Eskiden, totaliter ve totaliterimsi rejimlerde, sadece güvenlik açısından önemli kişilerin telefonları dinleniyordu. Dinleyen de malum – devlet istihbaratları. Gerçi, o zamanlar sıradan insanların evlerinde pek telefon yoktu. Mahallede bir doktor, hakim, savcı veya önemli bir parti yetkilisi varsa, onun evinde telefon da vardı. Mahalle onun telefonuyla idare ederdi. Yoksa, PTT’den, telefon külübelerinden görüşmeler yapılırdı. O zamanlarda da demokrasiyi özleyerek, Amerikan ve Avrupa moda markalarını ve müziğini seviyorduk, Hollywood filmlerine bayılıyorduk.
Tam o zamanlarda Londra’da bir Hyde Park’ın mevcut olduğunu, orda herkesin aklına ne gelirse konuştuğunu dinlemiştim. Daha doğrusu büyüklerin konuştuklarını gizlice dinlemekten hoşlanıyordum. Onlar benim için birer örnek, yani benim görebildiğim yıldızlardı. Özellikle fısıldayarak konuştuklarını duymak için can atıyordum. Yeni bir şey öğreneceğim için değil, madem duymamam gereken bir şey var, önemli olsa gerek diye düşünüyordum. Meraklı bir çocuktum, bende ya iyi bir dedikoducu ya iyi bir muhabir ya da iyi bir araştırmacı potansiyeli vardı. İstihbatarçı potansiyeli ise hiç yoktu, çünkü istihbaratçının duyduklarını aktarmama, sır tutma özelliği olmalıymış. Yazar ise duyduklarını aktararak kendine göre biraz şekillendirmesi, biraz renk katması gerekiyormuş, işte bende o da yoktu küçüklüğümden beri.
Merak konusu bende hep yıldız olanlara karşıydı. Ya meşhur bir sanatçı, ya yazar, ya ressam, ya sporcu ya da oyuncu. Yerel düzeydeyse mahalle yıldızları merak konusuydu; doktor, hakim, öğretmen gibi… Ya da yakışıklı bir delikanlı, eşrafın ve esnafın kızları. Ne yaptı, ne etti, kimler evlerine gidiyor, kiminle çarşıda kahve içiyorlar, çarşıdan gelirken zembilde neler var… Kızın sahibi var mı, varsa ne zaman evlenecek, evlendiğinde ne zaman çocuk sahibi olacak, oldu mu, ikincisi ne zaman… İşte eskiden o yıldızların belli bir sayısı vardı, hem yerel hem de küresel düzeyde. Medyalarda (bir iki tv-kanalında) dünya yıldızları ne yaptılar, kiminle evlendiler, kim kimi boşadı, ne anlattı, kim kimi aldattı… Paparazzi denen fotoğrafçılar vardı, hep yıldızların arkasından gidip ne yaptıklarını izlerlerdi. Demokraside yani. Biz ise yutuyorduk o haberleri, ağzımızın suyunu akıtarak, ya sonra ne olacak diye merak ediyorduk.
Yıldızların durumunu kontrol eden devlet, devletin izni olduğu derecede medya, bir de evin pencereleri yanında oturan teyzeler vardı. Teyzeler pencerenin bir yanında güzel bir köşe seçer ve doya doya seyrederlerdi. Yıldızların yanında sıradan olanlar da vardı. Onların ne iyiliği, ne de kötülüğü kimsenin umrunda değildi. İstihbarat da dinlemezdi telefonlarını, gazetelerde sadece öldüklerinde ölüm ilanları çıkıyordu, mahalleli de evlerinde olup bitenleri çekiştirmezdi. Belki bu yıldızları seyreden çocuklar ‘büyüyünce ben de yıldız olsam, beni de izlesinler, takip etsinler, merak etsinler’ diye içinden heveslenirdi. Bahis konusu olanlar önemli çünkü. Televizyonlarda, büyük bir ilgiyle izliyorduk. Özellikle ödül törenlerinde hangi tasarımcının elbisesini giydiğini merak ediyorduk. Renkli televizyon yokken programcılar ayrıntılı tasvir ediyorlardı bunları.
