ettik. Bunun yanısıra aktif üyelerimizin ağırlıklı olarak üniversiteli gençlerden oluştuğu için entellektüel ve ilmi anlamda ufkumuzu açacak Köprü Dergisi’yle birlikte ilk önemli faaliyetimiz de kütüphaneyi kurmak oldu. Kütüphanenin adını da Makedonyalıların Gazi Baba olarak bildiği hâlbuki Türk Edebiyatı’nda tezkire şairi olarak geçen Âşık Çelebi’nin adını verdik ve günümüzde de faaliyet gösteren kütüphaneyi kurduk. Bununla birlikte lise ve üniversitelilere yönelik sistematik olarak başlattığımız eğitim programları da oldu. Son yıllarda “Kardelen Çocuk Kulübü” adı altında buna ilkokul öğrencileri grubu da dâhil edildi. Farklı geziler, farklı kültürel ve eğitim alanında programlar, ortak çalışmalar yıllar boyu devam etti. 2009 yılında da en önemli faaliyetlerimizden bir tanesi olan “Kardelen” – Çocuk Dergisi yayınlanmaya başladı ve halen yayınlanmaya devam ediyor. Bu aşamada dediğim gibi Köprü’nün tarihçesine kuruluş aşamasından bu yana dönüp baktığımızda hakikaten öğrenci yıllarındaki heves, azim ve şuurla başlayan süreç, kalıcı faaliyetlere imza atıldı ve kurumsallaşma gerçekleştirildi. Çok sayıda yapılan ve burada hepsini zikredemeyeceğimiz sayıda etkinlik yapıldı ve 13 yıl öncesine göre bugün Köprü Derneği’nin epey mesafe katettiğini görüyoruz. Bunlar tabi yeterli olmayıp bunun ileride çok daha farklı çalışmalarla birlikte kurumsal anlamda niteliğe öncelik vereceğimizi ve yine Makedonya’daki Türk gençliğine temas eden faydalı yenilikler peşinde olacağımızı ifade edebilirim.
Kuruluşunuzdan itibaren daha fazla Makedonya Türk gençlerine hitap etmeye çalıştınız. Faaliyetlerine genelde gençlerin katıldığı bir kuruluş olmak herhalde size enerji kattı. Bu durum sizi gençlerin sorunlarına da yakından bakabilmeyi sağladı mı?
Köprü Derneği’nde çalışmalarımıza başladığımızda ağırlıklı olarak gençlerle hareket ettiğimiz için gençliğe öncelik vermeyi kendimize bir ilke olarak benimsedik. Zira, hem dernek yöneticilerimiz hem de hitap ettiğimiz kesim ağırlıklı olarak gençlerden oluşuyor. Diğer kesimleri dışarıda tutmuyoruz ancak hedef kitlemiz gençlik. Enerjimizin kaynağını gençler oluşturuyor. Hem vizyon açısından, hem de misyon açısından bu ilkeyi merkeze koyduk. Çalışmalarımız daha fazla bu yönde devam ediyor. Makedonya’nın etnik, kültürel ve dini yapısındaki ciddi farklılıklardan dolayı bunun dezavantajları var ama diğer taraftan avantajları da var. Dezavantaj olarak şunu söyleyebilirim: Makedonya’da, gençleri kendi kültüründen yozlaşmaya iten bir sürü alanlar, mekân ve çevreler olduğu için yapmak istediklerimizi, hedeflerimizi hatta hayallerimizi gençlerle paylaşmamız ve onların bunu benimsemesi kolay olmayabiliyor. “Birçok eğlence imkânı varken, hazların dünyasında yaşamak varken niye Köprü’de büyük hedeflerle boğuşan insanlarla takılayım ki” diye düşünen dünyadaki birçok genç gibi bu tarz etkinlikler bizim memleketteki gençleri de cezbetmiyor olabilir. Ancak biz genç dostlarımızın içindeki o “güzel şeyler yapmak lazım” duygusunu işitiyoruz ve onları güzel şeyler yapmaya davet ediyoruz. Bu şekilde yaptığımız çalışmaların, gençleri tabiri caizse “harcayacak” kötü şeylerden daha cazip olduğunu dilimizin vardığı kadar anlatmaya çalışıyoruz. Ancak hamd olsun, üniversiteyi bitirdikten sonra hayatın belli bir aşamasına geldikleri zaman gençler Köprü’de bulunmayı daha fazla benimsiyor ve kuruma aidiyet duygusu artıyor.
