“Deneyim” yaşanarak elde edilenlerin tamamıdır. Bir de daha derin anlamı var ki yaşadığımız dünyada her insanın kendini az da olsa içinde bulduğu oluştur.
Birileri oyun kuruyor. Biz de o oyundaki oyuncaklarız. İzliyoruz ama hiçbir şey yapamıyoruz. Çünkü yaşadığımız dünyada çoğunlukla bizim için kurulan oyundaki deneyiz.
Savaş çıkartacak meselelerin düzeneği önceden kuruyor. Doğal gerçekleştiğini sandığımız olaylara tepkiler verip duruyoruz. Hâlbuki her verdiğimiz tepki sosyoloji laboratuvarlarında incelenmiş, hesaplar yapılmış ve sonuçlar çıkarılmıştır.
Dünya dediğimiz yer sandığımız kadar temiz, çoğu zaman da masum değil.
Her gördüğümüz insanı yüzünde görünenden ibaret sandığımızda büyük yanılgıya düşüyoruz. Çünkü gün geliyor; hekim diye baş tacı ettiğimizi bir organ mafyası içerisinde, insanların organlarını, izinsiz, acımasızca satarken görebiliyoruz. Gerçi bu kişilere tabip madalyasını takmak daha uygun düşer. Çünkü tabip başka, hekim başkadır. Hekim kelimesinin kökeni ‘h-k-m’ (hakeme) kökünden geliyor. Hakeme, karar veren, doğruyu yanlıştan ayırabilen kişi, anlamında kullanılıyor. Kelimeyi biraz daha irdelediğimizde; hakim, hakem, hikmet en önemlisi “hak” kelimesiyle bağlantılı yanlarını görüyoruz. Hâl böyle olunca hekimlik, nefsini maddiyattan arındırıp insanlara yardım etmeyi hayatının amacı bilenlerin şanıdır diyebiliriz.
Diğer yandan kimlik karmaşası içerisindeki genç dimağlara diziler beklenilen sonucu vermezse bir müzikle serpiştiriliyor planlananın reçetesi. Bilinçsiz, büyük hayranlıkla dinlenilen o sözcükler bir zamandan sonra dillendirile dillendirile hayat felsefesi oluveriyor. Sonucunda bir bakmışız ki; artık bambaşka düşünce yapısına sahip, yol alış biçimi farklı, yemek yeme adabı acayip, konuşurken meramını anlatma biçimi fütursuz, giyiminde kendini konumlandırmak istediği mecraların yansımasından ibaret, gülüşü cennetle müjdelenmişi andıran bir boşluklar bilinmezliğine hapsedilmişiz…
Güçlünün güçsüzü ezdiği bilgisinin eski çağlarda kaldığını düşünsek de ne yazık ki o da gerçeği yansıtmıyor. Bu sayede güçlü kelimesinin de anlamının değişerek farklı bir dünyaya kapı araladığını idrak ediyoruz. O da artık güçlü diye tabir edilenlerin saygıya layık oldukları gerçeğidir. Güçlüysen; çalsan bile saygınsın, ahlâki kurallara uymasan da sevilmeye değersin, istediğinde gerçeklerin yüzünü maskeleyip yol alabilirsin, söz konusu itibarın olduğunda canının çektiği kadar zorbalık yapabilirsin.
İş bununla bitmiyor tabi. Yeri geliyor, sabahtan akşama kadar ağzında dini düşürmeyen biri, içi sızlamadan hak yiyebiliyor. “Hak yemek” ne sarsıcı bir ifade. İnsanın boğazında kalamıyorsa bu sözün ağırlığı, kendisini yaşıyor sanması ne kadar gerçekçi? Ruh ölüyse yaşayan bedenleri hangi yere koymalı?
Haddini aşanı, ahdini unutanı uyandırıp yaşatmak mümkün müdür? Savunmasını dinlediğimizde işin vahametini görebiliyoruz. Doktor, “Neden insanların organlarını satıyorsunuz?” sorusuna “Değersiz olandan alıp değerli olana veriyorum.” diyebiliyor. Değerli gördüğü maddiyatta üstün gelen, değersizse geliri düşük insanlar. Bir körlük varsa dünyada kalp körlüğü… Kalbin mühürlenip taş vazifesini yüklenişi… Asıl körlük bu değilse nedir?
İstikâmet bu yüzden önemli. Kıyam kelimesinden türemiş sözcüğün; ayağa kalkma, dikilmekten -doğruluk, dürüstlük, Allah’ın emrettiği şekilde hareket etme- anlamına geldiğini görürüz. Soru şu: Bizim istikametimizi belirleyen şeyler neler ya da bizim bir istikâmet derdimiz var mı? Yoksa gelişi güzel mi yaşamaya geldik bu dünyaya?
Kalkmak için uykudan uyanmak gerek. Uykudan uyandın mı ey insan? Kalbini uyandırdın mı? Yüreğini bir dertlinin derdiyle dertlenir hale getirdin mi? diyerek konuşma sırasını sözü yıllar evvelinde canlandırmış Mehmet Akif’ e bırakıyorum:
“Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakk-ı hayâtın senin ey Müslüman!
Kurtar o bîçâreyi Allâh için,
Artık ölüm uykularından uyan!
…
Ninni değil dinlediğin velvele…
Kükreyerek akmada müstakbele,
Bir edebî sel ki zamandır adı;
Haydi katıl sen de o coşkun sele.”