Kosova’nın Türkiye derdi

Balkanlar’ın en genç ülkesi Kosova’nın Balkanlaşmanın çağrıştırdığı çok parçalılık, etnik ve dini ayrışmalardan farklı olarak olabildiğince bütünlüklü bir yapısı var. Hemen her Balkan ülkesi çok dilli, çok dinli etnik çeşitlilikleriyle bilinir. Sadece küçük devletçikler düzeyinde değil, devletler kendi içinde de tarihin mirası tüm kültür ve etnisiteleri bir arada tutar. Bu farklılık Balkanlaşma denilen parçalanma ve çatışmayı getirdiği gibi farklılıklarla bir arada yaşama tecrübesini de ima eder.

Geçtiğimiz günlerde bu görüntüyü tersine çeviren küçük ve en genç Balkan ülkesinde ilginç gözlemlerim oldu. Kosova, etnik olarak büyük çoğunluğunu Arnavutların oluşturmasının yanı sıra tamamına yakınının Müslümanlardan oluştuğu bütünlüklü bir yapı oluşturması bakımından nerdeyse istisnai bir durum sergiliyor. Etnik olarak ezici çoğunluğun Arnavutlardan olması, Türk azınlığın yanı sıra az sayıda Boşnaklar ve diğer grupların var olması Arnavut karakterini değiştirmiyor. Buna karşın Sırp azınlık hariç, neredeyse tüm etnik grupların Müslüman olması Kosova’nın asli hüviyetini belirliyor. Yüzde ikisi Arnavut Katoliklerden oluşurken Sırp Ortodoksların oranı ise toplam yüzde 3-4’ü geçmiyor.

Buna karşılık ülkenin uluslararası dengelerin ürünü olan bağımsızlığı, Sırp ve Katolik azınlığın adeta ayrıcalıklı konumu dışardan bakan bir gözle bile görülebiliyor. Sırp azınlıkla yaşanan sorunların çözülememiş olması, Sırbistan’ın bağımsızlığın tanınması konusunda koyduğu engeller, dahası adeta Amerika’nın bölgedeki askeri üssü görünümü veren yapısıyla hangi faktörlerin etkisi altında olduğu çok net görülüyor. Avrupa Birliği’nin, Vatikan’ın ülkenin tarihi geçmişi ve İslami kimliğini önemsemeyen, hatta silmek isteyen ince ayar politikaları ve de müdahalelerini her gidişimde daha açık biçimde gözlemleyebiliyorum.

Her Kosova’ya gidişimde muhatap olduğum “Kosova’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz” şeklindeki soru, yaşanan tedirginliğin tezahürü olurdu. Aslında bu soruda “dışarıdan Kosova’nın durumu nasıl görünüyor”dan çok “Türkiye’den nasıl görünüyor” anlamı saklıdır. Hatta “Türkiye Kosova’nın geleceğinin neresinde” sorusuna aranan cevabı da içinde saklar.

Son ziyaretim sırasında yaptığımız dost sohbetlerinde ve genel görüşmelerde sorunun hedefinin ve muhatabının değiştiğini fark ettim: “Türkiye’de durum nedir?” Bir tür “Ne olacak memleketin hali” hayıflanmasına denk düşen, içerden ve kaygılı bir soru…

Kosova’nın geleceğinin ne olacağı meselesi, biraz da Türkiye’nin meselesi… Türkiye’nin sorumluluğunda olan bir konuyu hatırlatmayı içeren cümleydi bu kez. Türkiye’nin durumunu sorarken ne olacak bizim halimiz türünden bir kaygı hali söz konusu.

Oysa devasa bir askeri üsse dönüştürerek Balkanlar’ı ya da kendi jargonuyla söylersek Güneydoğu Avrupa’nın denetimini tekeline alan Amerika’nın varlığına, Türkiye’nin fiziki anlamda yapabileceklerinin, sınırlarının idrakinde olmalarına rağmen bu kaygılı soru kalıcı olana, tarihi tecrübeye dayanılarak yöneltilen bir sorudur. Sorudan çok bir hüküm içerir. Burada Amerikalıların bugün varsa yarın olmayacakları kesindir. Ama kalacak olanlar, tarihi tecrübeyi birlikte inşa ettiklerimiz olacaktır.

Kısa bir soruda uzun bilince dönüşen tarih bilgisinin reelpolitik yorumu…

Sıklıkla muhatap olduğumuz kaygılı soru, Türkiye’deki durumları nasıl açıklamak gerektiğine dairdi. Memleket yine kargaşaya mı düşüyordu, yoksa büyük, güçlü Türkiye’ye büyük komplo mu hazırlıyorlardı, Türkiye’nin bölgede güç kazanmasını istemeyenler içerdeki uzantılarını devreye mi sokmuşlardı, memleketi yönetenler tüm bu olup bitenlerin farkındalar mıydı, farkında iseler gerekli tedbirleri almışlar mıydı?

Soluklandığım hemen her sohbet halkasının ana teması bu ve benzeri sorular etrafında dönüp dolaştı.

Bir bayrak ve bir pasaportla bağımsızlık verilen Kosova’nın uluslararası bir proje olduğunun herkes farkında. Sırbistan Kosova’yı tanımıyor ama Kosovalılar pasaportsuz Sırbistan’a girebiliyor; Yunanistan Kosova’nın bağımsızlığını kabul etmiyor ama Kosova pasaportunu kabul ediyor; Bosna Hersek ne bağımsızlığını ne de pasaportunu kabul ediyor. Buna benzer kuşatılmışlık haliyle adeta “rezervasyon kampı”na kısılmış hissediyor Kosovalılar. Eski Yugoslavya ülkelerinin bir kısmına bile gidemiyorlar. Bu anlamda Türkiye onlar için dünyaya açılan bir kapı olduğu kadar, kendilerini güvende hissettikleri bir tarihi derinlik, kültürel beraberlik alanı. “Ne olacak bu Türkiye’nin hali” anlamına gelen soru aslında “oraya bir şey olursa bizim halimiz nice olur” anlamında derin kaygı ve endişenin dışavurumudur.

Türkiye’ye yüklenen bu anlamın bizzat Türkiye’nin kendisi farkında mı? Yahut bu beklentiyi karşılayacak askeri, ekonomik güce, hepsinden önemlisi hamasetten arınmış ince bir strateji ve vizyona yansımış bilinç durumuna sahip mi? Asıl bu sorular, havada asılı durmaktadır.

Akif Emre / Yeni Şafak

Read Previous

Müslüman Kardeşler 88. yılını kutluyor

Read Next

VMRO DPMNE: “Yaneva Makedon halkından özür dilemeli”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *