Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, yeni tip coronavirüs (Covid-19) salgını sürecinin küresel sistemin, bağışıklık sisteminin ne kadar zayıf olduğunu ortaya çıkarttığını belirterek, “Adeta 2-2,5 aydır dünya sistemi kilitlendi. Bu küresel düzenin ne kadar büyük zaaflarla malul olduğunu bir kez daha gördük.” dedi.
Yunus Emre Enstitüsünce (YEE) Youtube üzerinden düzenlenen “Yeniden düşünmek, yeniden yorumlamak” programına konuk olan Kalın, YEE Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş’in sorularını yanıtladı.
“Refik olma ve can olarak görme açısından Türkiye’nin son dönemde bu salgınla beraber yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine Kalın, Türkiye’nin bu süreçte sağlık altyapısına yapılan yatırımlarla sağlık çalışanlarının özverili gayretleriyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğiyle ve vatandaşların tedbirleri sahiplenmesiyle iyi bir süreci yönettiğini anlattı.
Kalın, ekonomisi daha büyük, bilim, sanayi ve teknoloji altyapısı daha güçlü olan ülkelerin salgın döneminde büyük zorluklarla karşı karşıya kaldıklarını belirtti.
Türkiye’nin günlük test sayısında 40 bin gibi ciddi bir rakama yaklaştığına işaret eden Kalın, şu değerlendirmede bulundu:
“Dünyanın değişik ülkeleri de kendi imkan ve kabiliyetleri ölçüsünde testler yapıyorlar ama her gün test edilen sadece bedenlerimiz, vücudumuzdaki virüs, bakteri değil, aslında ruhlarımız, vicdanımız, ahlakımız test ediliyor. Bu süreç küresel sistemin, bağışıklık sisteminin ne kadar zayıf olduğunu ortaya çıkarttı. Adeta 2-2,5 aydır dünya sistemi kilitlendi. Bu küresel düzenin ne kadar büyük zaaflarla malul olduğunu bir kez daha gördük. O yüzden de Cumhurbaşkanımız her seferinde ‘Dünya beşten büyüktür.’ derken tam da işte buna işaret ediyordu. Herkesin adil ve eşit bir şekilde dünyanın imkanlarından, zenginliklerinden, biliminden, ilacından, teknolojisinden istifade edebildiği bir dünya. Bu dönemde bu değerleri yeniden hatırlamak ayrıca önem arz ediyor.”
“İlkemiz, insanlık ölmesin ki insanlar ölmesin”
Bu dönemde ihtiyaç sahiplerine ve başka ülkelere yardım gönderildiği zaman öncelikler listesinin nasıl şekillendiğini gördüklerini dile getiren Kalın, insani ve vicdani duyguların test edildiği bir dönemden geçildiğinin altını çizdi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Türkiye’nin bu süreçte Filistin’den Somali’ye, İtalya’dan İspanya’ya ve ABD’ye kadar dünyanın değişik ülkelerine kimi hibe kimi kendi satın almaları şeklinde tıbbi malzeme gönderdiği, yardım yaptığını anımsatarak, şöyle devam etti:
“Bu dönemde bunun bizim insanlığımızı yücelttiğini, derinleştirdiğini düşünüyorum. Zaman zaman bazı eleştiriler de geldi, ‘Bizim ihtiyacımız varken niye dışarıya yardım yapılıyor?’ gibi. Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere Türkiye bu konularda hep dikkatli davranmıştır. Önce kendi vatandaşlarımızın ihtiyaçları karşılanmış ama ondan sonra da mutlaka ihtiyaç sahiplerine gerekli yardımlar yapılmıştır. Çünkü bizim ilkemiz insanlık ölmesin ki insanlar ölmesin. Özellikle böyle bir dönemde insanların ihtiyaç duyduğu hayat ve can kurtaran malzemeleri mümkünse paylaşmak gerekir. Çünkü özünde ihtiyaç sahibine yardım ettiğimizde bir başkasına değil, kendimize yardım ederiz. Çünkü verdiğimiz her şey bizi çoğaltır. Bizi biraz daha ‘Biz’ yapar, büyütür, o halkayı genişletir. Yani dostları, arkadaşları, yoldaşları arttırır. Yolu kolay, anlamlı, keyifli ve zevkli kılan da o dostlarla arkadaşlarla yoldaşlarla refiklerle birlikte yapılan yolculuktur.”
