Kardelenler Hiç Üşümez Mi?

Çocuklarımız bazen öyle sorular sorar ki hiç bir zaman belki de aklımıza gelmez öyle bir soru sormak, mantıksız da değildir hani, çok yerinde sorulardır. Yeni bir şeyi tanımak istediğimizde çocuklar gibi olmamız gerek aslında bizim de. Sorumuz illa “alengirli” yansısın diye etrafını süslemeden, soru sorduğumuz kişiyi de zor durumda bırakmadan, iğnelemeden, gerçekten neyi öğrenmek istiyorsak onu soralım. “Nasıl soru sordum ama” demek için sorulan her sorunun aslında altında çok farklı niyetler vardır biliriz. Bu gibi muhabbetler arasında soru soran da cevap veren de kalıptan kalıba girer, muhabbet değil artık, yarışmaya dönüşür konuşma. İlmini göstermek isteyen alttan girer üsten çıkar; öyle bir soru sorar ki kimin aslında ne öğrenmek istediği değil, kelime yarışıdır önemli olan. Bu gibi konuşmaların sonunda hep sinirlerim bozulmuştur. Yorar insanı, cevaplarken “acaba ne ima etmek istedi” diye düşünür, uygun bir cevap vermek için de kıvranır durur insan. Açık olmak en güzeli, mesela “sahi balıklar nasıl nefes alır” sorusunu sormaktan çekinmeyin, herkes biyolog olmak zorunda değil. Bilmiyorsam bilmiyorumdur.

En sevdiğim sorular çocuklardan gelir hep; en saf, en temiz, en temiz niyetli olanlar. Gerçekten öğrenmek ve bilmek için soru soranlar, kolay da değillerdir. Pırıl pırıl gözlerle cevabı beklerler, ardı kesilmez tabi; neden, niçin, nasıl… Ama olsun önemli değil, tatlı tatlı konuşursun. Elbette bilirsin ki vereceğin her cevap önemlidir, onun o ufacık zihnine aktaracağın her şey tertemiz olmalı, açık olmalı, mantıklı olmalı. İşte burada, soran masum, cevap verebilen de insandır. En güzel olanı ise her soru bazen başlı başına bir konu olur. Laf lafı açar sonra, böylece dökülür kaleme.

Kardelen mevsimindeyiz, bahara merhaba derken kar da yağarsa buralara, hem sevinen hem de küçük şeyleri dert eden çocukların heyecanı görülmeye değerdir. “Anne, kardelenler hiç üşümez mi?” diye sordu kızım. Nasıl bir cevap verebilirdim ki, bir çiçeğin doğasını, biyolojik bilgilerini mi, yoksa kendimce bana aslında zoru çağrıştıran bir çiçek olduğunu mu anlatacaktım, aslında onlar da senin gibi karları çok sever mi diyecektim, bizim sevgimiz onları soğuktan korur mu? Kendimce bir şeyler anlattım tabii, yüzü güldü, derdi kaybolup gitti. Yağan karlarda kendi dünyasında hayaller kurmaya devam etti.

Birkaç gün önce, özenerek kurduğumuz derneğimizin çatısı altında özenerek çıkan Kardelen Çocuk dergisini Doğu Makedonya’daki okullara dağıtmak için yola koyuldu gençlerimiz. Yaşları yirmilerde, arabanın bagajına yüklendiler dergileri, okullara gittiler. Posta yoluyla da dağıtılabilirdi ama o çocukların heyecanını görmeden neyi ne için yaptıklarını anlayamazlardı. Bizler de zoru seviyoruz demek ki kilometreler anlamını kaybedebiliyor bu gibi güzel işlerin peşinde olanlar için. İlim öğrenmek için üniversiteler tek başına yeter mi her zaman, dokunmadan yüreklere, anlayabilir misiniz zorlukları? Biz bu yola baş koyduğumuz zaman da öğrenciydik, gezdik, gördük, kimlerin neye ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyordu. Amacımız, ardımızdan gelen gençler de görebilsindi.

