Balkan aşığı Türkiyeli yazar Fahri Tuna’nın TYB’de yayınlanan “Bulgaristan Göçmeni Ramazan Usta; Çalışmak İçin Yaratılmış Adam” başlıklı portre yazısını ilgilinize sunuyoruz.
Her insanın yeryüzüne bir misyonla, bir amaçla gönderildiğine inananlardanım ben. Altmış yıllık ömrümde bunun o kadar çok sağlamasını yaptım, örneğine şahit oldum ki. Bunun en tipik örneklerinden birisi de yirmi yıllık komşum Ramazan Can’dır. Namı diğer Ramazan Usta.
“Allah çalışana verir” atasözüne “tam inanmış mümin adam”dır o; hep çalışır, daima çalışır, durmadan çalışır.
89 göçmenidir: Bilenler bilir: Bulgaristan Devlet Başkanı Jivkov, 1980’lerin ortalarında zulmünü o kadar arttırmıştır ki, Müslüman Türklerin ne adını bırakmıştır oralarda, ne en temel hak olan inanç özgürlüklerini. 60 yıldır adı İsmail olana Dimitri, yetmiş yıldır adı Emine olana Elena adını vermiştir; demokrattır gerçekten komünist rejim; yüz binlerce Türk’ün eline Bulgar İsimler Sözlüğü’nü tutuşturmayı ve “gavur adını seçme özgürlüğünü” kullandırmayı da ihmal etmemiştir.
Ramazan Usta, hatırlamaz “gavurların ona verdiği gavur ismini”; “unuttum” der ne zaman sorulsa, “gelmez aklıma” der, bilinir ki Ramazan Usta bıçakla, çakıyla kazımıştır zihninden, ondan hatırlamaz (hatırlar da hatırlamak istemez) “acı hatırayı.”
Ramazan Usta, Kuzey Bulgaristan’ın Varna vilayetinin Pravadi kazasına bağlı Sarıkovanlık Köyünde doğup büyümüştür. Evlâd-ı Fâtihan’dandır; asırlarca evvel Anadolu’dan göçen bir ailenin çocuğudur.
Eşi ve dört kızıyla yaşayıp giderken, 89 Zulmünde canını zor kurtarıp Adapazarı’na göçmüştür. Beşköprü’de “her gün bir tuğlasını koyarak inşa ettiği” dört katlı evinde oturmaktadır yirmi küsur senedir.
İşi torunlarıyla “mahallenin süt ihtiyacını karşılayan” Sarıkız’a bakmak olan Nazife Teyze’yle evlidir elli üç yıldır. Meryem, Hatice, Bergüzar ve Emine adlarında dört kızı vardır Ramazan – Nazife çiftinin. Ve torunları Murat, Zeynep, Nazife, Şehran, Özge, Mustafa… Masmavi gözleri, sapsarı lüle lüle saçlarıyla Tuna nehrini, yeşil Balkan Ovalarını, tütün denklerini hatırlatır torunları, yürüdükçe.
Ramazan Usta “çalışmak” için yaratılmıştır; onu daha bir kez otururken, dinlenirken, kahvehanede pineklerken gören yoktur; sadece namaz kılarken ve yemek yerken dinlenir.
Ramazan Usta için gün sabah ezanıyla başlar, yatsı namazını kıldığında biter. Elinden ustalık geldiğinden, gün ağarırken yollara koyulur, akşama değin çalışır, gün batarken işi bırakır, yemeği yer, yatsıyı kılar ve yatar; işte size Ramazan Usta’nın yirmi dört saati.
İçkiden sigaradan, kahvehaneden nefret eder; “tembel tembel pineklemeye” tahammülü yoktur çünkü. Olmamıştır, olamayacaktır.
Kalfa olarak aldığı bir işi, çalıştığı bir inşaatı yoksa, bu kez ev yanlarında bir aşağıya bir yukarıya koşturur; konu komşunun ihtiyaçlarını görür, kendi evi ve damadı Hüseyin’in evinde bir şeyler yapar.
Matraklıkta değme komedyenlere taş çıkartan, iki numaralı kızı Hatice’nin kocası “Damat Hüseyin Paşa”ya göre; “Ramazan Usta General, kızı Hatice Albay”dır; komuta zinciri gereği görevler generalden başlar, albaydan kendisine aktarılır ve “işler en güzel şekilde tamamlanıp tekmille generale bildirilir.” “Her evin soğan soyması ayrı olur demiş” eskiler, demek onlar da geçinmenin yolunu öyle bulmuşlar. Helal olsun vallahi.