“Senteze ulaşmayan hiçbir analiz tam değildir”
Batı felsefesine düşüncesine değinen Kalın, analitik düşünce meselesinin modern düşüncenin en temel ayırt edici unsurlarından biri olarak takdim edildiği için önemli olduğunu belirterek, “bir şeyi analiz etmek” demenin onu parçalarına ayırmak, en ince kurucu unsurlarına kadar mimarisini, mekanizmasını ortaya çıkarmak olduğunu ifade etti.
Bunun özellikle modern tabiat bilimlerinin çok başarılı olduğu bir alan olduğunu aktaran Kalın, şöyle konuştu:
“İnsanların hayatını kolaylaştıran birçok oluşlar, keşifler bu sayede yapılmıştır. Bugün de hala hayatımızın önemli bir kısmını oluşturuyor. Sadece tabiat bilimlerinde ya da teknolojik, sınai ürünlerde değil, siyasette de uluslararası ilişkilerde de bizim sıkça kullandığımız bir şeydir. Bunda bir doğruluk payı var ama şu gerçeği görmemiz lazım, senteze ulaşmayan hiçbir analiz tam değildir eksiktir. Bizi tekrar senteze götürmeyen, o parçaları ortaya koyduktan sonra tekrar o parçaları derleyip, toparlayıp bir bütünlüğe ulaştırmayan düşünce tarzı her zaman eksik kalmaya mahkumdur. O fotoğrafın tamamını bir bütün olarak algılayabilmemiz için onun milimetrik karelerini, piksellerindeki tek tek renkleri, dokuları malzemeleri analiz ettikten sonra o bütünlüğün ne anlam ifade ettiğine dair de bir tasavvurumuzun olması gerek.”
“Sentez yoksa analiz bizi parçaların içinde bırakır, oralarda kayboluruz. Tekrar senteze dönmek zorundayız.” diyen Kalın, şunları kaydetti:
“Bir konuya nüfuz etmek, derinliğine analiz edebilmek, anlayabilmek ancak böyle bir sentez perspektifiyle mümkündür. Entellektüel sığlık ve kültürel vasatlık maalesef bu tür derinlikli analiz ve sentez süreçlerini işlevsiz hale getirmiş durumda. Şu anda çabuk netice alabileceğimiz, hızlıca üretip bir gün içinde sonuç alacağımız işler kabul ediliyor. Hatta öyle ki anlık üretim ve tüketim çağında olduğumuz için bu inanılmaz haber bombardımanında, sosyal medya ortamlarında anlık şöhretler, parlamalar, yükselişler kendi başına bir değer, kıymet olarak maalesef algılanır hale gelmiş durumda. Halbuki bu derinlikli düşünce olmadan bizim bir yola çıkmamız, yolda mesafe almamız, yolda kalmamız da mümkün değil.”
“Bugün kültürün çok daha sanal, elastik, plastik, yüzeysel hale geldiğini görüyoruz”
Analitik ve özellikle kartezyen düşüncenin 17. yüzyıldan beri Batı düşüncesinde, matematik ve fizik bilimlerinde çok etkili olduğunu, bugün de kıymetinin yadsınmadığını anlatan Kalın, “Fakat sadece analiz üzerine kurulu bir düşünme şeklinin bizi iyiye, doğruya ve güzele ulaştıramayacağını da açık bir şekilde görmemiz lazım. Bu çağın hakim değerleri nedir? Fayda, kar, verimlilik, rakamlar, niceliksel büyüme, kalkınma gibi değerler. Bunlar hep analitik düşüncenin pragmatizmle iç içe geçmiş düşünce ürünleridir. Bunun yanında iyi, doğru, güzel, insan, vicdan, ahlak gibi temel değerler ve bunlarla bağlantılı olarak ortaya çıkan sanat, akıl, kültür gibi varlıkların veyahut ürünlerin bizatihi anlamlı olduğunu unutur hale geldik. Pragmatizm varlıkların anlamını onların fayda değerine indirgediği için büyük bir metafizik sapmadır. Bugün de biz hepimiz bu pratiğin içindeyiz. Sözel olarak böyle olmadığın ifade etsek bile yaşadığımız pratik maalesef bizi bunlara mecbur ediyor.” şeklinde konuştu.
