Şubat ayı nedense tiyatro sanatını bana çağrıştırır. Kış mevsiminin ortasında böyle bir çağrışım nasıl olabilir düşünenlere, bu mevsimde en çok Tiyatro sanatı izlenir desem yanlış yapmıyorumdur. Doğrudur, Kış mevsimi bir zamanlar Tiyatro izleme mevsimiydi. Sıcacık salonlarda, sanata değer veren eserleri ve bu eserler içindeki şahısları canlandıran oyuncuları görmek sanatseverler için özel bir duygu olsa gerek…
Çocukluğumda evimizde hep tiyatro sanatı konuşmalarını duyardım. Tiyatrocu baba olduktan sonra, tiyatro konuşmalarının ortamında bulunmak en normali bence…
Üsküp Türk Tiyatrosu 1950’lerin başında kurulmuş, etrafına o dönemin aydınlarını toplayarak, tiyatro sanatseverlerine en iyi biçimde sanatı sevdirmek amacıyla kollarını sıvamış, ilk perdenin açılışına heves sarmış… Türk Tiyatro sahnesinin açılışından yıllar sonraki çocukluğum tiyatro etrafında, tiyatro salonunda, geçtiğini anımsarken, nasıl da eğlenceli, mutlu yaşantımın olduğunu ve bu günlerimin özlemini çektiğimi anlatmak geliyor içimden. Diyorum, Halklar Tiyatrosunun etrafında, salonunda geçen çocukluğum esnasında bir defa da sahnede oyunda rol aldım, ancak oyuncu olmaya hevesim olmadığından bir daha da sahnede kendimi bulamadım…
Çocukluğum, Saat Kulesi, Sultan Murat Cami avlusundaki’ İRFAN’ okulunda geçti. İlkokulumu sözünü ettiğim okulda geçirdim. Okulumuza varmak için yokuşu çıkmak gerekiyordu. Yokuş günümüzde de var, şimdilerde bu yokuşu çıkmak için merdivenler yapılmış. Benim çocukluk dönemimde böylesi merdiven yoktu. Sonbahar ve İlkbahar mevsimlerinde yokuşu hissetmeden çıkardık, ancak kış aylarında zorluklar peş peşeydi. Valla zar zor çıkardık yokuşu, hele inişi düşe kalka olurdu. Benden küçük kız kardeşim Semiha bu yokuşu inmekte çözümü bulmuştu, okul çantasını kayak yaparak iniyordu. Eve gelince de çantasını sobada kuruturdu. Bense böyle bir şey yapamazdım, canım çok kıymetliydi, yokuşu inmemek için daha uzak yolu seçip eve gelirdim. Böylece kış mevsimindeki okul çalışmalarımız yokuşumuzu düşe kalka inip, çıkmakla geçerdi. Ancak evimize vardığımızda sıcacık odamızda derslerimiz başlar başlamaz, hemen okulda ki anılarımızı anlatırdık. Ne hikmetti ki, okulda öğretmenim bana hep tiyatro sanatıyla ilgili soruları sorardı. Okuma yazmayı çözdüğümde de rol çalışmalarında Babama yardımcı olurdum…
Öğlen yemeğimize babamızın gelmesini beklerdik, onsuz soframız kurulmazdı bile. Derken Tiyatroda yeni oyunlar hazırlıkları olduğunda provalar uzun sürer, babamızın geç geldiğinde geç yerdik. Şimdiki çocuklara bir bakıyorum, kimseyi beklemeden yemeklerine başlıyorlar. Geçenlerde ünlü çocuk psikiyatristi Üstün Dökmen’in konuşmasını bir TV programında izledim, Anne babalara şöyle hitap etti: ‘Anne Babalar, ne olursunuz evlatlarınızı rahat bırakın, çocuklu dönemini istedikleri gibi yaşasınlar, dersleriyle ilgili de çok soru sormayın’, diyordu… Doğru mu bu, düşündüm, bizim çocukluğumuz döneminde büyüklerimize saygıda kusur etmedik, sorulara da hep yanıt verdik, oyunlarımızı da anne babalarımızın izniyle yapardık-,Biz çocukluğumuzda Anne – babaların sözünden çıkmazdık, günümüzde ise Anne-Babalar çocuklarının sözünden çıkmıyor… Zamane çocukları hep diyoruz ya… Azıcık Tiyatro konusundan uzaklaştım ancak şunu demek isterdim ki, zamanlar değişince alışkanlıklar, itaatler de değişiyor. Bilmiyorum bizim dönemimizdeki çocukluk yoksa günümüzün teknolojinin ilerlediği çocukluk yaşantısı mı daha ilginç geçiyor?!
… Nerde kalmıştım, babamızın eve gelmesiyle yemeğimizi yerdik, sonrası da herkes kendi işine dalardı. Babam Tiyatrodaki çalışmasını eve de taşırdı. Yeni oyun hazırlığı varsa rolünü evde de çalışırdı. Bir alt bir üst kattaki odamız vardı. Üst kattaki odaya çekilirdi Babam ancak yanına beni de alırdı, -hadi kızım işe başlıyoruz- derdi. Tabii ki ben ailenin büyük çocuğu ve de harfleri yeni çözdüğüme göre, yardımcısı olurdum. Tıpış tıpış giderdim ardından ve babamın yanında ona yardımcı olmaktan mutluydum. Odaya çekildiğimizde babam, rolünü hazırlarken, ben de diğer rolleri okurdum. Oyun hazırlanırken diyalogların karşılıklı olması önemlidir. Öyle ki diyaloglarda, her oyuncu diğer oyuncunun son cümlesini bilmeli, oyunun başarı sırrı da buradan kaynaklanır… Böyle geçerdi her yeni oyun hazırlıkları. Babamla birlikte oyundaki rolleri hazırlarken ilkokuldan bağlanmıştım tiyatroya…
Üsküp Halklar Tiyatrosunun Binası, Bit Pazar’ın anlayacağınız şimdiki kadın pazarının bulunduğu alandaydı. Öyle ki evimize çok yakındı ve hafta sonlarını Halklar Tiyatrosunun bahçesinde geçirirdim… Bazı akşamları, Türk Tiyatrosunun, oyuncuları, – Rahmetle andığım, Abduş Abi (Abdüş Hüseyin Tiyatronun ilk genel müdürü), Lütfi Seyfullah (Lolo Abi), Ramçe Abi (Ramadan Mahmut) , Musa Halim, Cayko Abi (sonraları Türkiye’ye göç ettiler), Cemail Maksut, evimize gelir burada Tiyatronun geleceği için daha güzel işlerin yapılmasını konuşurlardı. Ben de bir çocuk olarak bu sohbetlere hep kulak asardım. .. Sohbetler arasında bir defasında, Arnavut Dramının seyircisinin olmadığını duymuştum. Sözünü ettiğim Drama seyircinin getirilmesinde nasıl faaliyette bulunmalarına ilişkin hazırlıklar yapılmasını konuşuyorlardı. Sonradan anladım ki, Türk Dramı oyuncuları, Arnavut Oyunu esnasında seyircileri bulmakta çaba harcamışlar… Nerde o günler, bugün böyle beraberlik, birlik yerine sadece ve sadece ayrışmalara şahit oluyoruz nedense..
Böyle güzel sevgi dolu, tiyatro hevesiyle geçti çocukluğum. Sonraları, ‘TEFEYYÜZ’ sekiz yıllık okuluma geldiğimde derslerin artmasıyla, tiyatrodan azıcık uzaklaştımsa da evde babama yine de rol hazırlıklarında yardımcı olurdum. Anlayacağınız diyalog çalışmaları benle geçerdi. Hatırlıyorum çoğu kez soframız kurulmuş babamızın rolünü çalıştığı odadan gelmesini beklerdik. Çalışmasına dalmış, yemeği umurunda olmayan babamızı çağırmak gerekirdi, inanın ki bunu da ben yapardım, kimse onu çağırmaya cesaret edemezdi, Annem: -hadi Saadet iş sana düştü babanı yemeğe çağır sen onun rol arkadaşı olduğuna göre sana kızmaz- derdi. Gerçekten de babam benim kapıyı açtığımda, sofranın kurulduğunu anlar, hemen gelirdi, kızmazdı tabii ki…
Anımsadıklarım çocukluğum tiyatro sevdasıydı. Bugün Üsküp Türk Tiyatrosu 68. yıldönümünü kutluyor. Balkanlarda Türkiye Cumhuriyeti dışında ilk Türk Sahnesi kurulmuştu Üsküp’te. Büyük sevgi ve coşkuyla yaşatılan Türk sahnesi sonraları büyük zorluklarla karşılaştı maalesef. 196o,lardan sonra Türkiye’ye göçler başladı. Çocuktum henüz bu göçlerin nasıl da hüzünlü olduğunu anlayamazdım. Sadece Üsküp Tren İstasyonundaki kalabalıkları ve ağlamaları hatırlıyorum, en çok sevdiğim Amcamı, eşi Annemi gönderirken gördüğüm tabloyu bugün bile unutamıyorum…