“Kurum ve kurumsallık fetişizminin yaşandığı bir dönemde Köprü Derneği olarak biz kurumsallığın önemini yok saymıyor ancak insanın, dolayısıyla samimiyetin herşeyden daha mühim olduğunu unutmuyoruz”
Açıkçası yeni gelen arkadaşlara sürekli olarak Köprü’yle ne şekilde ilişki kurduklarını soruyoruz ve gelen cevaplara bakınca çoğunluk arkadaş ortamı aracılığıyla geldiklerini söylüyorlar. Tabi bu çok sevindirici bir durum. Zira her ne kadar ciddi bir kurumsal yapı ve sistem halinde çalışmalarımızı yürütmeye gayret etsek de, buradaki atmosfer bir arkadaş ve dost çerçevesinden dışarı çıkmıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Köprü bir makine gibi insanların girdiği, etkinliklerinden istifade ettiği ve çıktığı, dolayısıyla da bir mekanizmaya dönüşen bir kurum haline -elhamdülillah ki- dönüşmedi. Derneğin içinde insanların olduğu ve yine kurumun değil insanların oluşturduğu sıcak ortam, gençlerin bu kuruma daha çok ilgi göstermesine neden oluyor. Burada oluşan dostluklar, birliktelikler, ister istemez özel hayata ve hayatın diğer alanlarına da yansıyor. Yani kurum ve kurumsallık fetişizminin yaşandığı bir dönemde Köprü Derneği olarak biz kurumsallığın önemini yok saymıyor ancak insanın, dolayısıyla samimiyetin herşeyden daha mühim olduğunu unutmuyoruz.
Bir de şunu hatırlatmam gerekir. Bizler burada Makedonya’daki Türk toplumu olarak devletin bir ferdi, Makedonya’nın bir vatandaşı olduğumuzun bilinciyle hareket etmekteyiz. Ancak bu toprakların 100 yıl önce önemli bir medeniyetin yani Osmanlı medeniyetinin bir parçası olduğunu hatırlıyor ve o medeniyete aidiyet hissetme özgürlüğüne sahip olduğumuzu biliyoruz. Tarih konusu buradaki tüm Müslüman ve Türk gençleri için önemli. Şimdi şöyle izah edeyim. Üsküp gibi bir Balkan şehrinde yaşıyorsanız, Balkanlar’daki Osmanlı tarih kitaplarına göz atmamanız mümkün değil. O kitaplara göre Osmanlı, Balkan toplumlarının geri kalmasına neden oldu ve Osmanlı Balkan toplumlarını sömürdü. Bu okumalara devam edince Osmanlı’nın Balkanlar ve Balkan toplumlarını neredeyse bir sömürgeci mantığıyla sömürdüğü fotoğrafı çıkıyor ortaya. Balkan ulus-inşa dönemlerinde Osmanlı’nın ötekileştirilmesi hatta bana göre öcüleştirilme projelerinin bir neticesi bu. Tarih yazıcılığındaki bu zihniyet problemini bilmeme rağmen Balkanlar’daki tarih kitaplarında yer alan iddialar yine de içimize oturuyor. Bu halet-i ruhiye ile Üsküplü gençler olarak Üsküp sokaklarında dolaşmaya başlıyorsunuz ve sadece yüzde otuzu ayakta kalabilmiş Üsküp’teki Osmanlı mekânları ile karşılaşıyor ve yüzleşiyorsunuz. O mekânlara bakınca Osmanlı ne diyor biliyor musunuz? “Ben Üsküp’ü ve diğer tüm Balkan şehirlerini en az İstanbul kadar sevdim ve güzelleştirdim. Bu şehirleri o kadar önemsedim ki, Balkanlar ve Makedonya’ya mimari açıdan özgün ve bugüne kadar ulaşabilen 500 yıllık onlarca güzel eser bıraktım” diyor.