Gel zaman git zaman biz de demokrasiye vardık. Yanında bir de hayal edemeyeceğimiz teknoloji geldi. Haydaaa, şimdi herkes görüş sahibi olmuş, devlet baskısı yok, istihbarat artık anlatılan bir fıkra yüzünden nezarete götürmüyor, çok partili sistem, çok taraftarlı sistem, herkes siyaset tenkidini yapar, tahlil yapar, herkes müzik, film, edebiyat eleştirmeni kesilmesin mi? Edebiyat eleştirmeni olmak için tabii kitap okumak şart değil, özetten veya okuyanın fikrinden istifade ederek yorumlar yağdırıyor. Bir çay sohbetinde bir yazar veya eser hakkında üç beş kelime duydu mu, haaa yeter, anlatan abinin /ablanın bir bildiği var, hemen hüküm veriyor. Zeki insanız biz ya, kitap okumaya mı vakit harcansın. İki kelimeden anlaşılır. Bir de eskiden olduğu gibi değil. Demokrasi geldi. Hani, o yıldızlardan biri, şarkıcı mı olacak futbolcu mu şu an hatırlamıyorum, Rene Decartes ‘düşünüyorum öyleyse varım’ demedi mi. Erkek miydi, hatun muydu acaba? Yooo bir Dünya Güzeli yarışmasında birinci olan, yarışma sonrası mutluluğunu ifade ederken gözü yaşlı bu sözü söylemiş olacak, yakışır.
Neyse, hepimiz düşünüyoruz, hepimizin söz hakkı var, demek hepimiz varız, hepimiz yıldızız. Of be dünya varmış! Bir de marifetli cihazlar ortaya çıktı, tak diye düşüncelerimizi, hayatlarımızı paylaşıyoruz. Anında. Varlığımızı paylaşıyoruz, madem sosyal medya diye bildiğiniz nimette beğenenlerimiz oluyor, önemli imişiz! Vay beee! Devlet, devletimizin istihbaratı ne kadar takip edebiliyorsa bilemiyorum, artık o önemli değil, biz bu cihazlarla bir adım öteye geçtik, küresel düzeyde takip ediliyoruz. Google efendi bize yer yer nereleri gezip tozduğumuzu bildiriyor, bize bildiriyor yani, sanki sen bir önceki ay ne yaptın ne ettin diye unuttun ise, ben hatırlatayım der gibi. Cebimizdeki cihazlar sayesinde, hem istediğimiz kadar ücretsiz konuşabiliyor, mübarek fikirlerimizi tanıdığımız tanımadığımız insanlarla paylaşıyoruz, bir de takip ediliyoruz… Her nefesimiz kaydoluyor ya, az değil! Eskiden sadece Ledy Di bu şerefe nailmiş, şimdi hepimiz…
Eh, paparazzi denen fotografçılar pek peşimizden koşmasa da, kendi kendimize paparazzilik yapıyoruz. Na-münasebetsiz suratlarımızın selfileri, kendin pişir kendi ye misali. Yatak odasında eşinle tartışmaların bile kaydoluyor. Eskiden bir ordu gazeteci, kameraman, muhabir, istihbaratçının yaptığı işi bizzat kendimiz yapabiliyoruz, önemliyiz, yıldızız çünkü. Dinleme tesisleri her tarafımızı kuşatmış, yerli yersiz, yabancı, beynelmilel… Ne istersen var, kendi aralarında bizi kendilerine çekmek için kapışıp duruyorlar… bize iyilik yapmak için, bizimle ilgilenmek için… hani, o telefon güzel bir şekilde ısındığında, üstüne yumurta kırıp pişirebilirsin… yani ocak masraflarını da siliver, şarj bitiyorsa, Amasya’nın bardağı gibi power banklar var, harca şarj et… kime ne? Durmadan harca, durmadan şarj et! Sıcacık marifetli telefon kalorifer yerine de kullanılabilir, cebini güzelce ısıtabilir, daha yararlı. Hep güzelim dinleme tesisleri sayesinde. İşte bu nimetlerle şereflenmişiz ya, biz yıldızlar. Yıldız grupları. Yıldız kümeleri. Of, bu “küme” kelimesi çok Türkçe, sonuna bir “s” eklesek, Levi’s gibi olsun, Son’s gibi çınlasın, bir İngilizce tınısı versek, ne dersiniz? Yıldız küme’sleri! Vay be, mutluluktan uçasım geliyor, fakat kanatlarımın performansı yok, ben bir retro modelim. Uçmasam da bir sevinç çığlığı atayım, şöyle yıldız kümesleri sakinlerine uygun bir şekilde: ‘Ko-ko-Daaaaaaaaaaaaaaaa!