FETÖ özellikle 11 Eylül sonrası süreçte, Batıda İslamofobi yükselirken ‘İslâm’ın teşvik edilmesi gereken yüzü’ olarak sunuldu.
En yaygın anlamıyla, Osmanlı’da Türk asıllı olmayan yabancı uyruklu insanların Osmanlı himayesinde eğitim görmeleri, belli pozisyonlara getirilmeleri veya fethedilen bölgelerdeki küçük çocukların alınıp, devlet çıkarlarınca yetiştirilip, ardından bu insanlara yetki ve mevki verilmesiyle sonuçlanan sisteme ‘devşirme’ sistemi denilmekteydi. Osmanlı’nın özellikle yükseliş dönemlerinde Müslümanlar lehine başarıyla uygulanan bu sistem, Batı’da adeta Müslümanlara karşı kullanılan bir sisteme dönüştü. Nitekim profesyonel anlamda yaklaşık 200-250 yıllık bir maziye sahip olan oryantalizm veoryantalist kurumların İslam dünyası ve Müslümanlara yönelik en önemli işlev ve hedeflerinden biri, kendi öz kimliğine ‘yabancı’/’yabancılaşmış’ devşirmeler yetiştirerek yeri geldiğinde onları kullanmak oldu. 11 Eylül 2001’den sonra, teolojik söyleminden daha ziyade sosyolojik, antropolojik, politik muhteva ve söylemleri öne çıkan oryantalizm için bu amaç çok daha belirgin.
17-25 Aralık ve nihayet 15 Temmuz kalkışmasının baş aktörü olan FETÖ ile de açıkça ortaya çıktığı üzere, oryantalist akıl, genelde Müslüman dünyaya ve özelde de Türkiye’ye yönelik stratejisinde ‘devşirme’ cemaatleri, grup ve şahısları sahaya sürüyor ve siyasetlerinde bunlardan azamî şekilde istifade ediyor.
Devşirme siyasetin önemli tezahürü
Bu oryantalist siyasetin önemli tezahürü, devşirmelerin İslam dünyası ve Müslümanlara dair politikalarda Batı ülkelerindeki kullanımı. Bugün Batı Avrupa ve ABD başta olmak üzere pek çok ülkede, Türk veya Müslüman olmakla birlikte, ‘kraldan fazla kralcı’ tavırlar ve üsluplarla Müslümanlar ve Türkiye aleyhine siyaset üreten, raporlar yazan, açıklamalar yapan pek çok devşirmeden söz edebiliriz. Bunlar, Müslümanların yoğun yaşadığı önemli şehirlerde belediye başkanı, merkez partilerde milletvekili, üniversitelerde kürsü başkanı, araştırma merkezi direktörü, devletin önemli kademelerinde bürokrat ve STK temsilcisi gibi pozisyonlara da gelmekte/getiriliyor, önleri özellikle açılıyor. Kök ülkelerine olduğu kadar, ait oldukları din ve kültürel ait değerlere de alabildiğine ‘yabancılaşmış’ olan bu devşirmeler, tabii olarak Müslümanlara ve İslâm dünyasına yönelik politikaların yer yer vitrinlerinde, yer yer de arka planındaki yönlendiriciler olarak çalışıyor.
Oryantalist çalışmalar ve bu çalışmalardaki bilgi birikimine yaslanan politikaları sayesinde Batı, bu konuda son derece başarılı oldu ve bugün adeta devşirmeler Batı ülkelerinde bile oryantalistlerin yerini aldı. Hatta yer yer onların çok daha ötesine geçen keskinlikte söylem ve eylemlere sahipler. Özellikle 11 Eylül’den sonra bu durum çok daha sofistike yollarla, siyasetle doğrudan ilişkili bir şekilde, Müslümanların büyük çoğunluğunun anlayışı olan ana akım İslâm yorumunu hedef alacak tarzda yapılıyor. Bu anlamda 11 Eylül’den sonra öne çıkan en önemli devşirme yapı FETÖ olsa gerek.