“Köprü’deki gençler hem ulusçuluğun saldırgan tarih yazımına, hem de modern dünyanın uyuşturucu etkisine rağmen tarihi yani zamanı idrak ederken uyanık yani şuurlu kalmaya çalışmaktadır. Bir nevi bu arayışlar içerisinde olanların bir topluluğudur Köprü”
Mekân üzerinden tarih ile böyle bir irtibat kurduğunuz zaman doğal olarak Osmanlı tarihine bakışınız diğer Balkan toplumlarından farklı oluyor. Şimdi günümüz Üskübünde şöyle bir dolaşın, Mustafa Paşa camii kadar orjinal bir yapı bulamazsınız. Tarih kitaplarında bir diğer suçlama ise Osmanlı’nın Balkan toplumlarını geri bıraktığıdır. Yani bu teze göre Osmanlı, Balkanlarda entelektüel anlamda hiçbir etkinlik göstermemiş ve Balkanlar sadece asker kaynağı olarak Osmanlı’nın faydalandığı bir coğrafya olduğu iddia edilmiştir. Ancak tarihin hiçbir döneminde Üsküp ve Balkanlar bir imparatorluğun bu kadar içinde olmamıştır. Mesela yine Üsküp üzerinden hareket edelim ve örneğin bugün Bitpazarında bulunan ve Alaca Camii olarak bildiğimiz yapının aslında dönemin en önemli medreselerinden biri olan İshakiye medresesi (16. Yüzyıl) olduğunu ve bu medresede görev yapan müderrislerin Osmanlı’da epey yüksek ilmi ve bürokrasi kademelerine ulaştığını müşahade etmekteyiz. Dolayısıyla o dönemin ilmi kurumları olan medreseler sayesinde Osmanlı’nın bu bölgeye ciddi yatırım yaptığı görülmektedir. Bu hesaplaşma uzun bir sohbeti gerektirir. Dolayısıyla bu kadarıyla iktifa edelim. Ancak Üsküp ve tüm Makedonya’daki gençlerin çoğunun zihninde bu sorular olmuş ve buna göre bir tarih şuuru oluşmuştur. İşte Köprü’deki gençler hem ulusçuluğun saldırgan tarih yazımına, hem de modern dünyanın uyuşturucu etkisine rağmen tarihi yani zamanı idrak ederken uyanık yani şuurlu kalmaya çalışmaktadır. Bir nevi bu arayışlar içerisinde olanların bir topluluğudur Köprü.
Yukarıda biraz etraflıca anlattığım o şuur sahibi olduktan sonra herkes bir şekilde kendi alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Siyaset dışında hangi alanlarda varsak, gençler hangi alanda kendini daha iyi ifade edecekse, biz o alanları oluşturmaya çalışıyoruz. Ancak en önemlisi Köprü Derneği, zaten gençlik döneminin bizatihi bir evresi olduğu için buradaki insanların ileride hayatlarına mutlaka temas ediyor. Bu bağlamda çok şükür şimdiye kadar birkaç nesilden bahsetmenin bahtiyarlığını yaşıyoruz. Bu nesillererarası dostluklar Köprü’nün oluşturduğu gönüllülük ortamı ve sistematik olarak yaptığımız farklı ders/seminer gruplarıyla gençler gönüllü olarak yeni şeyler öğrenmenin keyfine varıyor. Bunun yanında kurslar veya bir şiir gecesi ya da bir kültürel gezi bile gençlerin yeni deneyim kazanmalarına vesile oluyor. Gençler bazan abartıyorlar ve yönetici abilerine herhalde güzel şeyler söylemek istiyorlar ancak gençler, Köprü’deki ortamın ardından daha farklı düşünmeye başladıklarını bana aktarıyorlar. Tabi bizim sunduklarımız cazip şeyler değil aslında. Ancak gençlerimiz hamd olsun ki cazibe değil fayda ve yararlı şeyler yapmak peşinde oldukları için, onların oluşturduğu gönüllüler topluluğu, ortamı elbetteki hoş kılıyor.
