Bosna’da çok fazla çocuk kaçırma olayı duymadım. Çocuklukta “yemek yemezsen, Çingeneler seni kaçırır, dilencilik için zayıf çocuklara Çingenelerin ihtiyacı var, millet daha çok para veriyor” diye bizi tehdit ediyorlardı. Bu sadece ebeveynlerin tehdidiydi, benzer bir şeyin olduğunu duymadım. (Bugün çok ırkçı, hatta faşist bir tehdit olduğunu düşünüyorum. Çingenelerle tehdit ediyorlardı. Dolayısıyla, Romanlardan özür dilemem gerekiyor).
Bildiğim birkaç olay var, yetmişlerin başında Doğu Bosna’da Şevka Hociç adında köylü bir kadın, çok feci bir cinayet için yargılandı. Özellikle taşrada çocuk sahibi olamayan kadınları hor görürler. Suçlu, kısır, yararsız derler. Tabi, suç her zaman kadındaydı bizim köylü kafalarda. Eh, Şefka da bunlardan biri. Evleneli bir iki yıl geçmişti, madem gebe kalmamış, kayın validesinden köyün ahalisine kadar kadını yargılamaya başlamışlar. Kadın da kafasında kan dondurucu bir plan kurmuş. Gebe rolünü oynamaya karar vermiş. Aynı zamanda bir komşusunun gebe olduğunu öğreniyor, takip ediyor, hep de komşusunun karnı büyüklüğünde yastık taşıyor… Neyse, doğum tarihi yaklaşınca Şefka’nın komşusu kayıp, Şefka ise bebekle eve geliyor. Kasabadaki hastanede mi, tarlada mı, artık hatırlamıyorum – öyle bir yerde doğum yaptığını söylüyor. Elinde kanıt: Bebek. Beş gün geçtikten sonra kadının cesedini bulmuşlar. Sezaryen olacak şeklinde dikilmiş, çocuğu karnından alınmış, öldürülmüş. Şefka komşu kadını öldürüp çocuğunu almış. Doktorlar da kendi aralarında yardakçısı var mı diye şüpheleniyordu o zamanlarda. Kimseyi bulamamışlar. Bebek de ölmüş, bebek ölünce Şefka her şeyi itiraf etmiş. Çevre baskısına dayanamadığı için böyle bir hamleye karar verdiğini anlatmış. Ömür boyu hapis cezası yerine 20 sene kadar içerde kalmış.
Birsonraki olay – savaştan sonra bir futbolcunun oğlunu kaçırmışlar. Para istemişler. Neyse, çocuk sağ salim kurtuldu.
Geçen hafta da kan dondurucu bir olay oldu. İlk olarak on günlük bebeğin evden kaçırıldığını sosyal medya aracılığıyla duyuyoruz. Anne bir telefon çağrısı sonucu doğum yaptığı hastaneye gitmiş, bebeğin yanında teyzesi kalmış. O sırada eve hemşire geliyor, çocuk bakımının nasıl yapıldığını öğretecekmiş, çocuğun gelişmesine bakacakmış. Bu normal, hemşireler zaten geliyor, örtülü hemşireyi de görmek mümkün, ağzında maskesi de doğal geliyor. Kimse bir şeyden şüphelenmemiş. ‘Hemşire’ eve girer girmez, banyoya girip bebeğe ellemeden ellerini yıkamak istediğini söylemiş. Bu da doğal. Banyodan çıkınca – ‘bir şey döktüm, siler misiniz’ diye bebeğin teyzesine söylemiş, banyodan aldığı anahtarla kapıyı kilitleyip bebekle birlikte kaçmış. Polis, halk, herkes bebeği kaçıran kadının peşine düşmüş. Öğleden sonra bir hotelde bulmuşlar ikisini.
