Bir yaz mevsimi daha yavaş yavaş kendini sonbahara hazırlıyor. Bizlerle vedalaşırken son demlerinin keyfini yaşatmaya çalışıyor. Yazın başlangıcını ve son günlerini seven biri olarak bu yılki iznimi yaz sonuna bıraktım. Herkes bütün yaz boyunca bir yerlere gidip geldi, mecburmuş gibi “tatildeyim ve eğleniyorum” ritüelini tamamlamaya çalıştı. Tatil çoğu kez keyfi bir şey olmaktan çıkıyor, bu yüzden “mecburmuş gibi” kelimesini kullandım. Çağın vebası “stres” olunca, tedavi niyetine de kullananlar var tatili. Yazın başında herkese sorulan “nereye bu sene” sorusu insanları “bir yerlere” sürüklenmek zorunda bırakıyor. Bütün yıl çalışan, yılda iki hafta izni olan herkesi içine alıyor bu mecburiyet.
Bir taraftan haklı bir mecburiyet aslında, hele ki çocuklu aileler için. Biz de bu yıl iznimizi de tatilimizi de gelişigüzel bir cümle gibi zamanın içinde serbest bıraktık, “kısmetse olur, değilse olmaz” dedik. Planlı yaşamak istesek de buradaki sorumluluklarımız hiçbir planın zamanında gerçekleşmesine izin vermiyor. Denizi olmayan bir ülkede yaşamanın şansızlığı da diyebiliriz. Tatil başlı başına prosedürü olan bir iş haline dönüşüyor. Pasaportların günü geçmiş mi değil mi ona bakmak gerek, farklı bir ülke seçmen gerek, seçtiğin ülkedeki tatil şartlarını incelemen gerek, bütçeni ayarlaman gerek vs.
Makedonya’da yaşayan orta gelirli bir aile tatil için hangi ülkeyi seçer? Ne çok anketler cevap aradı bu soruya bazı sitelerde. Şimdi şöyle bir şey açıklayayım. Herkesin tatilde en çok zevk aldığı ülke Türkiye. Sadece biz Türklerin değil, kime sorarsan “Oo Türkiye tabii ki” der. Bir de sahilleri Adriyatik denizine açılan komşu ülkeler var. Ama neden Türkiye? Ben, bu sefer bu nedeni bir şekilde açıklamak istiyorum. Neden Türkiye turizmi daha cezbedici, dışardan nasıl görünüyor ve bazı ülkelere nazaran Türkiye neden daha çok ilgi görüyor?
Bizim buralardan genelde ya Yunanistan ya Arnavutluk ya da Karadağ sahilleri seçilir, bütçeni biraz daha zorlarsan kendini Türkiye’de bulursun. Bu yıl ikilemde kaldık biz, bu yüzden herkes tatilinden dönsün, yaşadıklarını ve düşüncelerini paylaşsın istedik. Her yıl Türkiye’yi tercih eden, bu yıl değişiklik yapıp Arnavutluk’a giden bir arkadaşım vardı. “Anlat bakalım” dedim, anlattıklarından arada bir cümle kaldı sadece aklımda: “Türkiye’de daha önce tatil yapmış biri bu taraflarını beğenmez, yok eğer Türkiye’de tatil yapmamışsan oradaki hizmeti görmemişsen, burası süper dersin”. Anladım dedim, samimi açıklamalarından sebep de teşekkür ettim.
Çocuklar da olunca tabii, risk almamak gerek, sonuç yine ”ver elini Türkiye” oldu, her zamanki gibi. Peki ya Yunanistan? Çoğu oraya gidiyor. Yine orayı seçen çocuğu olan bir arkadaşıma danıştım. “Nasıl geçti tatil?” der demez, “Tatilden sonra da dinlenmeye ihtiyacım var” dedi. Hayırdır dedim, “E her şey güzel de yanına yemek yapmak için harçlık alacaksın, ya da restoran bulacaksın, yedi yemedi, beğendi beğenmedi derken tatil bitti”. Hani şu “her şey dâhil” hizmeti öyle her ülkede yok, olsa da herkesin maddi durumuna uygun değil. Arnavutluk veya Karadağ’da ise genelde bütün hoteller “kahvaltı dâhil” çalışıyor ama fiyatları “her şey dâhil”. Aileler genellikle apartman daireleri kiralıyor; sabah, öğlen ve akşam yemeğini kendi yapıyor. Öyle ki bayanların tatilden sonra bile belli bir süre dinlenmek için günleri olması gerekiyor. Aslında sahiller çok güzel, denizi, kumu, havası ama Arnavutluk’un kendini geliştirmek için daha çok yol kat etmesi gerekiyor.
