“Buğday” filminin gösterimi için Üsküp Yunus Emre Enstitüsünün (YEE) katkılarıyla düzenlenen 16. Cinedays Avrupa Film Festivali kapsamında Üsküp’te bulunan usta yönetmen Semih Kaplanoğlu, TİMEBALKAN’a özel açıklamalarda bulundu. Anne tarafından Ohrili olduğunu ve bir tarafının Balkanlı olduğunu söyleyen Kaplanoğlu, savaşların, tahammülsüzlüklerin yaşandığı bir zamanda, Balkanlarda Osmanlı döneminin güzel anılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Her sahnesinde medeniyetimizden öğütler barındıran “Buğday” filmi yönetmeni Semih Kaplanoğlu ile film üzerine gerçekleştirdiğimiz samimi sohbeti ilgilerinize sunuyoruz.
Seyyid EMİN / TİMEBALKAN
Buğday filmi gösterimi için yakın zamanda Balkanların çok kültürlü ve çok milletli iki güzide şehri Üsküp ve Saraybosna’da bulunan yönetmen Semih Kaplanoğlu, “Hem Saraybosna’da hem Üsküp’te her zaman bizim ortak geçmişimizin, anılarımızın, ariflerin, hikmet sahibi erlerin, hissini, kokusunu, duygusunu aldım, izini sürdüm” dedi. Bu mirasın Balkanlarda hala canlı olmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren Kaplanoğlu, “Çatışmaların, savaşların, tahammülsüzlüklerin yaşandığı günümüzde buradaki insanların Osmanlı dönemini güzel andığı bir zamanda ve daha iyi anladığı algıladığı bir zamanda burada bulunmak, sizlerle buluşmak çok güzel. Bu yönden Yunus Emre Enstitüsü’nün yaptıkları faaliyetleri de çok değerli buluyorum” ifadelerini kullandı.
21. Yüzyılda yaşanan ve insanlık için “utanç verici” olan, mülteci çocuklarının denek olarak kullanılması, evlerini terk etmek zorunda kalan insanlar, haberlerde okuyanlar için sayıdan ibaret olan açık denizlerde boğulan, yine filmin sonunda Ortadoğu’da medeniyetin en belirgin temsilcisi olan kadim şehirlerin yıkımı gibi sahneler film boyunca gösterildi. Buğday filmin yönetmeni Semih Kaplanoğlu bu hususta, “Bugün yaşadığımız dünya gerçekten kimsenin kimseye tahammül edemediği, yoksulların çaresizlerin, mazlumların, hep itilip, ötelendiği dışa bırakıldığı bir dünya ve bu dünyada yaşarken insan gerçekten hemen yanında olup bitenlere nasıl duyarsız kalıyor, nasıl sesini yükseltmiyor bunu anlayabilmek çok mümkün değil” değerlendirmesinde bulundu.
Film karşımızdaki insanların yaşadığı sorunlara duyarsız kalma kaygılarından yola çıkarak yapıldı
Ben gördüğüm şeyler karşısında hep kendimde bir sorumluluk hissediyorum diyen Kaplanoğlu, “Bu benim yaşantımın bir bedeli başkaları tarafından ödeniyor diye düşünüyorum. Ben evimde rahat yaşarken konforlu bir şekilde hayat sürerken bunun karşılığında birileri de konforsuz, aç işte göçmen olarak yaşamak durumunda kalıyorlar. Acaba diyorum ben böyle yaşayayım diye mi onlar böyle yaşıyorlar” sorularını sorarak, “Maalesef bugün bunlardan tamamen arınmış bir ruhlar halinde yaşıyoruz. Karşımızdaki insanların yanımızdaki insanların yaşadığı sorunlara duyarsız kalıyoruz. Filmde biraz işte bu kaygılardan, bu hislerden yola çıkılarak yapıldı” şeklinde konuştu.
Bilgiyi parçaladığımız için hakikati görmemiz perdeleniyor mu acaba?
Buğday filminde Hz. Musa ile Hızır aleyhisellam kıssası anlatılıyor. Filmde vurgulanan hakiki bilgi, Kehf suresinin 91. ayetinde de “özü kapsayan bilgi” olarak geçiyor. Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu filmde bu kıssayı seçmesinin nedenlerini açıklarken, “Bilgi çağında yaşıyoruz. Bilimsel bilgi dediğimiz ya da bilgi dediğimiz şeyleri sürekli tekrar ediyoruz. Bilgi çağında yaşıyoruz diye her şeyi bildiğimizi sanıyoruz. Bilim sürekli yeni şeyler, icatlar yapıyor. Ama gerçekten biliyor muyuz? Biz hakikat konusunda ne biliyoruz. Ya da şu kullandığımız teknolojiler, bize faydalı olduğu yerleri var tabi bunu inkâr edemeyiz, ama bize faydalı olurken ne tür zararlar veriyorlar bir yandan da. Bilgi, bilimsel bilgi, metafizik bilgi, şu bilgi bu bilgi. Bilgi denilen şeyi aslında insanların ortak hafızası, yaratılışımızdan gelen bir sürü de bilgiler var. Bize, içimize verilmiş bilgiler var. Bunları acaba biz ayıra ayıra, parçalaya parçalaya esas bilgiyi kaybediyor muyuz? Parçaladığımız için hakikati görmemiz perdeleniyor mu acaba? Daha da mı perdeliyoruz diye düşündüm ve bu film bu sorularla ortaya çıktı” ifadelerini kullandı.
Bütün bilgileri birleştirerek tevhidi bir yola gitmemiz lazım
Kehf suresinde Hz. Musa’nın, sanki dünyevi bilgiyi bildiğini, hâlbuki ledün bilgi dediğimiz, öz bilgi dediğimiz bilgiden mahrum olduğunu belirten Kaplanoğlu, “Bunu öğrenmeye çalışıyor aslında, ama o bilgiyi elde edebilmenin, o bilgiyi sindirebilmenin bir bedeli var, çaba göstermek lazım. Kalp hazneni genişletmen lazım ki o bilgiyi alabilesin. O da nasıl olacak, biraz çaba göstermekle olacak. İşte Kehf suresini bunun için seçtim. Yani biz çok konformist yaşıyoruz. Bilgiyi tek yönlü görüyoruz, hâlbuki hakikat bilgisi var. Hakikat bilgisini de devreye sokmamız lazım. Bunların hepsini birleştirmemiz tevhidi bir yola gitmemiz lazım. Kehf suresi filmde bunun için var” şeklinde konuştu.
Deneyimli yönetmen Semih Kaplanoğlu filmdeki tasavvufi özellikler ile ilgili ise, “Hazreti Peygamber’in (sav) sünnetine, onun hadisine referans olmayan tasavvufun ben hakiki bir tasavvuf olmadığını düşünüyorum” dedi. Buğday filminin en vurucu repliklerinden olan “hepimiz rüyadayız, ölünce uyanacağız” sözünü de hatırlatarak, “dikkat edildi ise, sünnetten, peygamber efendimizin hayatından, ki biliyorsun o tümce kendi mübarek ağızlarından çıkmış bir hadis. Mesela, aç kaldıklarında karınlarına taş bağlamalarını görüyoruz yine. Bunları filmin içerisinde çeşitli defalarda yerleştirdik, aktarmaya çalıştık. Ancak o bir mürşid-i kâmilin, yani peygamber efendimizden bağlanan bir mürşit kâmilin devamı. Bir mürşid-i kâmil ancak peygamber efendimize bağlanabiliyorsa, Resullullah temsiliyetinde bulunabiliyorsa, aslında o bir öğretici olabilir. Öbür türlü çok fazla fayda vermez diye düşünüyorum” açıklamasında bulundu.
İnsan da bir tohumdur, bir fıtratı vardır
Buğday filminde izleyicilere, “ölü topraklar” (doğa, toprak, kırsal) ile “modern şehir” (yüksek ruhsuz binalar, protestolar, teknoloji), ve “nefes” (maneviyat) ile “buğday” (kapitalizm) sorularının yöneltildiğinin hatırlatılması üzerine, “Filmin özü, insanın özü. İnsan da bir tohumdur, bir fıtratı vardır. Eğer biz tohumların fıtratıyla oynadığımız gibi insanların fıtratıyla da oynarsak, o zaman insan da fıtratı bozulduğu zaman ne güzel söz söyler, ne dosta gider, ne muhabbet ehli olur, ne kendini bilir, ne de bizim bu dünyaya neden geldiğimiz, ne yaptığımız, nereye gittiğimiz, ne olacağımız sorularını sorar” ifadelerini kullanan Kaplanoğlu, “Ölü topraklar, olaylar, GDO vesaire. Bunlar hep dış etkiler. Peki ya içimiz nedir, insan olmak nedir, nasıl insan olunur. Acaba biz şu anda insan mıyız? Yoksa insan rolüne bürünmüş bir takım tuhaf yaratıklar mıyız, neyiz? Bu film bunun üzerinde düşünüyor” dedi.
Balkanlardaki genç yönetmen ve senaristlere bir müjde veren Semih Kaplanoğlu, Yunus Emre Merkezleri aracılığıyla Balkanlardaki genç sinemacılara film yağmak, yeni eserler ortaya koyabilmek için çeşitli desteklerin sağlanacağı bir proje üzerinde çalışıldığını söyledi. Gerek Türkiye, gerek Balkanlar gerekse dünyadan farklı yönetmenlerin, bu genç sinemacı adaylar ile buluşacağı bir proje hazırlandığını belirten Kaplanoğlu, “İnşallah bu program devreye girerse o zaman tüm dünyadaki Yunus Emre Enstitüleri’nde genç sinemacıların ürettiği filmler, hep bir araya gelip konuşulacak. Belki festivallerin yapılacağı, filmlerin birlikte gösterileceği belki yarışmaların yapılacağı bir program hazırlığı var. İnşallah bu gerçekleşir. O zaman belki genç sinemacı adayları için çok daha faydalı bir yol açılır. Bunun yapılması lazım, ben de bu konuda elimden gelen çabayı gösteriyorum” diyerek sözlerini noktaladı.