Son onbeş yıla şöyle bir baktığımızda gözümüzün önünden neler neler geçer… Yeniden tanışmamız, yeniden kardeş olmamız, içine kapanan değil de dışa doğru açılan bir coğrafya çıkar en çok da karşımıza. Zaten sorun tam da bu değil mi? Daha doğrusu birilerinin rahatsız olduğu konu tam da bu aslında. Bir bekleyen var bir de beklenen. Hasretin yanı sıra umut da var. Yeniden dirilişimiz tam da düştüğümüz yerden olacaksa, nerede kaybettiysek oradan kazanmaya başlayacağız, neyden korkuyorlarsa oradan üzerlerine gideceğiz.
Daha yeni başladık ve bu sadece tanışma faslıydı, asıl muhabbete giremedik daha. Kolumuzun, kanadımızın uzandığı her yerde varız ve olmaya devam edeceğiz. Şimdiye kadar yapılan herşey sadece farkındalığımızı anlamak içindi. Yıllarca içine kapanık bir ülke vardı ve Allah şahit bizler onu hep sevdik. Ondan umudumuzu hiç kesmedik, bir gün yeniden güçlü olacağına tüm kalbimizle inandık. Her yolu denediler, denemeye de devam edecekler, bu da farklı bir savaş işte. Ancak tarih bunu yazarken savaş diye yazmayacak, yaşanılan her zorluk geçici, onların denedikleri her hücumu terse çevirmek için rüzgârın akışını izlemek gerek sadece. İşte tüm bu zorlu mücadelenin içinde bizler yine de muhabbetimize devam ediyoruz.
Dedim ya bu güne kadar yapılanlar tanışmak, kardeş ve dost biriktirmek içindi. 15 yıl içinde Afrika’dan Asya’ya, Ortadoğu’dan Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyanın içinde yapılan tüm çalışmaların neticesi Türk’ün her yerde beklenen olduğuydu. Türk milletinin ruhunda merhamet ve adalet var, işte tam da bu yüzden gittiği her yere bir yararının da dokunmasını ister. Ortadoğu’da kan akarken bir şekilde ona dur demek ruhundan gelir, işte “one minut” çıkışı tam da bu ruhun patlamasıydı. Afrika’da açlıkla savaşanlara yardım götürmek ilk akıla gelendir, Asya’da kardeşlerinin yanında olduğunu göstermek en doğal hakkıdır, Balkanlar’a altı asırlık vefasını göstermek için her kapıyı açmayı dener. İşte bütün bunları yaparken bir karşılık beklemeden sadece kendi fıtratında olduğu için yapar. Tam da anlayamadıkları nokta bu zaten. Onlar kıyameti hızlandırmaya çalışırken, Türkiye huzuru yaymak ister. Savaş çok büyük, ancak Allah’ın izniyle bu oyun bozulacak inşallah.
Bütün bunlar olurken bizlerin çok çalışması gerek işte. Geçen günlerde sosyal medyada Eski Diyanet İşeri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Anadolu Buluşmaları programında yaptığı konuşmanın bir kısmını dinleyebildim. Aklımda kalan güzel bir tespit “İslam Dünyası selâm ile islamı birleştirmeden, emân ile imanı birleştirmeden istikbale yürüyemez” idi. Çok önemli notlar var, özellikle Türkiye dışında bu coğrafyalarda görev yapanların yararlanabileceği bir yol haritası. Bu onbeş yıl içinde bizler birbirimizle hatta en ücra ülkelerde yaşayan kardeşlerimizle yeniden tanıştık ve en iyi bildiğimiz şeyi yaptık, yardım götürdük. Ancak yardım bazen kolaya alıştırmaktır, bir sıkıntıyı erteletmektir, çözüm değildir. Yardımın yanında ilimi, marufu, güveni de götürmek gerekiyordu, işte belki de asıl muhabbetimiz bundan sonra başlayacaktı. Balkanlar aç değil, açıkta değil, aramızda paylaşmayı çok eskiden öğrendik. Bizler güvene açız, bizler ilime açız ve evet, en çok da adalete açız. Bir boşluk var bu konuda. Ben inanıyorum ki Türkiye’nin yeni sistemi ile birlikte bundan böyle bu gibi konularda daha duyarlı yollar izlenecek. Bu coğrafyada yaşayan yerel halkın kendi kültürünü korumak, varlığını sürdürebilmek, dini, ilmi ve iktisadi konularda kendini geliştirmek, yaşadığı şehir ile barışık olmak gibi çalışmalarda daha kapsamlı adımlara ihtiyaç var. Özellikle şu dönemde bütçesi az, ama yararı çok olan projelerin üretilmesi gerek.
Şu yaz aylarında sessiziliğin tam ortasında “neler yapabiliriz”diye kendi kendimle muhasebe ederken, bir yandan Batı’nın uyduruk oyunları gözüme gözüme batırılırken, diğer yandan izlenmesi gereken yolların izini arıyorken, Anadolu’nun farklı şehirlerinden gelen pırıl pırıl gençlerle oturup konuşabilme, dertleşebilme fırsatım oldu. TİKA’nın 29 Temmuz ile 8 Eylül tarihlerinde düzenleyeceği “2018 Tecrübe Paylaşım Programı” ile 30 ülkeye gidecek yaklaşık 500 öğrenci, gittikleri ülkelerde Türkiye ve Türk Sivil Toplum kuruluşlarının çalışmalarını yerinde inceleyerek 100’e yakın proje ve faaliyete katılacak. İşte bu gençlerimizin bir kısmı Makedonya’ya gelmişti. Bu yıl ikincisi olan bu çalışma aslında tam da yapılmasını arzu ettiğimiz ikinci bir adımın başlangıcı gibiydi. Bu gençler bu program aracılığıyla küresel gönüllülük bilincine de sahip olacak, gittikleri ülkelerde ne gibi sorunların olduğunu kendi gözleri ile görebileceklerdi.
Etrafımdaki gençlerin gözlerinin içine bakarak “ne gördünüz?” diye sordum. İçlerinden biri “Biz bunları bilmiyorduk, hep deniliyordu Türkiye Türkiye’den büyüktür diye ama ne anlama geldiğini buralarda öğrendik” dedi. Farklı ülkelere dağılanlar belki o ülkelerde farklı bir şey gördü, Burkina Faso’da farklı tecrübeler edindiler, Cezayir’de, Tunus’da, Fas’da belki de Barbaros Hayrettin Paşa’nın gördüklerini göreceklerdi, kim bilir. Kosova’da Murad Hüdavendigâr’ın izini bulacaklardı. Ürdün’de, Somali’de, Sudan’da insani yardımın yanında kalkınma proje uygulamalarına da katılacaklar.
Konya’dan, Erzurum’dan, Ankara, İstanbul ve Trabzon gibi şehirlerden gelen öğrencileri biz elimizde kitaplarımız ile karşıladık, yaşadığımız şehirde verdiğimiz mücadeleyi ve kendi tecrübelerimizi paylaştık. Okulları ve tarihi yapıları ziyaret ettiler, arkadaş edindiler ve şimdi geriye döndüklerinde kendi çevrelerine kendi tecrübelerini paylaşacaklar. Paylaşarak genişleyeceğiz yeniden, kaldığımız yerden devam edeceğiz, düştüğümüz yerden dirileceğiz, pes etmek yok. Taa Malazgirt ovasından son hudutlarda yücelmiş sıra dağlara kadar, daha yararlı çalışmalar ile hep birlikte aynı saflarda olmaya devam edeceğiz inşallah…