Ana akım İslâm yorumuna karşı devşirilen bir yapı: FETÖ
Zira son yıllarda Batı’daki devşirmelerin ön saflarında FETÖ mensupları dikkat çekiyor. 15 Temmuz’dan sonra çok daha belirginleşti ki bu kadrolar, Gülen’in orkestra şefliğindeki bu rollerini hiç yadırgamıyorlar. “Gülen’in mollaları” diyebileceğimiz kişilerin İslami kavramların içini boşaltan, içinden çıktıkları toplumun değer yargılarıyla uyuşmayan yorumlarına ve FETÖ’nün akademi ve medya yüzlerinin bu bağlamdaki belirleyici rolüne işaret etmek yerinde olur. Ayrıca son günlerde FETÖ liderinin kendisini takdim edişi ve Batıya verdiği mesajlar da ayrıca not edilmeli.
Bu açıdan bakılırsa oryantalizmin ve dolayısıyla Batının, post-modern dönemde Müslümanlara yönelik politikalardaki en önemli paradigma değişimi FETÖ bağlamında olmuştur diyebiliriz. Zira devşirmelerle ilgili oryantalizmin klasik yöntemi, ana akım İslam anlayışının karşısında onları, nispeten marjinal grupları desteklemek ve onların argümanlarını yeniden biçimlendirerek kullanmaktır. Ancak FETÖ bağlamında ortaya çıkmıştır ki, ana akım İslam’a dahilmiş gibi görünen FETÖ, esası itibariyle İslam’a karşı kullanılmak üzere ‘devşirilmiş’ bir yapıymış. Başlangıcından itibaren mi bu böyleydi, yoksa belli bir dönemde mi evrildi/devşirildi sorusu burada akla gelebilir, ancak sonuç aynı kapıya çıkmıştır. Bu açıdan bakılırsa oryantalizmin en parlak, dikkat çekici devşirme projelerinden biri FETÖ ve lideri Gülen olsa gerektir.
11 Eylül 2001: İslamofobinin yükselişi ve FETÖ’nün Batıda teşviki
FETÖ özellikle 11 Eylül sonrası süreçte Batıda ‘İslâm’ın teşvik edilmesi gereken yüzü’ olarak sunuldu. Ne tesadüftür ki Gülen’in ABD’ye gidişi de bu tarihin hemen öncesine rastlar. Öncesi olmakla beraber bu devşirilmedeki paradigma değişimi, büyük ihtimalle11 Eylül sonrası dönemde oldu. Yavaş yavaş ortaya çıkan ayrıntılardan anladığımız kadarıyla, 28 Şubat döneminde diğer bütün İslami anlayış ve cemaatler hedef alınırken FETÖ’nün nasıl önü açılmış ve bu yapı ulusal düzeydeki esas sıçramasını bu dönemde yapmışsa, uluslararası düzeyde deki sıçramasını da 11 Eylül’den sonra yapmıştır.
Tolerans, dinler arası diyalog, Ehli kitap ve diğer din mensupları ile ilişkiler, Hz. Peygamber’e yönelik tutumlar, Kur’an’ın belli ayetlerinin adeta tarihsel olarak kabul edilip hiç gündeme getirilmemesi gibi tutumlar, daha ziyade bu tarihten sonra FETÖ tarafından dolaşıma sokulmasına dikkat etmek gerek. Bu açıdan bakıldığında, FETÖ’nün teolojik anlamda evrilişi ve devşirilişinin bu döneme rastladığı görülür. Yine bu dönem, FETÖ’ünün uluslararası plandaki kurumlaşmasına hız verdiği, Avrupa ve ABD’de de kurumlarını oluşturduğu dönemdir.
