Çocukluğumuzun unutulmaz en güzel anılarından kış. Gece boyunca karın yağmasına ve sabah kalktığımızda bir gelin edasıyla güzelliğini sergileyen karın görkemli duruşuna, birbirine değmeden eriyen kar taneciklerine şahit olurduk. Gözümüzü alabildiğince uzaklara çevirdiğimizde ince bir tül gibi görünürdü Şar dağları. Bu manzarayı izlemek oldukça keyifliydi.
Meryem Murat Yazdı…
Her seferinde kar çok fazla yağardı. Öyle ki, sabahın yedisinde evlerden okula gitmek için çıktığımızda dizlerimize kadar kara gömülür, ayaza aldırış etmeden yola koyulur, kar sebebiyle kapanan yolları kendimiz temizler, öylece okulun yolunu tutardık. Bu eylem bizim için eziyetten çok keyif abidesiydi.
Öğlene kadar devam eden derslerin ardından soluğu mahallede alan bizler için eğlence akşama kadar kendini gösterirdi. Arada uzaktan gelen köpek seslerinin verdiği ürperti ile saklanma gereği duyar, çok geçmeden eğlencemiz kaldığı yerden devam ederdi.
Mahallenin ağabeyi sayılan Enes, abilik görevi gereğince kızakları olanları sıraya dizer, olmayanlara poşet takviyesi ile kayma serüvenini başlatmış olurdu.
Bir keresinde hepimizden güzel kaydığını iddia eden ve bunu gösterme girişiminde bulunan Bünyamin, hiçbir destek almadan ayakları üstünde tek başına kayma cesaretinde bulunmuş, buzda adeta dans edercesine performans sergilemişti. O sırada mahalledeki tüm çocuklar etrafını çevirmiş, bir yandan kahkahalarla ona kartopu fırlatıyorlar, bir taraftan da Bünyamin’in performansını alkışlıyorlardı.
İtiraf etmeliyim ki o günlerde en çok üşüyen yerimiz ayaklarımızdı. Kendi çocuk aklımızla ayaklarımız ıslanmasın diye bulduğumuz yöntemi (botun içine naylon giymek) kullanır, ıslanmayı engellemeye çalışırdık.
Güle oynaya akşama kadar süren eğlencenin heyecanı, akşam ezanın okunmasıyla birlikte son bulurdu. Tüm gün soğuktan elimiz yüzümüz kızarmış, yorgun düşmüş olurduk. Eve geldiğimizde annelerimizin sinirli bakışlarıyla karşılaştığımızda ise kaçacak bir yerimiz yoktu; çünkü kış aylarında soba yanmayan diğer tüm odaların soğuk olmasından ötürü ev ahalisi aynı odada toplanmış olurdu.
Mahallenin tüm evlerinde soba yanar, üstünde demlenmeye bırakılmış çay ve fırında mideye inmek için bekleyen patates… Patates yerine bazen kabak, bazen mısır olurdu. Ha bir de tereyağlı ekmek, ekmek üstüne “vegeta” (Balkanlarda kullanılan bir baharat) serptik mi tadından yenmezdi. Evin reisi tarafından sobanın üstüne portakal kabuğu konması, eskiye dair bilinen en hoş hatıralarından biriydi. Portakal kabuğu usul usul yanarken, odaya mis gibi aroma kokusu yayılır ve kışın tadına öylece varılırdı. İnanışa göre bu koku gribi engelleyen türdendi.
Bazen sedir üstünde uzanmış, bazen de yanbuli (pelüş battaniye) altında yatan dedelerimizin “Kalk, sobaya odun at!”, komutları ile odanın sıcaklığı artırılır ve buğulanan camlara kalpler çizilerek, sokaktaki eğlence çocuklar tarafından eve taşınmış olurdu.
Akşamları ninelerin vakti kıymetlendirmek adına yaptıkları el işi oyaları, annelerin odanın bir ucundan bir ucuna astıkları çamaşırların görüntüsü, erkeklerin aynı odada toplanıp anlattıkları/yaptıkları futbol maceraları, geceleri uyurken sarı yorganı üstüne çekip kardeşini açık bırakan Asiye’nin kavgası ve Yunus’un geceleri soğuktan tuvalet ihtiyacını giderememesinin şikâyeti, Balkanlarda kışın varlığını tasdikleyen hadiselerdi.
Elektriklerin kesilmesi de cabasıydı. Soğuğa dayanamayan çeşmelerin donması ve karın çokluğundan ötürü elektrik direklerindeki tellerin karı taşıyamamasına hâlâ çözüm üretilmiş değil ne yazık ki… Oysa şaire sorsak: “Telgrafın tellerine bir tek kuşlar konmalıydı”.
Reçan ismiyle bilinen köy kestane ağaçları ile meşhurdu. Akrabalarımızı ziyaret amacıyla her gittiğimizde, kaynatılmış kestaneler ipe dizilir kız çocuklarının boynuna kolye diye takılırdı. Kız çocuklarının bu ince düşünülmüş hediye karşısındaki nazlı edasına diyecek bulunmazdı.
Bir de kışları Mavrova’ya düzenlenen okul gezisi her çocuğun anı dünyasında mihenk taşıdır. Sırf bu gezi yolculuğunda öğrenciler tarafından şoför amcalarına yazdıkları şarkılar bile vardır.
Hülasa dışarısı kar buzken, içerisi sıcacık huzurdu. İnsanlar bir bardak çayın yanında iki çift güzel sözden başka bir şeye ihtiyaç duymazdı. O yüzden soba, portakal, patates deyip geçmeyin. Modern insan için bunlar birer nostaljik objeden başka bir mana barındırmaz.
Bununla birlikte insanlar zamanın huzur dolu anlarından faydalanmayı bıraktı. Hep eksik hissetmemizin sebebi de bundan…