Hatice Anamızın aynası

Geçen hafta bir kitap tanıtımına konuşmacı olarak davet edildim. Sabina Voloder-Striniç’in Bacıyan adlı kitabı tanıtıldı. Hani, Asr-ı Saadet kadınları, Hazreti Peygamberimizin (sav) en yakın çevresindeki kadınlar, Şeyhü’l Ekber ve Hazreti Mevlana çevresindeki kadınlar, Suriye, İran, Osmanlı Devleti sufi ve veli kadınlar, Bosna Hersek’in inançlı kadınları. Yereller hariç, diğerleri hakkında iyi kötü bilgilerimiz vardı. Hani biyografileri. Özellikle Amine Hatun, Hatice Anamız, Fatıma Anamız değil mi? Kendimi iman edenlerden saydım, iman edenlerin anneleri Peygamberimizin eşleri değil mi? Ezberimizde var hayat hikayeleri. Peki, ezber ötesine hiç gittik mi? Hani dedem hacı, büyük dedem vaizdi, ben Kadir gecesi arifesinde oruç tutuyorum, meditasyon yapıp iyi insanım diyen Müslümanlardan bahsetmiyorum. Sünneti, imanı, İslamiyet’i dilden düşürmeyen, “imanölçer” diye bir alet icat edilirse (madem elektronik zikir aleti var, namaz kıldıran seccade var, hayran olacağımız bir sonraki teknoloji icadı “imanölçer” olur; öyle ki sokakta birinin yanından geçerken aleti ona doğru uzatıp iman derecesini ölçeriz) tuz ekmek yerine onu satın alırız. Kamu taşıtlarında, camilerde, işyerlerimizde, sohbetlerimizde de kullanışlı olur; şimdilik sadece göz kararıyla ölçüyoruz el âlemin imanını ve ispatlarımızı kahvemizi, çayımızı yudumlarken başkalarıyla paylaşıyoruz. Hem teşhis koyuyoruz hem de hemen perhiz ve tedavi yöntemlerini veriyoruz. Bedava. Kimse bizden istemeden, çok iyi olduğumuz için, millete iyilik istediğimizden. Telkin, dava diye. Dayatma dayıları. Kendim dâhil.

Herkesten daha kötü olduğumu fark edince öyle bir hayal kırıklığına uğradım ki inanamazsınız. Güya hoşgörülüyüm, kendimi buna ikna ettim, el âlemin hayatına karışmadığıma, herkese güzel bir şekilde hitap ettiğime, çalıştığıma falan kendimi inandırdım. İman, İslam, ihsan varmış… Namaz, oruç, zekât, sadakalarla kendi kendimi avutuyorum. Yalan söylememeye kararlıyım… Geç bunları Amina, kendi kendine yalan söylüyorsun. Hani, en güzel örnek Peygamberimiz, en güzel örnek müminlerin anaları. Tefekkür, zikir, bilgi… Bir de tevazu. Hiç havalı değilim, siz de biliyorsunuz. Yani, bir yere davetli olup geldiğimde beni kendimce uygun bir yere yerleştirmediklerinde burun kıvırıyorum, bu doğru, başköşeye de oturmam. Fakat bu mesleğimin, yaptığım işlerin gerektirdiği bir şey…

Hay Allah, nefsim öyle kabardı ki az kalsın kendi kendimin elinden öpesim gelecek. Hadi sen burnunu bildiğin gibi yap, kıvırma artık, hedefe vur. Kıvırıyorum, doğru, kendini dev aynasında gördükten sonra gerçekle yüzleşmek hiç de kolay değil. Hem de onu açıkça dile getirmek. Peki Hatice Hazretleri’nin hayatı hakkında siyerlerde olmayan, hadislerde zikredilmeyen fakat doğru, güvenli ve yeni bir bilgi edindin mi ki o kadar etkilenmişsin? Hayır, hep bilip tekrarladığım fakat düşünmediğim bir konu. Belki bunu düşünmemin sebebi, son zamanlarda, özellikle Müslüman feminist çevrelerde (bu da varmış!) çok evlilik ve Aişe Anamızın evlilik çağının eleştirel şekilde gündeme getirilmesiyle alakalı. Feminist değilim, pes etmeyin. Feminizmin tekfircisi gibi bir şeyim, birkaç adım ötesinde yani. Peygamber Efendimizin yirmili yaşlarda evlendiğini biliyoruz. Çoğu rivayete göre 25 yaşındaymış. Hatice Hazretleri ise kırkı geçmiş bir duldu. Tüccar. İş kadını yani. Ve Hazreti Peygamberimizin sadece onunla çocuk sahibi olmuştu (bir de cariyesi Mariye’den İbrahim adında, küçük yaşta vefat eden bir oğlu vardı.)

