Bosna’da savaşında yaşananlar şayet Amerikan İç Savaşı’nda yaşanmış olsaydı neler olmuş olurdu üzerine muhayyel bir okuma yapmak, birçok Batılının sorduğu “Sizin Bosna’da birbirinizle alıp veremediğiniz nedir” sorusuna anlamlı bir cevap olabilir.
Yaklaşık iki yıl önce, ziyaretimize gelen bir grup Amerikalı öğrenciye ülkemin karmaşık siyasi sistemini izah etmeye uğraşıyordum. “Siyasi sisteminiz neden bu kadar karmaşık?”, “Siz ne diye birbirinizle geçinemiyorsunuz ki?” gibi sorulara muhatap oluyordum. Gerçekten de nüfusu üç milyonun altında olan bir ülkenin neden üç eş başkanı, 130’dan fazla bakanı, 14 parlamentosu, yüzlerce temsilcisi ve personeli olduğunu nasıl açıklarsınız ki? Aklıma beklenmedik bir çözüm geliverdi o anda: Bosna’yı Amerikan tarihine dair muhayyel bir okuma üzerinden açıklamak. Sonuçta, bu karmaşık sistemi üreten Dayton Barış Anlaşması, ABD’nin baş müzakerecisi Richard Holbrooke’un mirasıydı.
Dayton Barış Anlaşması bir dizi ödünleşimden oluşuyor. Bosna bölünmedi ama büyük ölçüde ademi merkeziyetçi olarak kaldı. Ülke dış sınırlarını korudu ancak içeride zayıfladı.
1990’ların başında Boşnaklara uygulanan soykırım ile Amerikan İç Savaşı arasında çok fazla fark olmasına rağmen bir fikir jimnastiğiyle devam edelim. 1861’de Abraham Lincoln ayrılıkçılık hareketlerine karşı mücadele verirken, Kaliforniya ve Batı Kıyısı’ndaki diğer eyaletler de kısa bir süre sonra kendi ayrılıkçılık hareketlerini başlattılar. Lincoln mücadelesine her iki isyanı da bastırabilmek için devam etti. Birlik Ordusu’nun silahlandırılmasıyla savaş tırmanmasın diye dış güçler tarafından silah ambargosu uygulandı. İki ordunun da tam olarak baskın çıkamadığı yahut tam olarak yenilmediği kanlı bir savaş bir açmazla neticelendi. 1865’te Konfederasyon güçleri Amerikan İç Savaşı’nda yenilmedi. Kuzey Amerika’nın istikrarı konusunda endişe duyan bir dış güç, barışa giden yolun haritasını çiziyordu.
Tolstoy’un sözleriyle ifade etmek gerekirse, Bosna’daki her millet kendine has bir tarzda mutsuz.
Abraham Lincoln, temel olarak, General Robert E. Lee ve Batılı ayrılıkçılarla gevşek bir şekilde tanımlanmış bir iktidar paylaşımında bulunacağı federatif bir yapıya razı olmaya zorlanmış oldu. Kuzey’in Güneylilerden veya Batılılardan sayıca fazla olmamasını sağlamak için, sâbık ayrılıkçılar ABD’nin iç ve dış politikasında veto gücü elde ettiler. Lincoln, Lee ve Batı’nın lideri eş başkan oldular. Askeri açmaz, yeni Anayasa dahilinde son derece karmaşık bir denetim, denge ve veto ağının içine monte edildi. Bu siyasi sistem ise ayrımcılıkla malul.
Şimdi yaklaşık yüz yıl ileri, 1954’e saralım filmi. Yüksek Mahkeme’nin Brown’a karşı Eğitim Kurulu kararını takiben, General Lee’nin siyasi mirasçıları, kararın bağlayıcı olmadığını ve buna saygı gösterme niyetlerinin olmadığını açıkça beyan ettiler. Başkan Dwight Eisenhower’ın 101. Hava İndirme Tümeni’ni Little Rock, Arkansas’ya yerleştirme girişimi, sâbık ayrılıkçılar tarafından veto edildi. Brown’a karşı Eğitim Kurulu kararı kâğıt üstünde var; ama tatbik edilemiyor.
Bu gerçeklere aykırı muhayyel tarih okumasında, Lincoln iki ayrılık hareketiyle aynı anda savaşmak zorunda kaldı, ardından Philadelphia’daki Anayasa Konvansiyonu olmaksızın Konfederasyon Maddelerine mahkûm oldu ve bu ayrılıkçı liderler Amerika Birleşik Devleti’nde veto yetkisi kullanabilir hale geldiler. Böyle bir durumda Amerika ne hale gelmiş olurdu?
Bu fikir jimnastiği Bosna’da bizatihi gerçekleşmiştir. Yugoslav veraset savaşları, çok etnik yapılı sosyalist ülkenin dağılmasıyla 1991 yılında başladı. Sırbistan’ın otokratı Slobodan Miloşeviç, Yugoslavya’nın halef devletleri olan Slovenya, Hırvatistan ve Bosna’ya karşı yayılmacı savaşlar başlattı. Etnik yapısı itibariyle Miloşeviç’in vekil güçlerine en elverişli zemini sunan Bosna olduğu için en şiddetli savaş burada yaşandı. Birleşmiş Milletler (BM), silah ambargosu uygulayarak Bosna’nın meşru müdafaa hakkını etkili bir şekilde engelledi. Soykırım mahiyetinde yaşanan şiddet, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da vuku bulan en büyük toplu katliamla sonuçlandı. Srebrenitsa’nın ardından, Clinton yönetimi, Bosna’da üç buçuk yıldır süren savaşı sona erdirmek için yeni bir strateji başlattı.
Richard Holbrooke Ohio, Dayton’daki bir hava kuvvetleri üssünde üç hafta süren yoğun görüşmelerden bir barış anlaşması kotarmaya muvaffak oldu. Bu Ortabatı şehri böylece, savaş sonrası Bosna’sının siyasi yapısı haline gelen karmaşık bir iktidar paylaşımı sistemiyle anılır oldu.
Dayton Barış Anlaşması bir dizi ödünleşimden oluşuyor. Bosna bölünmedi ama büyük ölçüde ademi merkeziyetçi olarak kaldı. Ülke dış sınırlarını korudu ancak içeride zayıfladı. Sırp ve Hırvat ayrılıkçılık hareketleri bağımsızlığa kavuşamadı. Bosna’da kalmanın tazminatı olarak, Sırplar ve Hırvatlar karar alma süreçlerinde veto hakkı elde ettiler. Veto hakkı -yahut veto tehdidi diyelim- yirmi beş yıldır kötüye kullanılmakta ve aynı sistem üzere seneler geçip duruyor. Bu karmaşık sistem, yalnızca ortak paydası en küçük olan kararların alınabilmesine imkan veriyor.
Farklılıklara rağmen paralellikleri izah edelim şimdi. Aliya İzetbegoviç, Abraham Lincoln’dü. Bosna Ordusu, Birlik Ordusu’ydu. Republika Srpska [Sırp Cumhuriyeti] Konfederasyon idi, ancak şu farkla ki Republika Srpska ayrılıktan önce var olan bir devlet değildi. Republika Srpska’nın ayrılması ve soykırım kampanyası eşzamanlı olarak ilerledi. Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç, Robert E. Lee’nin onunla kıyaslanamayacak kadar acımasız versiyonlarıydı. Bosnalı Sırp Ordusu, Konfederasyon güçlerinin onunla kıyaslanamayacak kadar habis versiyonuydu. Hırvat ayrılıkçılara liderlik eden Mate Boban, esasen Batı Kıyısı’ndaki bir General Lee idi. Bugünkü Dayton Barış Anlaşması, 1890 dolaylarında Konfederasyon Maddeleri’nin üstüne yerleşik bir veto hakkının gelmiş olmasına benzer bir şey. Bosna Anayasal Konvansiyonuna devam edemiyor çünkü Lee’nin siyasi mirasçıları herhangi bir ilerleme hamlesine hemen taş koyuyorlar. “Siz ne diye birbirinizle geçinemiyorsunuz ki?”
Şimdi de 1954’e gelelim. Bosna Anayasa Mahkemesi’nin soykırım projesinin başlamasının yıldönümünün kutlanmasının hukuka aykırı olduğu şeklindeki 2019 kararı görmezden geliniyor. 9 Ocak “kutlamaları” devam ediyor. Peki, devlet neden en yüksek mahkemesinin kararını uygulayamıyor? İki sebepten dolayı: 1950’li yılların ABD’sinin aksine, (i) ne bir Dwight Eisenhower var, (ii) ne de Eisenhower’ın emriyle kararı zorla tatbik ettirecek bir 101. Hava İndirme Tümeni. Hem ABD hem de Bosna tarihinin gösterdiği gibi, müterakkî mahkeme kararları kendi kendilerini uygulamaya koyamıyorlar. 1950’lerin sonunda Little Rock, Arkansas’daki durumla 2019’un Bosna’sındaki durum bu açıdan çok benzer.
Bununla birlikte Dayton Barış Anlaşması, Avrupalı arabulucuların kulağa kibar gelen bir ademi merkeziyetçilik dili içine gizlenmiş Bosna’yı bölme önerileriyle karşılaştırıldığında 1995’te olabilecek en iyi barış anlaşmasıydı. Dayton’ın getirdiği şey barış ve ülkenin şiddet sarmalına yeniden saplanmamasına yönelik Amerikan askeri ve mali taahhüdü oldu. Savaşın bitmesi 1990’ların en revaçta metası iken, yapılan barış anlaşması artık yetersiz görülmeye başladı. Büyük bir değişiklik gerekli olmakla birlikte böyle bir değişiklik yapmak imkânsız duruyor. Karmaşık güç paylaşımının tesis ettiği şişmiş bürokrasi, bu Balkan ülkesinin kaynaklarını tüketiyor. Finansal yatırıma köstek olan karmakarışık prosedürler söz konusu. Yönetişimin pek çok düzeyi, gemi azıya almış bir yolsuzluğa zemin hazırlıyor.
Tolstoy’un sözleriyle ifade etmek gerekirse, Bosna’daki her millet kendine has bir tarzda mutsuz. Boşnaklar güçlü bir devlet elde edemediler; merkezi olarak zayıf, çok katmanlı bir devletle yetinmek zorunda kaldılar. Sırplar ve Hırvatlar ise ayrılıkçı hedeflerine ulaşamadılar ve savaş sonrası Bosna’sında özerklik ve veto hakkına razı olmak zorunda kaldılar.
Dayton Anlaşmasının revize edilmesi daha önce de teklif edildi, ancak bu teklifler herhangi bir işe yaramadı. Barış anlaşmasına ön ayak olmak için ağırlığını en çok koyan güç olan ABD, son on yılda kendisini büyük ölçüde Balkanlar’dan uzaklaştırdı. Avrupa Birliği (AB) ise böylesine karmaşık bir sorunu çözme kararlılığından yoksun. Rusya’nın Avrupa’ya dönüşü, mevcut anlaşmanın yeniden müzakere edilmesinin Kasım 1995’tekinden çok daha karmaşık bir durum teşkil edeceğini gösteriyor. Son olarak, tüm siyasi liderlerin Dayton’a yapılacak büyük revizyonlardan memnun kalacakları ise şüpheli. Dayton Anlaşmasının revize edilmesi, Rumsfeld’in “bilinen bilinmeyenleri” tarzında bir şeyle sonuçlanacaktır. Neticede yeni bir donmuş çatışma şekillenmekte.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[Dr. Hamza Karçiç Saraybosna Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesidir]
AA