Her yazının yazılmasında esas bir neden vardır. İçimizde kalmış haykıramadığımız bir düşünce, etkilendiğimiz bir olay, yaşadığımız bir tecrübe, hissettiğimiz bir duygu… Öyle boşu boşuna yoğunlaşmaz bir insan bazı konulara, durup dururken içini kemirmez, hep vardır o ilk kıvılcımı yakan soru, cümle, fotoğraf, resim, gözyaşı, his…
Yazar hayatında öyle anları bir kar topu gibi yakalar, sonra ek bilgiler alarak o kartopunu bir tepeden yuvarlamaya başlar. Yuvarlar, yuvarlar, yuvarlar bir de bakar ki çığ olmuş çıkmış o minnacık kar topu, işte o zaman bırakır elinden ve bir yazıya, romana, hikayeye, makaleye dönüşüverir o ‘an’. Bazı konular hep irdelenmeye, üzerine düşünmeye, kafa patlatmaya mahkumdur.
Geçen yıl bir soru duymuştum, bu yazının kıvılcımını yakan soru tam olarak şöyleydi: “Kadınlar aşık olmaz mı, neden eski şairler hep erkek?”
O an kitlenip cevap verememiş, düşünmeye başlamış ve cevabımı daha bulamadan bu soru çoktan unutulup gitmişti. Benimse kafamı kurcalamaya devam etti bu soru. Analizime kendimden ve çevremdeki kadınlardan başladım. Aşık olmanın, böyle şeyler hissetmenin ve dahası bunları dillendirmenin hatta ve hatta bunları kaleme almanın sonra birilerine okutmanın ve yayımlatmanın eski dönemde, belki de bugün bile absürt kaçacağını farkettim. Absürt olan aşkın kendisi değil, bir kadının aşık olmasıydı!
Aşık olan yakınlarımın veya arkadaşlarımın hep kulaktan kulağa, fısır fısır, saklanacağına dair binbir yeminler vererek bunları benimle ve bazan sadece benimle paylaştıklarını hatırladım. Bu duyguları somut bir delil olan yazıya dökmek şöyle dursun yerin kulağı var düşüncesiyle utana sıkıla, kızara bozara anlattıklarını da anımsıyorum. Yani aşık olmak hayatın akışını bozan, saklanması makul olup, mümkün olduğunca az kişiye söylenmesi gereken bir şey kadınlar için.
Gelgelelim aynı duygudan muzdarip olan kişi bir erkek olduğunda gözlemim çok değişik bir tanım kazandı. İlkokulda ve lisede bir erkek aşık olunca uçan kuş bile anlardı bu durumu. O kişinin arkadaşları sık sık onunla yarı şakacı, yarı alaycı bir şekilde bu durumu konuşurlardı. Hoca derse olan dikkatsizliğe sinirlenince “Dokunmayın hocam aşık o” denirdi. Utanmak sıkılmak bir yana, rahatlıkla kabul edilen bir olaydı. Yani aşık olmak, hayatın bir parçası olan, övüne övüne söylenen, saklanılmasına ihtiyaç duyulmayan bir şey erkekler için.
Hal böyleyken kadınlar tarafından yazılan aşk şiirleri, düz yazıları bir köşede bekletilmeye, sandıklar altında saklanmaya, soba ateşinde yanmaya veya pencereden fırlatılıp rüzgarın rotasıyla sırra kadem basmaya mahkum kalmış ve değil bize sahibine bile ulaşamamıştır.
Divan edebiyatında elliye yakın kadın şair vardır. Bu şairlerin bazılarının divanları elimize ulaşamamıştır. Genel olarak vuslat, hicran, aşk, muhabbet, yar gibi kavramlardan uzak durmuş ve şiirlerinde Zübeyde Fıtnat Hanım (18.yy) gibi kadın bakış açısı yerine erkek bakış açısına uygun konular işlemişlerdir, toplumda kabul görebilmek için. Bazıları evlendikten sonra şiiri kocalarının rızası olmadığı için bırakmak zorunda kalmıştır buna örnek olarak Amasyalı Zeynep Hatun (15.yy) verilebilir. Mihri Hatun (15.yy) gibi düşünen şairler ise şiiri bırakmamak için evlenmemeyi tercih etmişlerdir. Kimileri mahlas kullanmış ve gerçek isimlerini gizlemiştirler. Çoğu sarayla alakası olan, kendilerini yetiştirmiş kadınlardır ve bir kaç dile vakıftırlar. İsimleri az bilinen diğer kadın şairlerimizin bazıları da şunlardır: Ani Hatun, Fıtnat Hanım, Leylâ Hanım, Şeref Hanım, Âdile Sultan, Tevhîde Hanım, Feride Hanım, Hatice Nakiye Hanım, Sırrî Hanım, Münire Hanım, Habibe Hanım, Hasibe Maide Hanım, Hatice İffet Hanım, Leylâ Hanım (Saz) – açık imzası görülen ilk kadın şairlerden – , Nigâr Hanım – döneminde kadının sosyal hayattaki yerinin değişmesi gerektiği görüşüne öncülük etti -, Makbule Leman, İhsan Raif Hanım – hece veznini kullanan ilk kadın şairlerimizden – , Şükûfe Nihal vs. Haklarındaki bilgiler çok az olmakla birlikte, ne yazık ki bu güne kadar geniş çaplı bir araştırma yapılmamıştır. Cumhuriyet dönemiyle kadın şair ve yazar sayısı artmakla birlikte kadınlarla ilgili konular daha fazla işlenmeye başlanmıştır.
Sonuç olarak soruya cevabım şudur: Kadınlar aşık olmuştur, olmaktadır ve olacaktır. Erkek egemen bir toplumda kadın şairlerin seslerini çok fazla duyuramamaları, sayılarının azlığı, aşk şiiri yazmamaları yadırganamayacak kadar normal bir şeydir. Yavaş yavaş kırılmaya başlanan bu geleneği kadınlar olarak tüm duygularımıza en az bir erkek kadar sahip çıkarak, yazarak ve somut bir hale dönüştürerek, utanmayarak gelecek nesillere kadınların da aşık olduğunu ve şiir yazdıklarını gösterebiliriz hemcinslerim, haydi!