Kalın, kültür kavramının ve kültürel sömürgeciliğin tarihinden bahsederek, “Bugün baktığımızda kültürün çok daha sanal, elastik, plastik, yüzeysel hale geldiğini görüyoruz. Artık tamamen bir ekran ontolojisi üzerinden hayatını tanzim etmeye çalışan kitlelerle karşı karşıyayız. Bir ekrana bakmadığı zaman, bir iPad’e, telefona vesaire bunun gerçeklikle olan ilişkisinin birincil ya da en önemli biçimi modelitesi olduğuna daha fazla inanan nesiller geliyor. Bu ise kültürel, otantik, sahici, gerçek, zamana, mekana, toprağa, havaya, suya dokunan yapısını büyük oranda aşındırıyor. Kültür artık daha fazla üretilen, tüketilen bir emtia haline geliyor. Bugün, kültür diye anlatılan, pazarlanan şey sinema, müzik, Hollywood, reklamcılık üzerinden vesaire aslında çok suni bir şekilde üretilen ve kar amaçlı tüketilen bir mal, ürün haline gelmiştir.” değerlendirmesinde bulundu.
”Oksidentalizm ve oryantalizm birbirini besleyen iki tuzak”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “oksidentalizmin oryantalizm kadar tehlikeli olduğu” yönündeki ifadelerinin hatırlatılması üzerine, “iki kavramın birbirini besleyen iki tuzak” olduğunu kaydetti.
Avrupalı akademisyenlerin doğu toplumlarını anlamak ve kontrol etmek için oryantalizm kavramını geliştirdiklerine değinen Kalın, metodolojik olarak oryantalizmin bu toplumlara kendi kültürlerinin, dillerinin, tarihlerinin değerinin olmadığını telkin ettiğini anlattı. Bunun yerine ikame edilecek yeni değerlerin mutlaka Batı’dan gelmesi gerektiği yönündeki kavramın Doğu toplumlarına yerleştirilmeye çalışıldığını ifade eden Kalın, Hint ve Yunan mitolojilerini örnek gösterdi.
Kalın, oryantalizmde Hint mitolojisi mistik, gizemli, akıl karşıtı ve akıl dışı şeklinde okunurken, Yunan mitolojisinin ise bilimsel ve rasyonel olduğu yönünde literatürler bulunduğuna dikkati çekti.
“Oryantalist zihin yapısı hala zihin kodlarımızda yaşamaya devam ediyor.” diyen Kalın, şöyle devam etti:
“Oryantalizmin alternatifi oksidentalizm olmamalı. Oryantalistlerin yaptığı metodolojik, zihinsel hataları alt alta koyup bunları Batı’ya uyarladığımızda da başka bir hatalar silsilesiyle karşı karşıya kalıyoruz. İki yanlış bir doğru etmiyor. Yani madem ‘Bunlar bize 200 yıldır böyle baktılar, bizi olduğumuzdan daha oryantal, mistik, aşağı gösterdiler, biz de aynısını Batı toplumlarına yapalım.’ dediğimizde büyük bir hatanın eşiğindesiniz demektir. Çünkü biz ‘Oryantalist bakış açısı hatalı.’ diyorsak aynı hataları Batı toplumları için yapmamalıyız. Bizim önce kendimizi anlayarak Batı’yı daha farklı gözle analiz etmemiz, derinliğine tahlil etmemiz, anlamına nüfuz etmeye çalışmamız gerekiyor. Bir tür entellektüel tembellikle genel geçer hükümler vermek, cümleler kurmak yerine gerçekten Batı toplumunun, tarihinin, düşüncesinin, metafiziğinin, bilim ve düşünce tarihinin derinliklerine inebilmeye gayret etmemiz gerekiyor.”
“Kendi elimizle ürettiğimiz mekanizmalar bizi kontrol eder hale geldi”
İbrahim Kalın, insanın her şeyi kontrol etme, mülk edinme, metaya çevirme duygusunun da çok güçlü olduğuna değindi.
“Havayı, suyu, her şeyi kontrol edeyim, benim emrime girsin.” güdüsünün, insanı kendine yabancılaştırdığını belirten Kalın, “Artık kendi elimizle ürettiğimiz mekanizmalar bizi kontrol eder hale geldi. Kurumlar, kuruluşlar, finans, piyasa, marketler, borsalar, dengeler, güvenlik sorunları hepsini alt alta koyduğunuzda insanın hayatını kolaylaştırması gereken bu yapının insanı kontrol etmeye başladığını görüyoruz.” dedi.
İnsanın kendi ürettiği esere yabancılaşmaya başlamasının “yıkıcı” sonuçları olacağına işaret eden Kalın, bunun için Mary Shelley’in yazdığı “Frankenstein” adlı romanı örnek gösterdi.
Bu romanda insanın kendi eliyle yarattığı yaratığın bir süre sonra yaratıcısını yok etmesinin anlatıldığını hatırlatan Kalın, burada asıl sorunun “sevgisizlik” olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:
“Biz de eşyaya böyle baktığımızda, sevdiğimiz, ünsiyet ile bağlandığımız, muhabbet duyarak bağlandığımız bir şeyden ziyade bir makine, meta, araç haline getirdiğimizde tabiat bize yabancılaşıyor, biz tabiata yabancılaşıyoruz. İçimizdeki kontrol duygusu giderek bizi kontrolden çıkarıyor, başka şeylerin kontrolüne sokuyor. Bir şeye sahip olmak ile bir şeye sahip çıkmak arasında çok önemli bir ayrım vardır, ince bir ayrım vardır. Bir şeye sahip olmaya çalışmak, yani onu kendi mülkünüz yapmaya çalışmak, kontrol duygusunun bir yansımasıdır. Sahip çıkmak ise onu koruyup kollamaktır. Ona tahakküm etmeden, onu kendi mülkünüz yapmaya çalışmadan ona sahip çıkmaktır. Bir annenin evladına sahip çıkması böyle bir şeydir, bir insanın sevdiğine, dostuna sahip çıkması böyle bir şeydir. Sahip olmaya çalışmadan sahip çıkmaya çalışmak… Bu ince ayrımı bugün yeniden hatırlamamız gerekiyor.”
“İyi yaşamaya devam ediyor”
Kalın, dünyanın bugün insanlık tarihinin görmediği kadar büyük bir krizle karşı karşıya olduğunu, zengin ve fakir arasındaki uçurumun büyüdüğünü, hayatı kolaylaştırması gereken teknolojik imkanların, kitle imha silahı olarak insanlara “kan kusturabildiğini” dile getirdi.
Bunların insanları karamsarlık ya da kötümserliğe götürmemesi gerektiğini, çıkış yolunun hep olacağını belirten Kalın, iyinin mutlaka kötüyü yeneceğine inandığını söyledi.
Kötünün zaman zaman cezasız kaldığına da şahit olduğunu ifade eden Kalın, şöyle konuştu:
“Ama bütün bu yıkım içerisinde muazzam güzelliklerin yaşandığını, iyinin yaşamaya devam ettiğini de biliyoruz, görüyoruz. Aklımıza, duygumuza, vicdanımıza dokunan güzellikleri görüyoruz. Bunları çoğaltarak başlayacağız biz buna. Biz mazlumun, mağdurun sesi olacağız. Onlara sahip çıkacağız. Onlara sahip çıktığımızda kendimize sahip çıkıyoruz, Kendi insanlığımıza sahip çıkıyoruz, birisine bir şey vermiyoruz kendimize iyilik yapıyoruz. O yaptığımız iyilik kendimize yaptığımız iyilik. Bunları çoğalttığımız oranda bu sakillikleri, yüzeysellikleri, kötücül eğilimleri aşabileceğimize inanıyorum. O manada kötümser değilim.”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, her isteği yerine gelse üç isteğinin ne olacağı yönündeki soruya da genelde bu tür sorulara yanıt vermenin kendisini çok zorladığını anlattı. Kitabı ve sazından başlayarak listenin bir anda büyüdüğünü dile getiren Kalın, “Bu nedenle ben iyi, güzel ve doğru olanı hayatımıza daha fazla hakim kılacak işleri yapmayı Cenab-ı Hak hepimize nasip etsin diyorum.” dedi.