13 yıldır aralıksız çıkmaya devam eden Köprü Dergisi Makedonya’daki Türkler için ne ifade ediyor?
Yahya Kemal Beyatlı’nın Üsküp’ten çıkması ya da Üsküplü olması veya milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy’un bu toprakların çocuğu olması, bu topraklarda güçlü kalemlerin, dolayısıyla da edebiyat alanında yeteneklerin olduğunu gösteriyor. Bu da bizleri cesaretlendirmiş ve bu alanda kalemi güçlü olanları, potansiyeli olanlarla buluşturduğumuz bir yayın platformu oluşturarak Köprü dergisini yayınlamaya başlamıştık. Aslında yetenekleri keşfetme konusunda tarihin bile içine girip orada bizim bilmediğimiz, oysa gerçekten önemli şair ve yazarların izine rastladık. Ataullah Efendi, Fettah Efendi, Kemal Efendi, Selim Efendi ve yaklaşık on yıl önce rahmete kavuşan Hfz. İdriz Efendi bu ülkenin bilinmeyen ummânı olduğunu keşfetmiştik. Osmanlı döneminde bugün hala ulaşamadığımız ve gün yüzüne çıkmamış bir sürü çalışmalar ve yeteneklerin olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 90’lı yıllara kadar, kısacası komünist dönemde Makedonya Türkleri (her ne kadar büyük bir kısmı rejime bağlı bir edebiyat akımı olarak geliştiyse de) bana göre hatırı sayılır seviyede edebi eserler ortaya çıkarmıştır. Bu edebi canlılığın bir sürü sebepleri olabilir. O zaman özellikle edebiyatın ayakta kalmasında ya da edebiyat yayınlarının yayınlanmasında devletin vermiş olduğu imkânlar, maddi yeterliliklerin katkısı muhakkaktır. Zaten komünizm rejimi, bilindiği üzere fikir kaynağı olan Rusya’da bir bakıma edebiyat, ideolojinin önemli bir aracı haline getirilmişti. Belki bu topraklarda da aynı metod uygulanmıştı, ama en azından Türkçe eserlerin olması Makedonya Türklerinin kimliklerini korumaları adına önemliydi. Yugoslavya döneminde devlet farklı unsurların ana dilde yayın yapmalarına önem vermiş ve bu sayede de ciddi kalemler yetiştirilmiş. Ancak bu dönemde yetişen kalemler, kendi edebiyatlarını oluşturmak için zemin bularak bir nevi fırsat da elde etmiş oldular. Mesela “Sesler” gibi bir edebiyat, kültür, sanat dergisi yayınlanmıştı. Bu tarz yayınlar, edebiyatın gelişmesine katkı sağlamıştı. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, eskiye nazaran o zemin oluşmasa bile 90’lı yıllara ciddi yansımaları olmuştu.
“Aldığımız eleştiriler ve tepkilere bakacak olursak Köprü Dergisi’nin Makedonya Türklerinin edebiyat alanındaki en önemli platformu olduğu artık yaygın olarak kabul edilmektedir”
Üçüncüler diye adlandırılan akımı ben burada özellikle zikretmek istiyorum. Çünkü o ara dönemde yani Balkanlarda hemen her yerde savaşların olduğu sırada, imkânsızlıklar dâhilinde, Üsküp ağırlıklı olmak üzere Makedonya Türk Edebiyatı’nı birkaç genç bir şekilde şiirleriyle, denemeleriyle, hikâyeleriyle; fotokopi ile çoğaltarak dahi olsa ayakta tutmaya çalışmışlar. Bu özverilerini ben takdir ediyorum. 2000’li yıllardan sonra zaten 2002’de Köprü Dergisi çıkıyor. Köprü Dergisi edebiyatçılara ortam hazırlayıp onlara yazı ve şiirlerine devam edebilmeleri için imkân sundu. Burada hem yeni nesil kalemler kendilerini ifade etme fırsatı buldular hem de eski kalemler yazılarını yayınlamaya devam etme imkânı elde ettiler. Dergimiz uzun yıllar yaşlı kuşağın danışmanlığında, onların tecrübelerinden yararlanarak çıkmaya gayret gösterdi. Aldığımız eleştiriler ve tepkilere bakacak olursak Köprü Dergisi’nin Makedonya Türklerinin edebiyat alanındaki en önemli platformu olduğu artık yaygın olarak kabul edilmektedir. 2000’li yılların başında buna benzer birçok dergi çıksa da şu ana kadar hepsi yayınlarına son verdi. Dergi yayınını sürdürülübelir hale getirmek zor bir şeydir. Ancak yetenekler, kaliteli kalemler ortaya çıktığı sürece Makedonya Türk Edebiyatı da var olacak, ayakta kalacaktır. Dergimiz de bu zemini oluşturmaya gayret etmeye devam edecektir.
Köprü Divan yayınları, MATÜSİTEB yayınları vs. gibi artık Türklerin de kendi yayınevleri var. Makedonya Türkleri, kitap yayınlamak konusunda eskisi kadar sıkıntı çekmiyor. Ancak yayınevlerinin kurulmasıyla Makedonya’daki Türk yayıncılığın sorunları çözüldü mü?
Makedonya Türk Yayıncılığı alanında, özellikle bu kapitalizmin sağladığı keskin rekabetçi dönemde bir şeyler yapmak çok zor oluyor. Çünkü artık yayıncılık ciddi bir masraf ve külfet oluşturmaya başladı. Buna rağmen özellikle 2002 ya da 2005 yıllarından sonra, hem süreli yayınların hem de kitap yayınlarının sayısı arttı. Köprü olarak biz önemli birkaç yayın faaliyeti gerçekleştirdik. Yine MATÜSİTEB bir dönem ciddi yayınlar yaptı ve halen aktif olarak devam ediyor. Makedonya’da ihtiyaca bakıldığında bunun yeterli olmadığını görüyoruz. Yukarıda da söylediğim gibi eskiden Birlik Gazetesi kitap yayıncılığı da yapıyordu, ama bütün yayınların masrafları devletten karşılanıyordu ve bu imkânlar daha fazla yayınların çıkmasına sebep oluyordu. Fakat şimdi öyle bir şey söz konusu değil. Makedonya’daki devlet kaynakları birçok sebep ileri sürülerek ne yazık ki bizim istifademize sunulmuyor. Eğitim alanında da bu böyle. 21. asırda bizim halen yeteri dercede Türkçe eğitim kitaplarımız yok, kaldi ki kültürel, edebiyat, araştırma ve diğer fikri kitapların da yayınlanması zor oluyor. Son dönemlerde özel yayınevlerinin Makedonya’daki farklı araştırma yazılarını, bitirme tezlerini kitap olarak yayınlamaları Türk yayıncılığına biraz da olsa nefes aldırıyor. Türk yayınevlerinin yanısıra Makedon veya Arnavut yayınevlerinin Türkçe kitaplara, müelliflere yer vermesi de olumlu bir gelişme. Türk yayıncılığı on yıl öncesine kadar daha iyi durumda ama bu yeterli mi? Değil. Önümüzdeki dönemde daha fazla katkı verecek daha fazla yayınların gerçekleşeceği şartların oluşturulması gerekiyor.
Makedonya’daki Türklerin kültür-sanat hayatı biraz canlandı mı sizce?
Diğer milletlere göre orantısal anlamda bakıldığı zaman Türklerin daha canlı bir sosyal, kültür sanat hayatı mevcut. Buradaki STK’ların veya Türkiye’nin bazı kurumlarının (Yunus Emre Enstitüsü, TİKA v.s) bu konuda önemli etkisi var. Bana göre şu anda en canlı bölüm kültür-sanat alanında yapılan çalışmalardır. Ekonomi, siyaset gibi diğer alanlarla kıyasladığımızda en öne çıkan yine kültür – sanat alanındaki canlılık oluyor. Her dernek farklı bir program veya farklı bir faaliyet gerçekleştiriyor. Hemen her hafta Makedonya Türklerine yönelik mutlaka bir şehirde aktivite yapılıyor. Bazen insanları bıktırdığımızı düşünüyorum. Üsküp Türk Tiyatrosu kendi programını devam ettiriyor, dernekler kendi alanlarında önemli gün veya gecelerde program yapmaya çalışıyor. Yunus Emre bu anlamda kurulduğundan beri hem Makedonya Türklerine hem diğer milletlere yönelik farklı faaliyetler düzenliyor. Ancak burada bir şey ifade etmek istiyorum. Azınlıkta olmasına rağmen Makedonya Türklerinin kültür-sanat alanında sahip olduğu bu zenginliği iyi değerlendirmesi gerekir. Kastettiğim şey daha özgün şeylerin peşinde olmak. Mesela bizim uzun yıllardır yapamadığımız ancak yaptığımızda beğeni toplayan tiyatro gösterilerinin mesajları vardı. O gösteride Üsküp konuşuyordu adeta. Yani bu şehre dair buralara dair birşeyler vardı sahnede. Dolayısıyla da insanların tarih sahnelerinden ve güncelden aradığı veya beklediği özgün bir şey ortaya konmuştu. Bu yüzden buna benzer etkinlikler bu memleket insanına bence iyi gelecektir.
Makedonya’da kültür, sanat ve eğitim alanında birçok çalışma gerçekleştirdiniz. Bu alanlarda diğer milletlerle işbirliğiniz var mı?
Son dönemde olumlu yönde bazı gelişmelere rağmen genel itibariyle biraz yalnız kaldık diyebilirim. Bunu örneklemek gerekirse mesela Struga Şiir Akşamları’nda eskiden Makedonya’dan yerli Türk şairleri katılıyordu. Fakat malesef şu an Struga şiir akşamlarıyla bir irtibat yok. Diğer taraftan daha önce Makedonya Yazarlar Birliği’nde eski kuşaktan önemli üyeler vardı, o iletişim de kesildi. Bu tek taraflı mı? Hayır, belki karşılıklı bir iletişimsizliktir. Makedonyalı Türk şairleri daha fazla Türkiye’de veya Türk dünyasında düzenlenen programlarda aktif oluyor, ancak kendi ülkesinde düzenlenen bu tarz şiir programlarına katılamaması biraz üzücü bir durum. Struga Şiir Akşamları’nın genel müdürüyle tanıştık, bu iletişimi bir şekilde kurmaya çalışacağız. Buraya katılamamak Makedonya’daki Türkler açısından ciddi bir eksiklik. Bu bizim kendi kendimize biraz fazla yoğunlaşmamızın nedeni olabilir. Makedon veya Arnavut toplumlarının mevcut durumdan dolayı kendi aralarında bir şey oluşturmaması ya da mevcut belirsiz durumun da etkisi olabilir. Her ne şekilde olursa olsun genel itibariyle diğer milletlerle kültür ve sanat alanında iyi bir iletişime sahip değiliz. Bu konuda özeleştirisel tutumum var. Dönem dönem biz Köprü Derneği olarak, bir Makedon veya bir Arnavut derneğiyle farklı alanlarda ortak faaliyet ya da proje gerçekleştirdik. Ama bu sadece birkaç dernekle sınırlıdır. Genel anlamda ortak değerleri ön plana atan farklı çalışmalar yapıldığında Makedonya Türkleri diğer toplumlarla bir araya gelmede sıkıntı çekebiliyor.
TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı, Rumeli Türkleri Vakfı gibi birçok kurum ve kuruluşlarla çalışıyorsunuz. Bu kapsamda Türkiye’nin kültürel alandaki etkinlikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
En büyük zenginlik olarak görüyorum. Bizim için çok büyük bir fırsat olarak değerlendiriyorum. Bunun sebeplerine gelince, eskiden devlet yapısı çok farklıydı ve kültür, sanat, eğitim ve diğer alanlarda bütün imkânları devlet oluşturuyordu. Daha sonra her millet, her toplum kendi derdine düşmeye başladı. Bütün toplumlar imkân ve olanakları dâhilinde kendi kültürel, sanatsal varlıklarına toplum olarak nasıl sahip çıkacaklarını düşünürken çok şükür ki son on beş yılda Türkiye kurum ve kuruluşları bu manada önemli işlere imza attı. İster devlet kurumlarıyla, ister STK’larla burda yaptıkları çalışmaları kültürel alana bir yatırım olarak nitelendirebilirim. Örneğin TİKA’nın gelip son bir asırdır artık harabeye dönüşmek üzere olan Osmanlı mimari eserlerini onarması ya da Türk eğitim kurumlarına el atması, fiziki anlamda bu mekânların restore edilmesi uzun vadeli yatırımlar olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar bizim için çok önemli çalışmalar. Bunun yanısıra kültürel ve eğitim alanında yapmış olduğu destekler, yine bizim için bir fırsat ve yatırım niteliğindedir. Bunlar yeterli mi, elbette değil. Mutlaka daha çok fazla projeye ihtiyaç var. Eskiden bizim cami olarak bilmediğimiz bir sürü yer varken, bugün bakıyorsunuz sadece bir yıkıntının olduğu yerler tekrar restore edilmiş veya sıfırdan yapılarak hizmete sunulmuş. 6 asırlık medeniyetin simge ve sembollerini oluşturan tarihi eserlerin yeniden canlanması bizler için çok önemli. Yaklaşık 15 yıl önce Türk kurumlarının adını duymak veya Türk kurumlarından gelen bir heyetle görüşmek bile bizim için bir mucizeydi ve bize büyük keyif ve mutluluk veriyordu. Halbuki şimdi bu kurumlar burda temsilcilik açarak çeşitli projelere ve farklı çalışmalara yine bizim Makedonya Türkleri açısından tarihi öneme sahip farklı restorasyon veya kültürel çalışmalara imza atmaları bizler için gelecek adına umut vaadetmektedir. Ancak sadece Türkiye’nin tek başına bu kadar büyük bir yükün altına girmesi handikap oluşturmaktadır. Çünkü Türkiye kurumlarının yapmış olduğu çalışmaları aslında Makedonya devletinin de yapması gerekmektedir. Osmanlı mimari eserleri, bir anlamda Makedonya tarihinin de bir parçası. Ayrıca Makedonya Türkleri de bu devletin asli unsurlarından olan bir millettir. Dolayısıyla Makedonya devlet kurumlarının üstüne düşen vazifeyi yapmalarını istememiz hakkımızdır. Makedonya Türkleri olarak herhalde yetkilileri bu alanlarda çalışma yapmalarını ikna etmek için daha yoğun çaba göstermemiz gerekiyor.
Son olarak Time Balkan aracılığıyla Makedonya Türkleriyle ne paylaşmak istersiniz?
Yukarıda da zikrettiğim gibi Makedonya Türkleri’nin en canlı olduğu alan kültür ve sanat alanıdır. Ümit verici bu canlılık, umut ederim ki başta ekonomi olmak üzere diğer alanlarda adımların atılmasına vesile olur. Biz Köprü olarak Makedonya Türkleri’nin kimlik tanımlamasını Yahya Kemal’in şu dizeleriyle betimliyoruz: Ne arabiyim ne harabatiyim / Kökü mazide olan atiyim.