Türk işletmeciler için aslında çok güzel bir fikir olabilir Adriyatik sahili. Herkesin söylediği “Ooo Türkler olsaydı burayı cennet gibi yaparlardı” cümlesi çok yerinde, yaparlar da. Şimdi Türkiye’de sıra. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz sahillerinde yer alan otellerin çoğu buradaki acentelerle anlaşmış. Uçak bileti dâhil “all inclusive”, yetmedi “ultra all inclusive” aranjmanları var. Ödemeyi ülkende yapıyorsun; bavulunu, çoluğunu çocuğunu alıp uçakla direkt yerine ulaşıyorsun. Otele giriş yaptıktan sonra da hiçbir şey düşünmüyor, tatilin keyfini çıkartıyorsun. Sıkılmana ne hacet, her şey ayarlanmış, çocuklar için eğlence, denizin ve kumun tadını çıkartıyorsun. Bu yüzden turizm daha da güçleniyor ve yabancı turistlerin dikkatini çeken bir ülke halini alıyor Türkiye.
Bazı siteler var malumunuz, yorumlar ve şikâyetlere bakıyorum, genelde şikâyeti yerli misafirler yapıyor, “Yemekler lezzetsiz, odada klima çalışmıyor, internet çekmiyor, havuz küçük” vs. gibi. Beğenmedikleri aslında rahatlık, farklı bir ülkede aynı hizmeti aynı fiyata bulmaları imkânsız. Türkiye’de tatil yapan çevremdeki insanların oradan döndüklerinde yüzlerindeki mutluluğu görüyorum, o da bana yetiyor. Sadece oteller değil aslında, Türkiye sınırından içeri girince her şey değişiyor. Türkiye’ye arabayla seyahat etmeyi seven biriyim. Türkiye sınırına kavuşmak daha heyecanlı olmalı. Ne bileyim, mesela Üsküp’ten yola çıkıp, Yunanistan’dan geçip İpsala sınırına mehteranı dinleyerek yolculuk yaptığımı bilirim. Sınır kapılarındaki uzun kuyruklar, uykulu gözler, bayrak bayrak ruhun dalgalanması apayrı bir his veriyor.
Yunanistan her ne kadar Avrupa Birliği üyesi olsa da Türkiye sınırından geçtikten sonra gördüklerim o Avrupa ülkesinden bin kat daha iyi şeyler. Başta sınır kapısındaki polis memurunun güler yüzü, ikincisi dinlenme tesislerindeki temizlik, üçüncüsü araban yolda kalsa insanından gördüğün merhamet ve yardım, nasıl derler, “insan evinde hissediyor” işte. Yunanistan’da elini yüzünü yıkamak için otobanın etrafındaki dinlenme yerlerinde insan yok, lavabolar kırık dökük, insansız bir yer nasıl temiz olabilir ki zaten. Genelde yolda hiç durmadan Türkiye’ye kavuşmak için sabrederiz. Bunları yıllardır Avrupa’dan Türkiye’ye arabayla yolculuk yapanlar çok iyi bilir. Benim hissettiklerim, belki de Türk olduğum için daha taraflı bulanlar olabilir, ama Türk olmayanlardan da genelde olumlu şeyler duyuyorum.
Yıllar önce bir şiir programı için Türkiye’deyiz, Makedon bir yazarla Türkiye’yi konuşuyoruz. Bana önceden Fransa’da katıldığı bir programdan bahsediyor ve ekliyor: “Avrupa aslında Türkiye’nin bu birliğe katılması için ona yalvarmalı, Fransa’da gördüğüm ve Türkiye’de gördüğüm hizmet ve saygı çok farklı, ben vize isteyen ülkelerin demokrasisine zaten hiç inanmam, o vizeyle seni zaten ikinci sınıf vatandaş yerine koyuyor, Türkiye’ye gelince kendimi hiçbir Türk vatandaşından farklı hissetmiyorum, çünkü araya bir sınır koymuyor.”
Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu yollarında seyahat ederek de anlayabiliyor insan. Diyoruz ya taşı toprağı cennet vatan, gerçekten de öyle, yolda kalanların duasına onun vizesinden daha çok değer veren bir ülke Türkiye. Temizliği imandan bilen, hizmetini vatan aşkıyla yapan güzel Türkiye’min güzel insanları, işte bu vatan size emanet, siz o vatanın hancısı biz ise yolcusu olmakla yetinen ve o güzelim vatana dışardan bakabilen, bir zamanlar aynı vatanın evlâtları olarak “iyi ki varsınız” demek için yazdım bu mektubu. Sizin sağlam duruşunuz dosta güven düşmana korku veriyor. İşte bu yüzden bile her şekilde her ülkeden birkaç adım öndesiniz.