…. Ne çok zaman geçmiş düşünüyorum. Çocukluğum sanki bir kuş gibi kanatlarını çırparak uçtu gitti. Anılarım Tiyatronun en verimli yıllarına ait, sonraları göçler başlayınca seyirci sorunu yaşandı. 1963 depremi Halklar Tiyatrosunun binasının yıkılışı nasıl da başarılı sahne yapıtlarına büyük engel olmuştu… Tüm bu zorlukları büyük hevesle aşan Tiyatro çalışanları sahne çalışmalarından asla vazgeçmediler. Geceli gündüzlü çalışmalarla varlıklarını Üsküp dışında da duyurmaya başardılar. .. Çocukluğumu geçirdiğim Türk Tiyatrosu günümüzde ne yazık ki sahnesiz kaldı. Geçen yazılarımdan birinde değinmiştim bu konuya. Ancak, siyasilerimizin konuyu gündeme getirmemeleri üzücü bir görüntüyü sergiliyor. Ne yazık ki, iktidarlar ve bu iktidarların içinde yer alan Türk Parti ve o partileri temsil eden siyasiler bu sorunu günümüze kadar bir türlü çözemediler… Şunu ortaya atmalıyım ki siyasiler anlaşılan Türk Tiyatrosuna yeni müdürleri seçmekle görevlerinin yaptıklarını düşünüyor ki Tiyatro Bina konusuna hiç değinmiyorlar…
Babamın oyuncu arkadaşlarıyla yapılan sohbetlerde, büyük bir hevesle kurulan tiyatronun ilk binasının inşaatına biliyor musunuz ki, tiyatrocular da elinden geleni yaptıklarını duyardım. Duyduklarım arasında Halklar Tiyatrosunun Genel Müdürü Abdüş Hüseyin, her iki Dramın (Türk ve Arnavut) oyuncularını toplar, inşaatın bir an önce bitmesi için onları da görevlendirirmiş. Böylece o dönemin her iki bölümün arasındaki birlik, beraberliğini birbirlerine yardımlaşmayı hep duyardım konuşmalarda. Demek ki hep birlikte beliren sorunları atlatmayı ortak çabadan ibaretmiş. Böyleymiş bir zamanlar Halklar Tiyatrosu…
Ne yazık ki bugün böyle beraberliği, birlikteliği göremiyoruz. Türk Tiyatrosu oyuncularına gelince, devamlı sahnelerinin olmamasına rağmen gözde oyunları sergilemeyi başarıyorlar. Öyle sıradan sahne başarısı değil de, kaydettikleri değerli sahne yapıtlarıyla Üsküp Tiyatro severleri dışındaki tiyatrocu ve tiyatro izleyicilerinin ilgisini çekmeye başarıyorlar. Bu yönde Üsküp Türk Tiyatro Oyuncularını kutlar ve ileride de sahne başarılarının devamını dilerim…
Bana gelince, ben bir tiyatrocu olamadım. Çocukluğumda bir oyunda rol aldıktan sonra bir daha da sahneye çıkamadım, çıkmak istemedim. Baban, kardeşin tiyatrocu olmuş hiç önemli değil, sanatçı olmak gelişi güzel olmuyor. İçindeki tiyatro sevda eğilimini ancak tiyatro yeteneğiyle başarılır, eğitimle ise bu içindeki cevheri daha da geliştirir insan. Ben tiyatro oyuncusu olamadım, , perdenin bu tarafından seyirciler arasında bir tiyatro eleştirmeni olmayı başardım. Böylece yine de tiyatroya bağlıydım hayatım boyunca…
…. Ve güzel yaşantım oldu. Tiyatro demek insanlarla kaynaşmak, onları sevmek, insanı insan olduğu için sevmek demektir. Bundan dolayıdır ki, tiyatrocu- sanatçı olmak gelişi güzel olunmaz, sahnede kendinizi bulmak yürek ister…