Aslında FETÖ’nün uluslararası boyutta önünün açılmasının tarihini, Soğuk Savaş’ın bittiği 1990’lara kadar geri götürebilmek de mümkündür. Hatırlanacağı üzere bu yıllar Soğuk Savaş’ın bittiği ve Batıda İslamofobinin fitilinin ateşlendiği dönemdir. Fakat bununla birlikte, İslam korkusunun ve karşıtlığının tavan yaptığı dönem tabii ki 11 Eylül 2001 sonrası olmuştur. Tabiatıyla bu politikalar, İslam dünyasındaki reaksiyonları ve Batı karşıtlığını beslemiştir. Uluslararası arenada FETÖ’nün ‘ılımlı İslam’ın temsilcisi olarak desteklenip Sünnilik içerisinden bir model olarak teşviki, işte bu olguyla alakalıdır. Böylece Batı ve onun oryantalist aklı, devşirdiği bu yapıyla bir yandan İslam’ı dönüştürmeyi planlarken, diğer yandan da İslam’a ve Müslümanlara karşı olmadığı mesajını vermektedir.
FETÖ’nün İslam dünyasına model olarak sunulması
Bu itibarla FETÖ, “Avrupa İslam’ı/Batı İslam’ı” projesiyle de uyumlu olarak, Şiilik ve Selefiliğin sesinin daha çok öne çıktığı bir vasatta, ana akım İslam adına Türkiye ve Orta Doğu başta olmak üzere, bütün İslam dünyasında teşvik edilecek ‘model’ olarak sunuldu. Böylece içi boşaltılmış, iddialarından arındırılmış, küresel sistemin değer yargılarına hiç bir surette itirazı olmayan bir anlayış, Sünnilik içerisinden devşirilmiş oldu. Nitekim FETÖ’nün faaliyetleri, dili, üslûbu ve temel İslami kavramlara ve meselelere dair yaklaşımlarındaki (yukarıda işaret ettiğimiz) evirilme de bunu gösteriyor.
Oryantalizm ve Batı FETÖ’ye böyle bir rol yüklerken, bu yapının, Arap dünyası başta olmak üzere İslam dünyasındaki takdiminde ve söylemlerinde, ilgili ülkelerin şartlarına uygun revizyonlar da yapıldı. Bu yapı mesela Ürdün’de “el-Vasatıyye” adlı İslam’ın orta yol anlayışını öne çıkararak faaliyet yürütürken –ki orada bu isimle faaliyet yürüten bir yapılanma da vardır-, Suudi Arabistan’da nispeten Batı değerleri ile uyumlu ancak selefi bir İslam anlayışıyla hareket ediyordu. Suudi Arabistan’da hiçbir okulu olmamasına rağmen FETÖ bu ülkede hayli güçlüdür. Sonradan web sitesinden kaldırılsa da, Gülen’in yakın zamanlarda Suudi tandanslı “el-Arabiyye” televizyonuna röportaj verdiği biliniyor.
Arap ülkelerindeki uluslararası toplantılarda yıllardır, Sonsuz Nur başta olmak üzere Gülen’in kitaplarının Arapça versiyonları dağıtılır. Mısır ise onların adeta Arap ülkelerine yönelik üssü haline gelmiştir. Darbeci Sisi, kapılarını Gülencilere sonuna kadar açmıştır. Bu sadece Türkiye karşıtlığında buluşma olarak değerlendirilemez. Bu olgu, Batı değerleriyle uyuşan bir modelin önünün Sünni Arap-İslam dünyasında da açılması ve teşvik görmesidir.
Kısaca, 15 Temmuz darbe girişimi süreci, bu yapının, ana akım İslam yorumu içerisinde konuşlanmış olmakla beraber, arka planda ona karşı cephelenmiş post-modern, neo-oryantalist bir devşirme proje olduğunu söylememizi kolaylaştırdı. Bu durum, Türkiye’de zaman zaman ifade edilen “İslam’ın protestanlaştırılması” olgusunun ötesine geçen yönlere sahiptir, fakat bu mesele başka bir yazının konusunu teşkil edecek seviyede ele alınmayı hak etmektedir.
Prof. Dr. Özcan Hıdır Rotterdam İslam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin dekanıdır.
AA