Mehmed, Hakan ve Seyyid yola koyuldu, akşama doğru Üsküp’e döndüler. Bizim de Kosova Türk Yazarlar Derneği ve Üsküp Yunus Emre Enstitüsü ile beraber düzenlediğimiz “18 Mart Çanakkale Zaferi Şiir Gecesi” programımız vardı. Gençlerle buluştum önce, yoldan gelmişlerdi, yorgunlardı biliyordum; hemen bizimle beraber programa da katıldılar. Yüzlerine baktım, yorgun ama farklı bir yorgunluk, heyecanlı, gururlu, duygulu aslında şiir gibi bir şeydi yüzlerinde gördüğüm. Heyecanlı heyecanlı anlatmaya başladılar yaşadıklarını. Bir çocuk dergisi için yola koyulmuşlardı ama bir kardelenin nasıl zorluklar içinde açtığını görmüşlerdi. Tüm zorluklara rağmen sevgi kattığımızda bunun her zorluğu delebildiğini de görmüşlerdi.

“Radoviş’e gittik, civar köylerdeki Türk okullarına ulaşmamız gerekiyordu, Koçali ve Alikoç köyüne gitmek için yokuşlardan geçmek zorundaydık, 50 kişilik öğrenci sayısı olan ilkokula gidecektik, birden dördüncü sınıfa kadar köyde okuyorlar, beşten sekize kadar da kadro yetersizliğinden dolayı Radoviş’e inip okumak zorundalar. 50 dergi için değer mi şimdi bu yolu çıkmak diye de içten içe konuşuyorduk, okula vardığımız zaman bizleri çocuklar karşıladı, Yörük Türkler hepsi, yüzleri, gözleri sevda yumağı. Heyecanlandılar, sevindiler, dergileri dağıtırken gözleri parıl parıl parlıyordu. Bir kız çocuğu geçen yılın Ekim sayısını çıkarttı, eskimişti dergi ama her gün onu çantasında saklıyor, ara sıra okuyormuş. Çok duygulandık, o yolu değil belki de binlerce kilometre de yürüsek o anı yaşamak için her şeye değerdi. Çalıklıklı’ya vardığımızda okul kapalı, Ustrumca’ya gittik aynı duygular. Çok zorluk yaşıyorlar, beşinci sınıftan sonra Türkçe okuyamıyorlar, okulun yüzde yetmişi Türk olmasına rağmen Makedonca eğitim görmek zorundalar. Beşinci sınıftan sonra, müdürle konuşuyoruz, aslında etraftan öğretmenler bulunur ama sınıf açmak zorundayız diyor, belki birileri yardımcı olursa o da olur, kendi dillerinde okuyabilirler, Türk öğretmenleri için kadrolar açılmalı dedi müdür. Yarın da Makedonya’nın batı bölgesinde dağıtımımız var.”

Heyecanla oradaki eğitim sorunlarını anlatıyorlar. Bu yolda ne gibi zorlukların olduğunu görüp anlatıyorlar. Senelerdir var aslında bu gibi sorunlar ama ne kadarını çözebiliyoruz? Gidip görmeden, o minik kardelenlere dokunmadan, dertlerini dinlemeden, sevgimizle sarmadan ne kadarını çözebiliriz. Küçük bir çocuğun yüzü gülerse dünya güler biliyoruz. Ayşe, Ali, Zeynep, Arda isimleri Doğu Makedonya’nın Yörük köylerinde yaşıyor ve okumaya çalışıyorlar; bizden hepsi, karda kışta kardelen misali açıyorlar çiçeklerini.

Read Previous

Emekli maaşları yaşam masraflarıyla eşitlenecek

Read Next

Türkiye ve Karadağ Arasında Ormancılık Alanında İş Birliği

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *