Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi artısı ve eksisiyle yaşananları belgelemesi ve suçluları adalet önüne çıkarmayı başarmasıyla yaraları tamamen sarmasa da, geç gelse de, adaletin yerini bulmasına yardımcı olduğunu söylemek mümkün.
Sinan Özdemir, Brüksel / Dünya Bülteni
Lahey’de bulunan ve Balkan Savaşları’nın en şiddeti günlerinde, 25 Mayıs 1993’te, Birleşmiş Milletler’in 827 nolu kararıyla oluşturulan Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi’nin “Bosna Kasabı” Ratko Maldiç hakkında 22 Kasım’da verdiği ağır müebbet kararının ardından 31 Aralık’ta kapılarını kapatmaya hazırlanıyor.
Avrupa’nın göbeğinde 25 yıl önce yaşanan insanlık, savaş suçları ve soykırımı araştırmak ve suçluların yargılanmasını sağlamak için oluşturulan mahkeme verdiği 161 kararla İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan Nürnberg ve Tokyo mahkemelerinden sonra dünyanın gördüğü en önemli ikinci mahkeme oldu. Peki, yaşananları aydınlatmak, adaleti sağlamak ve barışa yardımcı olmak amacıyla oluşturulan mahkeme başaralı olabildi mi ?
Balkanlar 1991-2001 tarihleri arasında şiddetli savaşlara sahne oldu. İki zamanda gerçekleşen savaşların ilki Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan arasında yaşanırken (1991-1995) ikincisi Sırbistan ve Kosova arasında yaşandı. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan bu savaşlar binlerce sivilin ölümüne sebep oldu. Saraybosna kuşatması ve Srebrenitsa soykırımı Bosna savaşının zirvesini oluşturuyor. Avrupa tarihin en uzun kuşatmalarının biri sayılan Saraybosna kuşatması üç yıl sürdü. Srebrenitsa’da birkaç gün içinde sekiz bin sivil katledildi. Binlerce insanın öldürüldüğü, tecavüze uğradığı , kamplarda ölüme terkedildiği, parya durumuna düşürüldüğü Bosna’da yaşananların aydınlatılması kadar inkarı mümkün kılmayacak şekilde belgelenmesi de gerekiyordu. Mahkeme bu yönde ciddi bir çalışmayla yaşananları iki milyona yaklaşan belgeyle; 14 bin ses kaydıyla kayıt altına almayı başardı. Tanıkların (4600) ifadeleri başta olmak üzere, toplu mezarların ortaya çıkarılması, kimliklerin tespiti, balistik araştırmalar, dağılmış vaziyette Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna’da bulunan video ve fotoğrafları bir araya getirmeyi başardı.
Bir yapboz misali Carla del Ponte başta olmak üzere, Louise Arbour, Serge Brammertz, Peter McCloskey ve Jean-Rene Ruez gibi onlarca cesur savcı ve polisin çalışmasıyla sorumlular tespit edildi, avlandı ve yargıya teslim edildi. Bugün komuta kademesi başta olmak üzere büyük suça, yaşanan vahşete iştirak etmiş her kim var idiyse tespit edilmiş durumunda. Ne var ki, asker-siyaset ilişkisi tam manasıyla aydınlatılamadı. Ordu içindeki emir komuta zinciri tespit edilse de siyasi hiyerarşi içindeki birinci aktörlerin dışında destek sağlayanlar tespit edil(e)medi (devlet aygıtına zarar verebileceği düşüncesiyle dokunulmadığı düşünülebilir). Ancak hala aydınlatılmayı bekleyen ve artık bölge devletlerinin ilgilenmesi gerekecek olan tecavüz suçları kaldı. Bu minvalde yirmi bin kadın adalet bekliyor. Yaşadıkları psikolojik şoku atlatamayan kadınlar sosyal ve ekonomik olarak da zor durumdalar. Hayata tekrar tutunabilmeleri için psikolojik desteğe ihtiyaçları var.
Hummalı bir çalışmayla birkaç yılda toplanan deliller ve sorumluların adalete teslim edilmesinden sonra mahkeme sürecinde yaşanan gelişmeler (Slobodan Miloseviç’in yargılanmadan; silahlı grupların lideri Arkan’ın tutuklanmadan ölümü) beklenmedik kararlar (19 tahliye) adaletin sağlanamayacağı hissini uyandırdıysa da büyük fotoğrafa bakıldığında suçluların cezalandırıldığı söylenebilir. Ancak mahkemenin uluslararası aktörlerin tesiri altında kalmadığını düşünmek de zor. Radovan Karadziç’in yalnızca kırk yıla mahkum edilmesi Bosnalıları şoke etti. Müebbeti istenen Karadziç’in beklentilerin altında bir ceza alması Richard Holbrooke (Amerikalı diplomat) ile anlaşması gereği savaş sonrası siyasi hayattan çekileceğine dair verdiği sözü tutmasına dayandırılarak hafifletildi. Ancak Anglo-Sakson hukuk geleneğinden esinlenek sağlanan uzlaşma mağdurların mağduriyetini ortadan kaldırmadı! Dönemin Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman’ın yargılanamaması, Ante Gotovina’nın tahliye edilmesi, Sırp milliyetçisi Vojislav Selsej’in beraat etmesi mahkemeye yöneltilen eleştiriler arasında yer alıyor.
Mahkeme yaşananları aydınlatılmasında ve sorumluların adalet önüne çıkarılmasında önemli başarılara imza attıysa da bölgesel barışa katkı sağladığını söylemek çok zor. Daha en başta Sırbistan ve Bosna Sırp Cumhuriyeti mahkemenin meşruiyeti tanımadıklarını ilan ederek karşıt propagandaya giriştiler. Şu an Sırbistan Cumhurbaşkanı olan Aleksandar Vucic bile daha on yıl önce Bosna Kasabı Ratko Mladiç’in ismini bir caddeye vermeyi öneriyordu. Ratko Mladiç’in karar duruşmasını dernek veya kahvehanelerde naklen seyretmeye gelen Sırpların Mladiç tişörtleriyle gelmeleri veya Lahey’de Bosnalıları provoke eden Sırp’ın tutumu öteki olarak gördükleri grubun ölülerine saygı duymadıkları gibi savaşın üstünden 22 yıl geçmesine rağmen yaşananları idrak edecek seviyeye ulaşmadıklarını da gösteriyor. Bosna Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Milorad Dodik Mladiç kararına yaptığı açıklamada “tarihin önünde yargılanacağını” söylemesi gerçeği yoksaymaya devam ettiklerini gösteriyor. Bu tutumun geleceğe dair endişeleri de hiç kuşkusuz artırıyor.
Hukukun barışın inşaasına katkı yapacağını düşünerek Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi’ni Dayton Barış Antlaşması’na dahil ederek bir gerçekliğe dönüşeceğine inandılar. Mahkemenin önemli isimler hakkında verdiği cezaları daha sonra bozması ve tahliye edilenleri özellikle Hırvatistan ve Sırbistan arasında bir denge arayışı içinde olduğu izlenimini oluşturdu. Yeni hiçbir delil sunmamalarına rağmen yalnıza mahkemenin “şahsi kanaatiyle” tahliye edildiler. Örneğin, eski Sırp Genelkurmay Başkanı Momcilo Perisic 2011’de 27 yıla çarptırıldıktan sonra 2013’te tahliye edildi. Benzer sahneler Ante Gotovina ve Mladen Markac davalarında da yaşandı. Tepede aranan denge halklar nezdinde hayal kırıklıklarına sebep oldu. Avrupa Birliği üyeliği perspektifi içinde benzer bir kanaat vardı. Batı Balkan devletlerinin üyeliğiyle “kin ve nefret söylemlerinin” önüne geçilebileceğine inanılıyordu. Ancak suçluların yakalanmasında önemli etkileri olduysa da “nefreti” dindirmedi. Slobodan Miloseviç’i uluslararası yargıya teslim eden Başbakan Zoran Djinjiç bir milliyetçi Sırp tarafından öldürüldü.
Son kertede, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi bir deneyim olarak Ruanda örneğiyle kıyaslandığında artısı ve eksisiyle yaşananları belgelemesi ve suçluları adalet önüne çıkarmayı başarmasıyla yaraları tamamen sarmasa da, geç gelse de, adaletin yerini bulmasına yardımcı olduğunu söylemek mümkün. Suriye krizinde işlenen insanlık ve savaş suçlarının yargılanmayacağı düşünüldüğünde Yugoslavya’da 1991-1995 döneminde yaşanan soykırım, insanlık ve savaş suçlarının belgelenmesi ve suçluların cezalandırılmış olması bizler açısından küçük bir adım olarak değerlendirilse de uluslararsı hukuk açısından büyük bir adım olduğu yadsınamaz. Savaş zamanında hukukun sessizliğe gömülse de, barışın inşaasında kendi başına bir anlam ifade etmese de, geleceğin inşaasında, katalizör görevi gördüğü bir gerçek !