Türkiye’ye göçtüğünde “Can” soyadını tercih eder Ramazan Usta; “canını dişime takıp çalışan adamım ben” dercesine.
Anavatanı Türkiye’de otuzuncu yılına giren Ramazan Usta, kısa boyu, artık beyazlaşmaya yüz tutmuş kıvırcık sarı saçları, masmavi gözleri, durmadan ama hiç durmadan çalışıp durmasıyla, mahallemizin
“atom karıncası”dır;
Memleket meseleleriyle de çok ilgilidir. TV’den haberleri dinlemezse yapamaz.
Her Balkanlı gibi sakaldan bıyıktan nefret eder. On beş günlük sakalımın olduğu bir gün, çok kararlı ve çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi, evinin önünde arabasının bagajını temizleyen bana gelmiş ve aramızda şu konuşma geçmiştir:
“- Sakal mı bıraktın sen Fari?”
“‘- Yok Ramazan Usta. Biraz cildim dinlensin istedim o kadar .’
“- Ne bu böyle be. Gençlerin epsi sakal uzatiyeler. Sokaklar karaçalı süpürgesine döndü be.”
“- Dert etme Ramazan Amca. Sakal moda şimdi. Bu da geçer bir süre sonra.”
“- Biz geldiğimizde (1990 senesini, Özal Türkiye’sini kastediyor) böyle miydi memleket? Tertemizdi. Ne bu pislik böyle gençlerin yüzünde be? Sen de kes bi an evvel şunu Fari. Severim bilirsin seni.”
Anladığım kadarıyla, sakalım yüzünden Ramazan Usta’nın bana olan sevgisi tehlikede. Komşularla iyi geçinmek lazım. En kısa zamanda kessem mi sakalı acaba diye düşünürken ben, o öfkeli bir sesle devam etti:
“- Ne buyurmuş peygamberimiz, ne buyurmuş?..”
Eyvah dedim içimden, çok ama korktum gerçekten. Biz sakalı sünnet biliyorduk, çocukluğumuzdan beri. Yoksa tam tersiydi de biz mi yanlış anlamıştık. Annemin komşu köylerdeki tek tük sakallı kişileri ‘sakallı’ diye küçümseyişi, kayınpederimin gençliğimde ‘sakalını keserse barışırım’ diye bana haber gönderişi geldi birden gözümün önüne. Dedim kendi kendime, Manav’ı Muhacir’i yok, Anadolu’su Rumeli’si aynı, bizim Türklerin hepsi sakal düşmanı galiba…
Dedim ‘tamam, Ramazan Usta şimdi peygamberimizin ‘Her Müslüman’a sakalını kesmek vaciptir’ buyurduğunu söyleyecek beklentisi ve korkuyla sordum:
“- Ne buyurmuş?”
“- Temizlik imandandır buyurmuş be. Kes şu sakalını da tertemiz olsun yüzün!”
Ohhh be, rahatlamıştım. Demek ki sakal kesmekle ilgili bir hadis yokmuş. Kafamdaki inanç düzlemindeki deprem sona ermiş olmuştu böylece, çok şükür.
Arada sorarım ona: ‘Napar be damat Hüseyin Paşa?’ Damadı Hüseyin’i de çok severim ben. Eşi Hatice’yi de. Tornavidanın ucuyla yirmi beş yıldır hayatını kazanmış bir kahramandır benim için Hüseyin. Klima montajı bakımı tamiriyle, (biri kendi annesi Zeynep, diğeri kayınvalidesi Nazife’nin adını verdiği) iki kızlarına üniversite okutan bir ikilidir Hüseyin ile Hatice çifti.
Ramazan Usta’nın Damadı Hüseyin’i pek gözü tutmaz anlaşılan. Cevabı hep aynıdır:
“- Napar Üseyin, ep aynı. Konuşur durur işte.”
Halbuki bana sorulsa Hüseyin de Hatice de Meryem de Emine de çalışkanlıkta, Ramazan Usta kadar olmasalar da Türkiye ölçeğinde çok çalışkan sayılırlar. Âh bu bizim Ramazan Usta’nın yüksek standartları, âh.
Unutmadan; Ramazan Usta, gecen yıllar içerisinde, kendi dört katlı evinin yanında, her gün bir tuğla ekleye ekleye, Damadı Hüseyin Ender’e de üç katlı bir ev inşa etmiştir. (Evin malzemesini teminde Hüseyin’in hakkını da teslim edelim burada.)
Ramazan Usta;
Çalışmak için yaratılmış adam.