Ee, bildiğiniz şeyleri dile getiriyorum. Bir de Hatice Hazretleri’nin sağlığında başka bir kadınla evlilik yapmadığını da biliyoruz. Şimdi kendi kendime sordum, evlilik çağına gelmiş oğlum bana; “Anne, ben kırklı yaşlarda bir iş kadınına âşık oldum, onunla evlenmek istiyorum” dese ne yapardım? Bir de kadının dul olduğunu bilsem… Bin bir yemin, bağırma, çağırma, ağlama, kadını tüm silahları bir araya getirerek vazgeçirmek için yapmayacağım bir şey kalmazdı. Hoşgörülüymüşüm, bir de Müslüman. Veya başarılı bir iş kadını olan kırklı yaşlarda dul yeğenim veya kuzenim olsa… Bana gelip de “Ay çok dürüst bir genç var, yirmili yaşlarda, öksüz, yetim büyümüş, fakir doğrusu, çalışkan amma… Onunla evlenmek istiyorum. Hatta kendisine evlilik teklif ettim” dese, şoktan açılan ağzımı oynatabildiğim gibi “Sen delisin! Orta yaş krizi! Psikiyatriste, psikoloğa falan gittin mi” diye bağırarak telefonuma sarılıp tanıdığım bir psikiyatrist, psikolog ve üfürükçüyü arardım. Veya üçünü bir arada. Nefes nefese, hıçkırıklara karışmış yüksek sesle mevzuu dile getirirdim karşıdakine. Ben, hoşgörülü Müslüman. Peygamber Hazretlerini ve iman edenlerin annelerini, izlediğini iddia eden biri. Veya çevremde böyle bir evliliğin ortaya çıktığını duysam, kafamı sallayıp ağızımı çalkalardım (Hollywood yıldızları hariç, onlara her şeyi yakıştırıyorum). İftira olmasa gıybet, ölü kardeşimin etinden yemiş gibi olurdum. Fakat orada zaman farklı, Cahiliye Dönemi Arap Yarımadası, durum farklı, kültür, görenek gelenek falan…

Ne zamanı, ne durumu, ne görenek geleneği? Yeni doğmuş kız çocuklarını sağ iken gömüyorlarmış… Çevrenin kuralları dışına çıkıp da evlenmiş Âlemlerin Nuru! Peygamberin sözlerine inanarak ilk iman eden şerefine nail olmuş “çalışan” kadınla evlenmiş. Kızlarının anası olacak kadınla. Ben buna mı dil uzatacaktım? Burada mı bir anormallik görüyorum? Sonuçta, bana ne başkasının mahremiyetinden, tercihinden? Fakat Peygamberimiz ve hane ehli sö zkonusu olunca, örnek, ibret almam için onu öğrenip düşünmem gerekiyor. İslamiyet’te çok evlilik ve Peygamberimizin Hatice Hazretleri’nin vefatından sonra Aişe Hazretleriyle evlendiğinde Aişe anamızın yaşı hakkında olumsuz veya olumlu bir şekilde tartışacağımıza, ilk örneğin, ilk sünnetin ne olduğunu hatırlayıp hatırlatmamız daha uygun olmaz mı? Hatice Anamızın aynasında kendimizi görsek, boyutlarımızı anlasak. Sussak. İddialı konuşmasak bari. Fabrika ayarlarına dönsek…

Read Previous

Yunanistan’dan Türkiye’ye enerji yatırımı sinyali

Read Next

Slovenya’nın minareli tek camisi açılışa hazırlanıyor

8 Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *