Bugün size düşler dünyasından seslenmeye geldim. Çünkü hikâyelerimizi en çok orada istediğimiz gibi tamamlayabiliriz. İnsanın yüzünü makyajla boyadığımız gibi kalbini de kolayca güzelliklere boyayabilmek mümkün müdür? Hızlı koştuğumuz kadar varacağımız yere doğru yavaşladığımızın idrakinde olabilmek çok derin bilinç mi gerektirir?
İnsanın görmesi yasaklı şeyi gözlerine gördürmemesi için terbiye etmesi kaç yolculuk gerektirir? Peki ya şeftaliyi feda etsek de “Ağaçları korumalıyız!” derken ellerimizin ettiği nedir? Bir hayvanın kendi dilinde acı duyar gibi sesler çıkartırken bize haykırmak istediği insanlık öfkesi değilse nedir?
Van Gogh’un duyduğu acı kulağını kopartmaya yöneltirken vicdanın sesini sessizleştirip bunca kötülüğü yapmayı kendine hak görenleri hangi yere koymalı? Bazı şeyleri çok anlamak insanı hasta ediyorsa, anlamamayı tercih edenleri baş tacı mı edeceğiz?
Kimyasalların doğaya verdiği zararın müsebbinin de insan olması gerçeğini idrak etmek için insanın düştüğü acıklı durumunu izleyecek miyiz?
Savaşlar ve o savaşlarda şehit düşenlerin ardından bedenen sağ kalsalar da ruhen ölülerle yaşayacak insanların hayatındaki sızıları dindirmeye sevgimiz yeter mi? İnsanlığı kurtarabilmek için sadece insan olmak yeter dersek işin içinden gerçekten gönül ferahlığıyla çıkar mıyız?
Dünya, tüm mutlulukları kursağımızda bırakan yer… İnsanoğlunun tam sükun buldum derken; onu hüzünlerin yumağına dolayan yer. Derin uykularda olanların sığındığı rüya… Kendini kandıranların oyuncağı… Acı gerçekleri görmek zorunda kalanların ıssız uçurumu….
İnsan, kırık parçaları toplarken öğrenir bir şeylere sıfırdan başlamanın önemini. Darmadağın manzarada her şeyin bir tarafa dağıldığındaki çaresizlikte öğrenir vazgeçmemeyi. Hayatı ilmik ilmik işlemeyi, sabrı, kıymet bilmeyi. Zor yolun sonunda huzurun geldiğini. Kalbi ferahlığa ulaştırdığını.
Sorular dünyasında aydınlatılması gereken soruların birkaçı bu şekilde karşımıza çıkıyor. Cevaplarını bulmak, bize kalıyor.