Merhunisa adındaki bu kadın da gebelik rolünü oynamışmış. Kocası dahil kimse hamile olmadığını bilmiyormuş. Bu da hedefini seçmiş, muayenehane koridorlarında beklerken bu çocuğun annesiyle sohbet etmiş, doğum tarihini de öğrenmiş… Tabi, arkadaş olmuşlar, doğumdan sonra çocuklar arkadaş olacak, anneler tecrübelerini paylaşacakmış, telefon numaralarını da almışlar. Merhunisa doğum yapan kadını aramış, hastaneden aradığını, acilen bazı teftişler için hastaneye gelmesi gerektiğini söylemiş. Kocasının iş yerinde olduğunu bildiği için, meydanı boş bulmuş ve aylarca kurduğu planı hayata geçirmiş. Evet, bebeğin annesi bu Merhunisa adındaki kadınla muayenehane koridorlarında tanıştığını, konuştuğunu biliyor. Fakat hiç bir şeyden şüphelenmeden numarasını vermiş… Kendisini takip ettiğinden de şüphelenmemiş, işte belirli aralıklarda aynı saatte hastalara muayene saati veriyorlar… Tesettürlü bir kadın, güvenilir olmalı.
Bu Merhunisa ise kocasına da, aile fertlerine de doğuma kadar hastanede kalması gerektiğini söylemiş. Hastanede ziyaretlerin yasak olduğunu anlatarak, ziyaretçileriyle hastanenin bahçesinde görüşüyormuş. Kocası da Orta Bosna’da köy imamı. Merhunisa iyi, tesettürlü, mütevazi bir kadın. Mutlu bir çift. Birkaç düşükten sonra gebeliğini koruyormuş kocasına göre. Kilo bile almış. Doğum yaklaşıyor. Artık bebekle eve gelmesi bekleniyor. Bu da çevrenin baskısına dayanamamış, bebeği kaçırma planını kurmuş, planını gerçekleştirmiş. Şükür, bebek ebeveynlerine geri verilmiş. Doğrusu, kimse bu mütevazi, tesettürlü kadından buna benzer bir hamle beklememiştir. Bir süredir onunla her şeyi paylaştığı kocasının bile aklının ucundan benzer bir şey geçemezdi. Müslüman çünkü, inançlı, takvalı. Kafasındaki sırlar, belki çevrenin baskısı altında, belki de bir travma sonucu olarak filizlenmiş bu suç planı. İnançlı insanlara açık bono ile yaklaşıyoruz. Dürüst, temiz olmalı. Allah korkusu, Tanrı korkusu var diye. O’nun her şeyi bildiğini, O’nun her şeyi gördüğünü bilir, ona göre yaşar… Veya kendini öyle tanıtır.
Dış görünüşü ile sözleriyle İslamiyet’i temsil eden kişilere güveniyoruz. Samimi görünen herkese, ister inançlı olsun, ister inançsız güveniyor, onlara sırlarımızı ifşa ediyoruz. İstemeden çocuklarımızı kaçırtıyor, kaptırıyoruz. Çocuklarımızı bizim kadar sevdiklerine inanıyoruz. Aralarında cinsel veya dinsel istismarcı çıkar. Aralarında katil çıkar. Katil ve cinsel istismarcılar sivil kanunlara tabi. Toplum da, adli kurumlar da yargılar. Bunlar bireysel olarak çalışıyor. Fakat toplumsal olarak çocuklarımızı kaçıranları konuşmuyoruz. Aralarında kutsal ilkeler şemsiyesi altında çocuklarımızı katil yapar, kurban eder, kediciklere dönüştürür, delirtir, öldürürler. Farklı cemaatlar, tekfirciler, tekfircilerin tekfircileri, silsileleri icazetleri belirsiz meşayihler güçlü reklam kampanyalarıyla bize din ve kurtuluş adına kendi mallarını satıyor. Biz de alıyor, alkışlıyoruz. Sonra DEAŞ ve benzerleri ortaya çıkınca şaşırıyoruz. Saflıktan değil, tembelliğimizin sonucu olan cehaletten. Evimizde çocuklarımızla uğraşacağımıza elalemin hayatıyla uğraşıyoruz. Kendimiz bir şey öğrenip evlatlarımıza öğreteceğimize, Hakikat’ı kendi çabalarımızla bulacağımıza, biz hazır çorba gibi hazır çözümleri yutuyoruz. Otuz saniyede çorba misali otuz saniyede cennet… İrfan su ile karıştırıp içtiğimiz kahve veya çay tozu değil ki… İkisi de boya, katkı madde, sağlığa zararlı. Din mayasını, iman mayasını, ihsan mayasını, irfan mayasını kendi ellerimizle yoğurup evlatlarımıza yedirsek… Madem tarih içinde bu katkı maddelerin, bu boyaların pahasını ödedik, tembelliğimizden kurtulup çalışmamız gerekiyor.
Fabrika ayarlarına dönmemiz yani.